Işid tehdidi Kürt coğrafyasının uzun zamandır peşinde olduğu bir düşü daha da görünür kıldı: Ulusdevlet

Işid tehdidi Kürt coğrafyasının uzun zamandır peşinde olduğu bir düşü daha da görünür kıldı: Ulusdevlet. Devlet fetişizmi (mecburen) bütün kültürleri, dilleri, ırkları ve toplulukları fazlasıyla vurdu, etkiledi. Bu mesele, yani devlet meselesi, yalnızca Kürtlerin “Artık zamanı geldi, bizim de bir devletimiz olsun” gibi sığ bir talebinden ortaya çıkmadı elbette. Devlet sığ taleplerle ortaya çıkmaz. Devlet bir anlamda yok olup gitmek üzere olanların sığındığı son kötü limandır. Kürtler de o talihsiz organizasyona, devlete sığınmak üzereler.

Ama devlet yalnızca mecburiyetin eseri de değildir. Anthony Smith “Ulusların Etnik Kökeni” başlıklı olay yaratan kitabına müthiş bir soruyla girer: “Neden insanlar ülkeleri için canlarını feda ederler?” Bugün Ortadoğu coğrafyasının her yerinden birçok Kürt Işid tehdidine karşı savaşmak üzere birlikte hareket ediyorlar. Bu uluslaşmanın en önemli aşamalarından birisi. Kürtlerin bir ulus bilinci içerisinde hareket etmeye çalışmasının tarihi yeni değil. Yaklaşık iki yüzyıllık bir tarihi var bunun. Kürtler için de uğruna ölmeyi bile göze aldıkları ortak bir tarih, coğrafya ve söylentiler alanı mevcut artık. Belki iki yüz yıl öncesinden inşa edilmeye başlanan bir kimlik bilinciyle de gelişiyor bu.

Kürtlerin Işid’le olan mücadelesi de bu bilinci her geçen gün daha fazla geliştiriyor. Işid kendilerine demokrasi güçleri adı veren ve dünyanın içi en boş kavramlarından olan demokrasiyi tepe tepe kullanan devletlerin isteseler de yapamayacaklarını birkaç ay içerisinde yaptı. Ortadoğu’da ancak katliam ve soykırımlarla gerçekleşebilecek bir demografik değişikliği birileri adına yaptı ve yapmaya devam ediyor. Bu demografik değişikliğin sınırını yine ABD belirledi ve Erbil olarak netleştirdi. Kürtler kısa süreli yaşadıkları bu travmadan daha fazla birliktelik şiarıyla çıkmışa benziyorlar. Bu da olası bir devletleşme sürecini hızlandıracaktır.

Kuşkusuz Kürt kimliğinin korunması ve erozyona uğramadan Kürt dilinin, kültürünün, gelenek ve göreneklerinin geleceğe aktarılması için devletleşme şart değil. Ama kendi kültürlerini, dillerini, gelenek ve göreneklerini koruma altına almak isteyen topluluklar için bu artık neredeyse kaçınılmaz hale geldi. Özellikle bu coğrafyada ulusdevletler hâkim kültür ve dil dışındakileri görmedi. Bazı pratikler haricinde sorun sadece ya ayrılma ya da özerkleşmeyle çözülebildi. Dolayısıyla Kürtler de bunun farkında. Onlar adına konuşmak gibi olmasın ama Kürtler artık kendilerine ağabeylik yapanların söylediği gibi “Cumhurbaşkanının bile Kürt olabildiği” bir devlet değil, cumhurbaşkanının da Kürtçe konuşabildiği bir devlet istiyorlar sanırım. Ve bunu var olan devletler içerisinde çözme gibi bir gayretlerinin olduğunu da söylemek mümkün şimdilik. Fakat ben Türkiye Kürtleri haricindekiler için bu trenin kaçtığını, Türkiye Kürtleri için de ancak birlikte verilecek bir “demokrasi” mücadelesiyle bunun aşılabileceğini öngörüyorum.

Kürtlerin olası bir devletinin herhangi başka bir devletten farklı olacağını kesinlikle düşünmüyorum. Kürt kimliği açısından gerekli ve elzem olsa da devlet illaki elitlerin işidir. Nerede bir devlet varsa orada elitler ve o devlet kimin devletiyse “kardeşini” bile ezebilen muktedirler mutlaka vardır. Kürtlerin kuracağı devlette de olacak bu. Kimse kendini kandırmasın. Daha şimdiden kendilerini başka etnik kökenlere dayandıran kimi topluluklar üzerine laf açıldığında onların bile Kürtlüğünün ispatının yapılmaya çalışılması bunun ön belirtileri. Buna kızmıyorum çünkü işin doğasında bu var. Ama üzülüyorum. Bu bakımdan ben Kürtlerin kuracağı bir devletle Türklerin kurduğu bir devlet arasında (ya da Alman devletiyle, Amerikan devletiyle) hiçbir fark görmem. Kürt siyasi hareketinin özellikle “radikal demokrasi” kavramı üzerinden söylediklerini oldukça önemsiyorum ve bu dilin böyle bir coğrafyada kuruluyor olmasını bile heyecanla karşılıyorum ama yine de bu konuda maalesef iyimser değilim.

Kürtler Irak Kürdistanında bağımsızlığa doğru koşuyor. Ancak onlar koşarken en büyük tehdit her fırsatta “biz kardeşiz”e sarılan ulusdevletlerden geliyor. Onlar sanırım Kürtlerle olan ilişkisini Şener Şen-İlyas Salman ikilisinin oynadığı Çiçek Abbas filmine öykünerek kuruyorlar. Kötü kalpli Şakir (Şener Şen) kendi minibüsünde, kendisine hizmet ettiği ölçüde, saf delikanlı Abbas’a (İlyas Salman) hep kardeşim diye hitap edip onu sözde koruyup kolladığını söylüyor. Ta ki Abbas artık kendi minibüsünü almaya karar verinceye kadar. Şakir’in söyledikleri ve şaşkınlığı kısaca şu oluyor: Şimdi ne sorun vardı ki, kardeş kardeş yaşayıp gidiyorduk. Ama mesele siyaseten de tam olarak bu. Birileri artık kendi minibüsünü almak istiyor. O zaman da bazıları Şakirleşiyor. E ama dünya öyle değil ki! Dostça yaşamak için ya Şakir olmayacaksın ya da minibüse kızmayacaksın. Filmin sonunda neler olacak hep birlikte göreceğiz.