Nedense bizim sanatçılarımız ve aydınlarımız Türkiye’yi kurtarma, geliştirme, inkişaf ettirme ve hatta aydınlatma görevlerini tribündeyken yapmayı severler, tarihsel özelliğimizdir bu. Jön Türklerden itibaren, tribünden demokrasi, eğitim, bilim ve kültür sanatta ‘en büyük reformlar’ tribündeyken yapılmıştır, sahaya inince skor tabelasına bakmamak daha iyidir, çünkü maçı devam ettirmek için de moral gerekir.


Türkiye’de kültür, sanat, en önemlisi de estetik alanında yetişen insanlar, toplumun içine girmeyi değil, hatta tam tersine toplumun dışında kalmayı sanatın üretimi için gerekli görürler. Toplumun içine girince, eksantrik kişilikleri zarar görecek, bu nedenle de sanat eserleri daha kısır olacakmış! Bunu dile getiren çok sayıda sanatçımız vardır. Mesela şair gibi yaşamak deyimini bilir misiniz? Şiir yazmak için şair gibi yaşamak gerekirmiş, peki nasıl mı? Ona hiç girmek istemiyorum, çünkü Türkiye’de nedensellik düşüncesi özellikle kültür sanat ve estetik dünyasında esastan kırıldığı için, geriye ideal sanatçı olarak norm-dışı insan modeli kalmıştır. Bu insanların eserlerinin en önemli özelliği de, pozitif bilimlerdekinin bir başka versiyonuna benzer, sosyal bilimler alanında Avrupalıların ders kitaplarını okuyup anlamak için çırpınan insanlar, estetik alanına gelince, ünlü textbook’ları okuyup, geriye uyarlama eser üretmek çabası öne çıkar. Kısacası Yeşilçam’ın deyişiyle yerlileştirmekti. Müthiştir bunlar, kendilerini radikal görürler, oysaki hayatın ötelediği, aktif ve somut mücadeleden kopuk, her şeye yetiştirdiği ezberlenmiş bir şablonu olan, oysaki hiçbir zaman topluma dair esaslı ve tutarlı fikirleri olmayan insanlardı.

Türkiye’de kültür sanat hayatımızda, masa başındayken, kamera arkasına geçmeden, dünyanın en büyük sanat eserlerini çeken yönetmenlerimiz ve yönetmen adaylarımız her zaman vardı. Mesela milliyetçi şah damarı sınırı aştığında, Metin Erksan -kuşkusuz o da kendini radikal sayıyordu- büyük iki proje üretmişti. Birincisi Haçlı Yamyamlar projesi, hesapta Haçlı Seferlerini anlatacakmış! Giovanni’nin anlattığına göre onun projesi o kadar atarlıymış ki Hollywood’un hiçbir majörü böyle bir projeye yapımcılık yapmaya cüret edemezmiş, ama Erksan bu projesini ölümüne değin anlattı. İkincisi Atatürk Filmi projesiydi, ona göre, Atatürk öylesine büyük bir adammış ki bizim sinema bunu anlatamazmış, prodüksiyon gücümüz yetmezmiş, onun kıymetini bizim bütün dünyaya anlatmamız gerekirmiş, bunu biz yapsak bile dünyaya gösteremezmişiz, o yüzden bunu en iyisi Hollywood’un yapmasıymış!...

Biz de sanatın kültürün kendisi ve bunu yapan insanlar öyle insanlar ki, bunların yaptıkları eserler pek tartışılmaz da, çoğunlukla kendileri tartışılırlar. Bunun esas nedeni, bu insanların hayalgüçlerinin ürünleri pek kısır oluyor ama karakter olarak kendi yaşamları çelişkileri, hayalleriyle somuttaki insanın çatışması ve aralarındaki devasa fark gerçekten ilginç karakterler haline getiriyor onları.

Türkiye’de bizim sanatçılarımızın tarihsel özelliği şu: eserleri ile halkı aydınlatmıyor, onlarla insanlığa katkıda bulunmuyorlar, onun yerine muhteşem ve şanlı projeler üretiyorlar, onun için en büyük eserleri henüz yapmadıkları oluyor. Yeşilçam’da tipikti, adam kırk yıl film yapar, sonuçta: Ben aslında hiçbir istediğim filmi henüz çekemedim der. Biz de onlara hayatta başarılar dileriz. Paradoksun adı, Hayal ve itibar pazarlama mekanizmasıdır.