Türkiye Cumhuriyeti kurulalı daha yüz yıl bile olmamışken, adına “Milli Misak” denilen şimdiki cumhuriyet coğrafyası sınırları içinde hala “Milli” ve “Etnik” vurgular üzerinden göndermeler yapılıyor. Hâla Türk etnisitesinin egemen, hükümran ve buyurganlığı üzerinden bir varoluş felsefesi dayatılıyor. Türklük dışındaki diğer tüm etnisitelerin eğer dile, kimliğe, kültüre ve diğer tüm doğal varoluş haklarına dair talepkârlıkları var ve dillendiriliyorsa hemen karşısına “Milli paranoyalar” dayatılıyor.

Dolayısıyla yolu edebiyatla kesişen ve işi edebiyat yapmak olanların edebiyatlarına, metinlerine ister istemez 1920’lerden bu yana hâla diğer halkların talepleri yok sayılırcasına milli kimlikte ısrar eden resmi ideolojinin katı ve inkârcı bir de imhacı uygulamalarının izlerini görmek durumunda kalıyoruz.

Aslında edebiyatın işi de galiba biraz bu türden yaşanmışlıkların izini sürüp edebiyata malzeme yaratmak!

Son bir ay içinde bir miktar da yaz mevsiminin okumaya fırsat oluşturması nedeniyle okuduğum birkaç kitap üzerinden bende iz bırakanlarla ilgili birkaç kelam edeyim istedim.

Haydar Karataş’ın İletişim Yayınlarında çıkan “Gece Kelebeği”, Murathan Mungan’ın 23 yazara yazdırdığı Metis’te çıkan“Bir Dersim Hikâyesi”, Evrensel’de çıkan Binnaz Öner’in “Geride Kalanlar”ı, Pakrat Estukyan’ın Everest yayınlarında çıkan “Hay Hikâyeler”i. Bu kitaplara ikinci kez okuduğum Burhan Sönmez’in ödüllü romanı İletişim’den çıkan “Masumlar”ını da mutlaka eklemeliyim…

Ermeni Soykırımı, Kürt katliamları, Alevilere uygulanan zulümler ve bunların hepsinin üstünde yer alan devasa yoksulluk. Zenginliğin adil olmayan bölüşümü; yoksulu daha yoksul, zengini daha zengin yapan tekçi cumhuriyetin burjuva’dan, feodalden, ağadan, beyden yana tercihli sınıfsal devlet politikası edebiyatın beslenme kaynakları…

Haydar Karataş’ın Perperika Soê-Gece Kelebeği adını verdiği romanı, muhteşem bir edebiyatın izinden yürüyen güçlü bir “Ana Tanrıça” anlatısı. Bütün bir 1930’lu yıllar boyunca Dêrsim coğrafyasındaki “huzursuzluğun” kimilerince “İsyan” olarak kabul edilmemesine rağmen isyan gibi resmi literatüre geçirilip bir taşla iki kuş vurmanın (Alevi’ye vururken yarım bırakılmış Ermeni meselesini de halletme) edebi hikâyesi olmuş kitap. Karataş, bütün hikâyeyi yaşamış bir “ana”nın ağzından bir kelebeğin örneklemesinde çocuğuna paylaşarak zaman zaman umuda ve oyuna çevrilen büyük bir trajedinin hikâyesini romanlaştırmış. Bir yanda 1915’te Ermenilere yaşatılan büyük felaket sonrasında Dêrsim coğrafyasındaki “etnik” ve “insani” korumacılığın tekçi ve kinci resmi yapı tarafından öç alıcılığa dönüştürülmesi. Devamında ise Alevilerle birlikte eşzamanlı olarak aynı zamanda koruma altına aldıkları ve gizledikleri Ermenilerle de hesap kesimine dönüşen bir edebi hikâye Gece Kelebeği. Haydar Karataş’ın edebiyatının gücüne anlam katan en büyük öğe de kimlikleri çok fazla da insan tekinin gözüne sokarak anlatmaktan çok korkunç bir yoksulluk üzerinden anlatmasında gizli demeliyim. Değil mi ki; “isyan bastırmak” zulmü, katliamı altında yaşatılan bütün acıların, sürgünlüklerin arka planı devasa yoksulluklarla ilintili. Haydar Karataş bunu ziyadesiyle başarmış.

Belki de Gece Kelebeği ile birlikte mutlaka okunması gereken “Bir Dersim Hikâyesi”yle Murathan Mungan’ın 23 edebiyatçıya yazdırdığı hikâyelere bu noktada vurgu yapmak gerek. Kitabın hikâyelerini yazanlar “Hikâyeleri anlatılan insanların ancak var olabileceği” vurgusu üzerinden yola çıkıyorlar. Büyük bir zulmün kan döken kılıcına çaresiz insanların bedenleri pahasına kalkan olamayışlarının trajedisi “Bir Dersim Hikâyesi”. Ve değil mi ki; Dêrsim Coğrafyası dediğimiz ve adı Kürdistan olan coğrafyanın bir parçası olan mekânlar, yaşatılan onca zulme karşılık, “Sırtlarında çarmıhlarıyla çıkabilecekleri tek yer, dağları olanlar”ın yurdu.

Binnaz Öner’in Evrensel Yayınlarından çıkan “Geride Kalanlar” romanı yaşatılan Ermeni katliamının katliama boyun eğip infazı bilerek yola çıkan büyüklerinin geride bıraktığı 16 genç Ermeni kızı üzerinden sadece Ermeni malının mülkünün değil, kızlarının da Müslümanlaştırılıp nikâhlanarak paylaşımının Antep coğrafyasındaki izdüşümünü anlatmış. Kitap, zalim paylaşımın vardığı noktanın ve açgözlülüğün dur durak bilmez vahşetinin noktasını sanki ilerde yazacağı başka romanlarına bırakmış gibi,.

Pakrat Estukyan, Hay Hikâyeler’de sıkı gözlemciliğinin ve gazeteciliğinin artısını ustaca kullanıyor. Özür, alay eder gibi, Nisan Anıları, Hısım, 11+1 Cek Hayrabedyan, Terminal Röle’nin Dengbêji Apê Garabed, Viva İnternationale öyküleri sağlam öykü geleneğinin kalıcı metinleri olacak düzeyde.

Burhan Sönmez’in Masumlar’ından önce Kuzey romanını okumuş ve güçlü bir edebiyatın sesini duymuştum. Nitekim Masumlar’la Burhan Sönmez bunu ziyadesiyle kanıtladı. Üç kuşaklık bir Kürt ve Kült sürgünlük hikâyesinin edebi anlatısını yazmış romanında Burhan Sönmez. Geçen yüzyılın başında Kürdistan’dan Orta Anadolu’ya yaşatılan sürgünlük çerçeveli Kürt göçü, İstanbul ve Avrupa. Adı “Biranî Tavo” olan Baba Tanrı ruhu sinmiş Burhan’ın güçlü edebiyatına. Yüzü Kürdün yaşadığı büyük ve acı trajediye dönük ama edebiyatın evrensel değerlerini de dikkate alarak romanlaştıran bir ustalıkla yazmış Masumları Burhan Sönmez.

“Edebiyatın kin tazelemek için değil, hafıza tazelemek için yapılması gerektiği” gerçekliğinden hareketle aslolanın ve akılda kalanın hikâyeler olduğu gerçekliğini asla göz ardı etmeden iyi edebiyatın kalıcı olacak olan edebiyat dostluğunun yüzü suyu hürmetine…