Gelmek gibi bir niyeti olsa mutlaka haberim olurdu. Çünkü faşizm öyle parmaklarının ucuna basarak sesiz sedasız gelmez.

Gelmek gibi bir niyeti olsa mutlaka haberim olurdu. Çünkü faşizm öyle parmaklarının ucuna basarak sesiz sedasız gelmez. Gelişini, su katılmamış bir faşistte demokrasi pırıltısı gören ideolojik körler ve güç yardakçıları dışında herkes anlar.

Faşizm üzerine kuramsal çalışmalar yapanlar başlıca iki koşula vurgu yapıyorlar: (1) Ciddi bir ekonomik çöküntü ve buna eşlik eden toplumsal umutusuzluk hali. (2) Bütün sorunların aşılabileceği ve muhayyel bir geçmişteki güzel günlerin geri geleceği umudu vaad eden, sorunlar için sorumlu (düşman) gösteren, bütün üstün değerlerin kendinde cisimleştiği ve tüm toplumun bunları benimsemesi gerektiği söylenen bir zorba lider. Faşizmin ortaya çıkması ve kitle desteği için ilk koşul gerekli ama ikinci koşulun her durumda gerekli olduğunu sanmıyorum. Devlet kurumları pekala o işi görebiliyor.

Buradaki sorunlara bir ekonomik çöküntü ve umutsuzluk hali demek için zorbanınki kadar izanla ipleri koparmış bir akıl lazım. Yaşananlar, HK üreticilerinin Çin’e taşınması, son on yıldır yaşanan göçmen akışı, ekomiye Çin’den büyük miktarlarda kara para girişi, Çinli turist sayısındaki büyük artış vs. gibi gerçeklerin sonuçları. Devam edecek…

Mustafa Suphi Baltacı

3 Ağustos tarihli Radikal’deki “Bir yıldız kaydı kimsenin haberi olmadı!” başlıklı haber canımı acıttı. Eski dost Mustafa Suphi Baltacı 2 Ağustos günü sessiz sedasız bu alemi terk etmiş. O gür çıkan ama mizacı kadar yumuşak davudi sesi gibi buraları usulca terk etmiş. 12 Eylül’cü canilerin cezaevindeki varlığımıza bile tahammül edemedikleri o günlerinde, bir süre Gölcük Konca’da birlikte kaldık.

12 Eylül öncesi bazı önemli oyunlarda rol almış eğitimli bir tiyatrocuydu. TKP’liydi; fakat diğer TKP’liler gibi “zararsız” ve konformist değildi. Direnişlerde ve diğer olaylarda aramızda yer alırdı.

Eğitimli sesi ve müzik bilgisiyle çok güzel şarkı-türkü söylerdi. O kadar güzel şiir okuryan birine daha rastlamadım. O şiir okurken, siz o şiiri yaşardınız. Çok güzel fıkra anlatırdı ve kendisine çok yakışan bir suç işlemişti: Fıkra anlatmak. Suçu, 12 Eylül faşizminin nasıl bir akılsızlığın eseri olduğuna kanıt sayılır.

Fıkra şöyle: Ringo barın kapısına bir tekme atıp “Hieyyt benim adı Ringo” diye seslenmiş. Bardakilerden biri “Ee ne olmuş yani, benim adım da Ringo” demiş. Diğeri “O zaman senin adın Mustafa Ringo olsun” demiş. Kahvedeki bir vatanperver muhbir de M. Suphi’yi gammazlamış. Faşist akıl bu fıkradan “Atatürk’e hakaret” suçlaması çıkardı ve bir buçuk yıl ceza verdi.

Aldığı cezanın infazı için sivil cezaevine gitti ve bir daha görüşemedik. Ara sıra oynadığı filmlerde görürdüm. Özellikle, adeta bugünlerin prototipi olan “ahlaksız, üçkağıtçı dindar” tiplemesi kalmış aklımda. Güle güle git eski dost Mustafa Suphi…

Kadınlara uyarı:

Siz “yaşıyorum ulan!” der gibi şen bir kahkaha patlatınca, insanlığı birkaç bin yıl geriden izleyen bu insansı “erkeg”ler cünup oluyormuş, o kadar yani... Siz ki erkeklerin bütün günahlarından sorumlusunuz, bir de bu günahı işlemelerine sebep olmayın; günah defteriniz kabarmasın.

Yahu, biz onu “insan içinde konuşma!” diye uyarıyor muyuz ki; o kadınları “insan içinde kahkaha atmayın!” diye uyarıyor…

Bu zatın başına ne geldiyse, görgü, zarafet, ahlak dersi vermeye kalkıştığında geldi. Dili biraz çözülünce ruhu ve aklından geçenler de fâş oluyor. Belli ki o nezaket cilasının altında ağır bir pasif saldırganlık defosu var (bizi ilgilendiren, dinsel-ideolojik nedenler). Adı geçince tahtaya üç kez vurun, evlerden ırak olsun…