Nâzım Hikmet Richard Dikbaş, Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi’nde yüzlerce çizim ve hikâyeden oluşan “Herkes Heyecanlanır Sanmıştım” sergisiyle konuklarına ilginç bir deneyim yaşatıyor. Heyecan kavramının farklı anlamlarına odaklanan Dikbaş, “Heyecanlanmayan sakin kalamaz” diyor.

Heyecanın sanatla ifadesi
Fotoğraflar: BirGün

Deniz Burak BAYRAK

Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi, Nâzım Hikmet Richard Dikbaş’ın 6. sergisi “Herkes Heyecanlanır Sanmıştım”a ev sahipliği yapıyor. “Tekliler” ve “Hikâyeler” bölümleriyle bir video odasının bulunduğu üç ayrı yerde konumlanan sergi sanatçının küçük kâğıtlarla ürettiği yüzlerce çizimden oluşuyor. Sergi zaman zaman kullandığımız ve birçok anlam taşıyan bir söylemin adını taşıyor. Sanatçıya sergiyi oluştururken hangi anlamdan yola çıktığını sorduğumuzda, “Sergi metnime şöyle başlamıştım: ‘Bu cümleyi en az iki türlü anlayabiliriz.’ Burada umutlu niyetim şuydu: Eğer ilk iki anlamı izleyiciyle konuşursam, 3, 4, 5. anlamları birlikte üretecek bir hava durumunu birlikte kurabiliriz. Bazı arkadaşlarım, metnin devamında geçen, daha geniş ikinci anlamı cümleyi ilk okuyuşta düşünmediklerini söylediler. Nasıldı: ‘...heyecanı bilmeyen sukûnetin de ancak dış yüzeyinden haberdardır. Heyecanlanmayan sakin de kalamaz.’ Serginin ruhunda bu elbette var. Ama ben herhangi bir anlamdan yola çıkmadım. Bu sergideki çizimler ve yazılar, daha çok bir senaryonun, bir trafiğin, bir rüyanın ortasından doğuyor. Ancak sergi metni yazmak gerekince, biraz da esprili olmaya çalışarak, anlam yakıştırdım ve rakamla sınırlamanın da mümkün olmadığına işaret ederek, en az iki anlam dedim” diye yanıtlıyor.

KÖTÜLÜK KAVRAMI

Önceki sergileriyle de kuvvetli bağlar taşıyor bu sergi. Bugün o bağlantıyı şu düşünce hattıyla kuruyor sanatçı: “Kendi kendine konuşmak delilik belirtisi sayılır. Peki ya biz böyle yargıları umursamasak, kendi kendimize, hatta aklımızdan geçen başsız sonsuz küçük düşünceleri duymaya çalışarak, vurgumuzu da ona göre ayarlayarak konuşsak nasıl olurdu? Bir viraj daha dönelim: Peki ya biz birbirimizin düşüncelerini, bu komik ve dramatik ifadeleriyle, seslendirmeleriyle duyabilsek nasıl olurdu? Tabii bu basit, masum bir oyun değil. Hayatı sevenlerin, tereddüt edenlerin ve birlikte bir yaşam kurmak isteyenlerin düşünce-seslerini duymaya çalıştığım kadar, örgütlü kötülüğün icracılarının da ne ve nasıl düşündüğünü duymaya çalışıyorum. İlk sergimden bu yana kötülük, kötülüğün iç eğitimi ve kötülüğün icrası benim için önemli başlıklar oldu, ilk serginin adında da vardı: ‘Henüz İyi Yönlerimi Görmediniz’’

PANDEMİ VE MASKELİ YÜZLER

Sanatçının üretimlerinde dikkat çeken özellik yüzlerce surat görüp bunların hikâyelerini okumamız. Bu yüzlerden birçoğu maskeli. Son yedi yılın ürünü olan toplam üretim pandemi dönemine de denk geliyor. “Maskenin ilk çağrıştırdığı mecazlara yenilmemeye, onları bizzat konu etmeye çalıştım” diyen Dikbaş yeni dönemde de maskeler takmanın kendine özgü başka bir kültürü olduğunu ifade ediyor. “Eğer çizemeyeceğim bir yerde aklıma bir şeyler gelirse not alıyorum, sonra bakıyorum, bu cümleler, paragraflar bir çizime dönüşür mü diye. Bazen de sakin bir heyecanla masa başına geçip peş peşe resimler yapıyorum, illa bir söz söyletmeye çalışmadan. Çizerin bileği rahat, yazarın aklı rahat, en güzel heyecan bu olsa gerek.” Diyerek üretim pratiğine de ışık nezdinde bir ışık tutuyor.

Sergideki çizimler “Tekliler” ve “Hikâyeler” olarak ayrılıyor dedik. Ancak bunlar arasındaki yakınlık ayrışmadan fazla. Hikâyelerin biraz daha sürükleyici olduğunu vurgulayan Dikbaş, geleneksel hikâyenin çerçevesine daha uygun bir şeyler yapabilmek istediğini kaydediyor.

MEKÂNIN ETKİSİ

Sanatçının mekânla temasını da konuşmak istiyoruz. Kıraathane ile bir sergi yapma fikrini konuştuklarında Dikbaş mekândaki odalara bakmış ve sergiyi nasıl kurgulayacağını gözünden canlandırmaya çalışmış. Devamını ondan dinliyoruz: “Hem sergimizin kendi ekibi, hem de Kıraathane ekibi, iç içe ve birlikte, serginin ortaya çıkmasında ve canlılığını korumasında harikulade bir hava yarattılar. Sergi devam ederken, aralarında sevgili Aslı Odman’la sansür üzerine yaptığımız sohbet ve sergi ekibinden sevgili Sevim Sancaktar’la sergi hakkında yaptığımız konuşma da dâhil olmak üzere kurumun etkinliklerinin Tekliler odasında yapılması da beni ayrıca mutlu etti.”

Türkiye’de insan hakları savunuculuğunu da konuştuğumuz sanatçı, bunun kuvvetli bir gözlem yapmayı gerektiğinin altını çiziyor ve ekliyor: “Muhalif düşüncenin bile ön kabullerini sürekli sorgulamayı ve yenilemeyi gerektiriyor. Hepimizin düşünce biçimlerinde kök tutmuş, artık karşılığı olmayan kalıplar var. Sergideki bir çizimde de tanıdığım birine biraz benzeyen bir karakter bunu söylüyor: ‘Elini taşın altına koyunca susmuş.’” Sergi 16 Şubat’a sona erecek.