Kült yönetmen Adam Curtis’in son belgeseli, sadece sinemaseverler için değil, günümüzün siyasi ve sosyo-ekonomik yapısını anlamaya çabalayan herkes için kaçırılmaması gereken bir başyapıt

Hipernormalleştirme

“Post-gerçeklik dünyasına hoş geldiniz. Gerçek olmadığını biliyorsunuz. Ama yine de normal olarak kabul ediyorsunuz" diyor Adam Curtis. Ekim ayında BBC iPlayer'da yayınlanan epik belgeseli 'HpyerNormalisation' 40 yılı aşkın bir dönemin politik ve kültürel tarihine çarpıcı bir bakış açısı getiriyor. Belirsizlik ve karmaşada kaybolduğumuz, politik dünyada neyin gerçek neyin sahte olduğunu anlayamadığımız bir çağdayız. Bu çağda bize söylenenler ve kavramlardan mantıklı bir bütün çıkmıyor. Her gün tahmin edilmesi güç, kontrolden çıkmış gibi görünen olaylar oluyor. Ama her şeyi normal kabul etmeye devam ediyoruz.

Curtis, son belgeselinde Sovyet bir yazardan hipernormalleştirme kavramını ödünç alarak günümüz dünyasına ışık tutmaya çalışıyor. A.B.D. seçimleri öncesinde çıkan 'HyperNormalisation', o dönemde Trump'un kazanma ihtimalini fazla ciddiye almakla eleştirilmişti. Ancak seçimlerden sonra Amerika'da en çok konuşulan belgesellerden birine dönüştü.

1983'ten bu yana BBC arşivlerini kullanarak çektiği belgeselleriyle eşsiz bir külliyat oluşturan Curtis, zaman ilerledikçe eserleri daha kıymetli hale gelen bir auteur. Her filminde aynı anlatım tekniklerini uygulayan yönetmenin, kolaj belgesel türünde kendine özgü bir tarz yarattığını söyleyebiliriz. Ekranı kaplayan metin uygulamaları, çoğu zaman ambient ilhamlı sıradışı müzik kullanımı, dinamik bir kurgu, trajikomediyi vurgulayan görsel seçimleri artık onun alametifarikaları. Curtis, ideolojik yaklaşımı ve gazetecilik prensipleriyle eski usul bir ekole bağlıyken, biçimsel olaraksa dijital tüketim çağıyla uyumlu yeni bir dilin peşinde. Nitekim bu ikisinin füzyonu, Curtis'in sinemasını benzersiz kılan şey.

İngiliz yönetmenin kendine has bir sinema dili ve ritmi olduğu gibi müzik seçimlerinde de benzersiz tercihleri var. Son filmindeki seçkisi, Brian Eno'dan Aphex Twin'e, Shostakovich'ten Burial'a, Suicide'dan Nine Inch Nails'a kadar uzanan geniş bir yelpazeye sahip.

Gerçek olmayan bir dünya

'HyperNormalisation' izleyiciyi 1975'te New York ve Şam'dan başlayarak günümüze kadar uzanan bir yolculuğa çıkarıyor. Bu yolculukta Reagan, Bin Laden, Bush, Suriye, Brexit, Trump pek çok duraktan bazıları. Curtis, bu filminde de bir kez daha araştırmacı gazeteci ekolü ile politik sinemanın günümüze özgü taze bir birleşimini sunuyor. Amerika'daki bankacılar, Ortadoğu, Beyaz Saray ve İngiltere arasında mekik dokuyan bir kurguyla, finansın şehirleri ele geçirmesi karşısında çaresiz kalan politikanın ve gazeteciliğin günümüzdeki durumunu gösteriyor. Curtis'in sesli yorumlar ile görüntüler arasındaki kontrasta dikkat çekmek konusundaki mahareti 'HyperNormalisation'ın en güçlü yönü.

Curtis'in bu filmdeki başarısı, basit politik aksiyonların veya algı yönetimi stratejilerinin nasıl karmaşık sosyolojik sonuçlar verdiğini ortaya çıkartırken sergilediği eforda yatıyor. 40 yıla yayılan bir anlatının peşinden giderken, siyasi hareketlerin ve toplumsal dönüşümlerin yanı sıra politika kavramının kültürel ve semantik dönüşümünün de izini sürüyor. Bu bağlamda 'HyperNormalisation', Curtis'in 30 seneyi aşan filmografisinin mükemmel bir özeti olarak da görülebilir.

Konuşan kafa belgeselleri ya da hangi yöne gideceğinizi işaret eden politik belgesellerin anlatım şablonlarından alabildiğine uzak duran bir film 'HyperNormalisation'. Bu yüzden Curtis pek çok belgeselcinin aksine, politik realitenin gerçeklikle bağını çoktan yitirişindeki trajikomik sonuçlarını muazzam bir şekilde gösterebiliyor. Siyasal kutuplaşmanın zihinlere her geçen gün daha fazla tesir ettiği, kutupların sadece kendi seslerinin ekolarında kaybolduğu günümüzde, bu sonuçları anlamaya her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğu kesin.

Not: Yönetmenin 'HyperNormalisation'a bir giriş mahiyetinde çektiği 5 dakikalık kısa filmi 'Living in an Unreal World'a VICE veya Youtube üzerinden ulaşabilirsiniz.