Sıkı bir CHP’li olan annem, her seçimden sonra hüsranını “yine ekalliyette kaldık!”(azınlıkta kaldık) sözleriyle dile getirirdi. Çok şükür bu kez ekalliyette kalmadık; laiklikten,ç cumhuriyetten, demokrasiden, özgürlükten, adaletten, haktan, hukuktan yana olanlar kazandı. 31 Mart seçimlerinin iptali açıktır ki bu ülkeye ciddi ekonomik faturalar yükledi, insanların psikolojisini bozdu. Ancak bu musibet belki de son tahlilde memleket […]

Sıkı bir CHP’li olan annem, her seçimden sonra hüsranını “yine ekalliyette kaldık!”(azınlıkta kaldık) sözleriyle dile getirirdi. Çok şükür bu kez ekalliyette kalmadık; laiklikten,ç cumhuriyetten, demokrasiden, özgürlükten, adaletten, haktan, hukuktan yana olanlar kazandı.

31 Mart seçimlerinin iptali açıktır ki bu ülkeye ciddi ekonomik faturalar yükledi, insanların psikolojisini bozdu. Ancak bu musibet belki de son tahlilde memleket için hayırlı oldu. Artık toplum geleceğe daha umutla bakıyor; İmamoğlu İBB görevinde koltuğa daha güçlü bir yetkiyle oturuyor; halk şimdi bazı siyasi figürlerin pespayeliklerini net biçimde görebiliyor.

Seçim iptalinin bir ölçüde AKP’li ve MHP’li seçmenlerin de vicdanını yaraladığı, onları sağduyuya davet ettiği oy dökümünden açıkça hissediliyor. Bu üç aylık dönemde gerçekten “bir şeyler oldu”, yüzbinlerce yurttaş hayırlı bir yönde oy tercihini değiştirdi.

Dün akşam kısa ve nazik bir mesajla İmamoğlu’nun zaferini ilk ilan eden Binali Yıldırım’ıdinlerken, Devlet Bahçeli’nin “mitili atmak” sözünü hatırladım. Aslında Bahçeli bu Adana deyimini yanlış kullanıyor; çünkü mitili atmak “bir yere yapışıp kalmak, postu sermek” anlamında olumsuz bir tını taşıyor. (bkz. Babaannemin Lügati – İş Bankası Kültür Yayınları).

Binali Yıldırım’ın 1994’ten bu yana kariyer çizgisine baktığımızda bile siyasal İslam’ın devlete nasıl mitili attığını, bütün görevleri tekeline aldığını görmek mümkün. Artık bu ülkenin yeni bir zihniyete, yeni bir üsluba, yeni insanlara ihtiyacı olduğu 23 Haziran’da çok açık ortaya çıktı.

Halk Pontus, Sisi, VİP-it tartışması, zillet ittifakı, dış güçlerin projesi gibi martavallara kulak asmadı, korku ve vehimler üzerinden oy tercihi yapmadı. Belki de hepsinden önemlisi korku duvarı aşıldı, insanlar yıllardır özlediğimiz biçimde yaşamın aktığı her mecrada siyaset konuşur hale geldi. Okul, mahalle, işyeri, otobüs, kahve-kafe insanların fikirlerini açıkça dile getirdiği zeminlere dönüştü.

Türkiye 23 Haziran’da otokratik AKP rejimine net bir refleks gösterdi. Aslında muhalefet enerjisini 2007 Cumhuriyet Mitingleri’nden 2015’te 7 Haziran seçimlerinde HDP’ye baraj desteğine uzanan parlamalar dışında ortak bir potaya akıtamamıştı. 2013 Gezi Direnişi, 2017 Adalet Yürüyüşü gibi direniş uğrakları arkasında hoş sadalar bıraksa da net siyasi bir hedefe yönelememişti. Bu kez Kemalist, Aydınlanmacı, Kürt, sosyalist, laik, süreçte tutarlı bir çizgi izleyen İyi parti dahil Millet İttifakı bileşenleri, kısaca daha özgür ve demokratik bir Türkiye’den yana güçler kolektif enerjilerini sinerjiye dönüştürmeyi başardılar.

Ekrem İmamoğlu kucaklaşma çağrısında bulunuyor, şimdi artık icraat zamanı mesajını veriyor. Kendisine görevinde kolaylıklar diliyoruz. Ancak bugünden başlayarak muhalefetin görevi düzene ayak uydurmak değil , Türkiye demokrasisinin dün net biçimde ortaya çıkan olgunluk düzeyine uygun düşmeyen, daha bir yılda ekonomiyi harabeye çeviren “başkanlık rejiminin” kaldırılması için mücadele etmek olmalıdır. Zaten 6 Mayıs sandık darbesiyle bu rejim demokrasiyle olan son bağını da koparmış, 46’dan bugüne taşıdığı “ millet iradesi “ söylemini de boşa çıkarmıştır.

Muhalefet cephesinin düşeceği en büyük hata; AKP’den kopacak güruha bel bağlayan, daha NATO’cu, daha piyasacı bir hatta derlenip toparlanmayı öngören bir hatta savrulmaktır.

Dün, alçakça Çubuk linç girişimini de hatırlayarak, yüzünün gülmesinden mutlu olduğum Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçmiş sicili ne yazık ki bu kaygıyı güçlendiriyor. İster istemez 2014’te Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösterme, 2018’de liberal cenahın fişteklediği Abdullah Gül’e cumhurbaşkanlığı için yeşil ışık yakma vakalarını anımsatıyor.

Elbette biz sosyalistlerin İBB başta olmak üzere yerel yönetimlerin kamucu, halktan yana uygulamalarına destek olma, yaratıcı fikirleri gündeme taşıma sorumluluğumuz bulunuyor.

Lakin kapitalizmin ideolojik hegemonyasını kaybettiği, sosyalizmin ABD’de bile kapitalizmden daha muteber hale geldiği bir dünya konjonktüründe kendi bağımsız sosyalist hattımızı güçlendirmemiz, başta gençler ve kadınlar 23 Haziran’da coşkuyla sandıklara koşan insanlarımızın önüne alternatif çözüm önerilerimizi koyabilme iradesini gösterebilmemiz büyük önem taşıyor.

Geçmişten gelen devrimci özümüze, anti-kapitalist- bağımsızlıkçı çizgimize, daha belirgin bir ekolojik boyut katarak, teknolojinin yaşamımızdaki rolü üzerine daha fazla kafa yorarak, toplumsal cinsiyet konularında sosyalist-feminist bakış açısını gündeme taşıyarak, alternatif mülkiyet biçimleri üzerine fikirlerimizi daha somutlaştırarak…

Berat Albayrak’tan ödünç alarak söyleyelim ; haziran marttan daha güzel oldu.

Gelecek haziranların daha da güzel olması için şimdi mücadeleye devam etmek gerekiyor.