Tanpınar bir yazısında, Doğu toplumlarında sözün fazla dolaşık anlam yapısından söz eder. Öylesine dolaşık, kapalı, imalarla bir yapı kurulur ki, ne dendiği genellikle anlaşılmaz!
           
Bir de dediğini doğrudan, dolaştırmadan söyleyenler vardır. Onlar da bu doğrudanlıktan başlarına bir iş gelmesin diye, hiciv, taşlama gibi yöntemleri kullanır. Fazlı Say’ın hakkında dava açılmasına neden olan dörtlük de söylediğini doğrudan doğruya söyleyen, ama hiciv özelliklerini içeren bir metindir. Şarap ve meyhane ve huri ile genelev arasında şiirsel çıkarımda bulunurken, şairin dine karşı bir derdi yoktur. Tam tersine, ibadeti, dini, dinsel metinlerin salt “lafzı” ile, salt görünür anlamı ile ele almamak üzerine bir eleştirel yaklaşım söz konusudur. Çok yakın zamanda İslami eğilimli bir kanal olan Ülke TV’de, bir ilahiyat profesörü, namazın yatıp kalkmak olmadığını anlatıyordu. Profesör konuk olduğu “Sıradışı” programında, namaz eğer spor hareketi yapmak olsaydı, salonlarda spor yapanları namaz kılıyor saymak gerekir, diyordu. Şimdi bu anlatımı bir dörtlüğe dökmek olası… Ama bunu ben yaparsam, hakkımızda dava açılabilir. Onlar söylerse, sorun yok… Hep söylediğimiz; iktidarın iki yüzlülüğü burada da kendisini gösteriyor.
            
Ömer Hayyam’ın dörtlüğünü Fazlı Say kullanırsa, derhal dava açılmalı. Ki başkaları da bu yola tevessül etmesin! Yoksa, onlar da biliyor işin aslını…
            
Hani Osmanlı deyince akan sular duruyor ya. Yeni Osmanlıcılık filan heveslere ilaç oluyor ya. Burada da tam bir “boş kabuk kavram” örneği var. Kültürel anlamda Osmanlı ile ilgisi olmayan bir “Osmanlı” yaratılmak isteniyor aslında. Bir algısal talep yaratılması var yine burada. Yeniden ve içi şimdiye göre doldurulan bir Osmanlıcılık. Böylece Osmanlıya dair olan ve üstelik çok eleştirilen resmi tarih anlayışı tarafından oluşturulan hazır/paket kamusal ön kabuller devşirilecek.
            
Osmanlı dönemi açısından sözlü ve yazılı mizahta Ferit Öngören’in sınıflandırmasıyla şu söz sanatlarına değinmekte yarar var: Latife; yumuşak, hoş anlamında olup Batı’nın espri motifini karşılar. Nükte; bir yanlış söz veya düşünceye karşı bu sözün muhatabının vermeyi hak ettiği karşılıktır. Osmanlı paşalarından Kamil Paşa kendisini karşılamaya gelen Ziya Paşa’yı gösterip eşeğine “Öp babanın elini” demiştir. Bu latifedir. Buna karşılık Ziya Paşa eşeğin başını okşayarak “Bilirim kamil hayvandır” demiştir. Bu da nüktedir. Bu iki örnek de dönemin mizahını göstermektedir.
             
Mizahta diğer şekiller şaka, iğne ve taş, hiciv, alay ve halt olarak sıralanabilir. Halt; bir iş karıştırmak bir münasebetsiz söz söylemek anlamındadır. Bu bağlamda geleneksel gölge oyunu kahramanı Karagöz hep halt eder.
             
Osmanlı döneminde Osmanlı mizahının temelinde bulunan Karagöz oyunları lonca örgütlenmesi içerisinde ekonomik bir boyutu vardır. Lonca İstanbul’da Kasımpaşa’da kurulmuştur. Bir başka özelliği de Nakşıbendi tarikatının güdümü altında faaliyet göstermiştir. Son dönem Osmanlı padişahları bu güçten yararlanabilmek amacıyla İstanbul’da Karagöz oyunlarına özel bir önem vermişlerdir. Bu da mizah ve iktidar ilişkisi açısından ilginç bir noktadır. 
            
Bu oyunda, kadın genellikle kafes ardındadır. Örtük bir cinsellik vardır. Ancak, resmi, lonca güdümündeki oyunun dışında “yeraltı” kahvelerinde, arka sokaklardaki oyunlarda güldürünün genel açık saçıklığı bütünüyle sergilenmektedir. Şimdi, yargıçlar ve savcılar derhal zaman makinesine bindirile! O mel’unların hadleri de bildirile!
Haftanın hukuk utancı; Gazeteci Hatice Duman müebbet hapis cezasına mahkum oldu…