İç savaşa sürüklenen ülke ve MHP

MHP, 1970’li yıllar boyunca şiddeti körükleyen adeta sıkıyönetim ve sonrasında askeri darbe gibi müdahalelere zemin hazırlama işlevi gördü. MHP’nin ismi bir dizi iddianamede, Türkiye’nin devrimci, demokrat ve ilerici birikimine dönük yapılan silahlı saldırılarda geçti

68 Devrimci Gençlik Hareketi’nin etkisiyle, 1970’li yıllara girilirken sol, ülkede yoksulluğa, adaletsizliğe ve bunların kaynağı olan emperyalizme karşı mücadele ediyordu. Hem öğrenci hareketinin geldiği nokta hem de işçi sınıfının 15-16 Haziran Direnişi gibi örgütlü mücadeleye girişmesi, kapitalist düzen için kabul edilemezdi. Bunlar ABD öncülüğündeki Batı Bloku’nun soğuk savaş yıllarında Türkiye’ye dayattığı konseptin dışında gelişmelerdi ve “tehlikeliydi”. Batı emperyalizmin Türkiye’ye biçtiği ‘ileri karakol’ rolünün sarsılmaması amacıyla düzeni koruyacak şekilde kontrgerilla tarzında örgütlenmeler de aynı dönemde başladı.


ÜLKÜCÜ KOMANDO KAMPLARI

MHP kurucusu Alparslan Türkeş, 1950’li yıllarda ABD’de ‘gayri nizami harp’ eğitimi almıştı. ABD’de alınan bu eğitimin sonraki siyasal hayatında özellikle “komünizmle mücadele” stratejisinde özel bir yere sahip olduğu anlaşılıyor. Türkeş’e yakın olduğu bilenen birçok isim, daha sonraları CIA bağlantılı Özel Harp Dairesi’nin desteğiyle 1960’lı yılların sonunda oluşturulan “komando kamplarıyla” anıldı. Ülkücüler, Özel Harp Dairesi’nin çalışanı gibi hareket etti.
İlki 1968 yılında İzmir’de kurulan komando kamplarının amacı sokakta devrimcilere ve hak arama eylemlerine müdahale edecek gençleri eğitmekti. Yetiştirilen faşist güçler bu tarihten itibaren Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) ve Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun (FKF) toplantılarını basmaya başladı. Okullarda saldırılara başladı. Türkeş, bu faşist kampları, “Komünistler memleketi sahipsiz sanıp da sokak hâkimiyeti kuramazlar. Onların anlayacağı dilden konuşacak, memleketçi, milliyetçi çocuklar vardır. Bunun için gençlerimizi mücadeleci olarak yetiştiriyoruz” diyerek savunuyordu.

Sayıları zamanla 100’ü bulan bu komando kamplarında yetiştirilenler, 1970’li yıllar boyunca faşist terörü tırmandıracaktı. Buralarda daha sonra bir dizi karanlık ve kanlı eylemlerde karşılaşacağımız isimler de yetişecekti. Bunlardan biri de Enver Altaylı’dı. Altaylı, hem CIA ve MİT bağlantılarının tam ortasında bulunuyor hem de MHP’nin yayın organı Hergün gazetesinde başyazar oluyordu.

FAŞİST TERÖR DÖNEMİ

1970’li yılların ortasından itibaren devrimci hareketlerin güçlenmesinin ardından MHP’nin her il ve ilçe teşkilatı adeta bir iç savaş örgütü gibi çalışmaya başladı.

Milliyetçi Cephe (MC) hükümetlerinin resmi ideolojisi antikomünizmin etkisiyle bir tarafta resmi kolluk kuvvetleri, bir tarafta ülkücü faşist komandolar, devrimcilere karşı tüm ülkede saldırı başlattı. Üniversiteler, demokratik kitle örgütleri, aydınlar ve Aleviler yoğun saldırı altındaydı. Bu dönemde ülkeyi önce sıkıyönetime daha sonra bir askeri darbeye götürebilmek için mezhepsel temelli katliamlar da yapıldı.

1978 Maraş Katliamı bu ortamda düzenlendi. MHP ‘Altın Hilal’ olarak ilan ettiği Çorum, Amasya, Tokat, Sivas, Erzincan, Malatya ve Maraş gibi kentlerde mezhepsel gerilime dayanan provokasyon ve sabotaj saldırıları düzenliyordu.

Egemen sınıflar ekonomik olarak da baskı altındaydı ve düzeni devam ettirecek güçleri tükeniyordu. Sokakta devrimcilere saldıran MHP, Turgut Özal’ın mimarı olduğu 24 Ocak Kararları’na da Meclis’te ses çıkarmıyordu.

MHP’NİN TOPLUMSAL TABANI

1969’da CKMP’nin MHP’ye dönüşmesinin ardından, MHP 1980 öncesinde girdiği tüm seçimlerde yüzde 3-6 bandını aşamadı. Kent merkezlerinde marjinal kaldı ve özellikle batıdaki kentli seçmen tarafından tercih edilmedi.

Türkiye 1970’li yıllarda tekelci bir kapitalistleşme süreci yaşıyordu. Geleneksel yaşam ve üretim tarzı kapitalist modernitenin kuşatması altındaydı. Bu kültürel ve ekonomik değişim sürecinde özellikle Orta ve Kuzey Doğu Anadolu taşrasında yaşayan muhafazakâr kitleler tedirgin oldu. Değişime ayak uydurmakta zorlanan, mülksüzleşen ve ‘proleterleşme’ tehdidi hisseden bu kesimleri MHP örgütlemeye başladı. Bu kesimler ve coğrafyalar tarihsel olarak MHP’nin oy merkezleri oldu.

MHP VE ASKERİ DARBELER

MHP, 1970’li yıllar boyunca ülkeyi yönetmeye talip bir politika geliştirmedi. Topluma tutarlı ve uygulanabilir bir iktidar modeli sunmadı. Sola karşı sokakta tutum almaktan öteye geçmedi. MHP’nin ana politikasına göre, Türkiye sokakta kargaşaya sürüklenecek ve böylece asker müdahaleye zorlanacaktı. Bu politik tarz 1970’li yıllarında sonunda öylesine güçlü bir şiddet sarmalına dönüşmüştü ki MHP yönetimi için tek çare sağ ve antikomünist bir askeri darbe oldu. Bu dönemlerde Türkeş’in önce sıkıyönetim sonra da darbe çağrısı yaptığı onlarca konuşması var.

MHP, 12 Mart 1971 Askeri Darbesi’ne açıktan destek verdi. Türkeş bu darbeyi, “Nöbeti 12 Mart Muhtırası ile şerefli Türk ordusuna ve Mehmetçiğe emanet ettiğini” söyleyerek onayladı. MHP için 12 Mart Darbesi özellikle solun devlet kadrolarından temizlenmesi açısından önemliydi.

Benzer durum 12 Eylül Askeri Darbesi için de geçerliydi. Ülkücülerin cuntanın tahayyül ettiği ülke ve toplum yapısına esasen bir itirazları yoktu. Üstelik 1979’da Genelkurmay Başkanlığı’nda hazırlanan bir raporda, ‘Ülkenin komünist olmasını önleyen eylemci sağ siyaset’ olarak tanımlanıyorlardı. MHP bir yandan ülkede darbe olması için var gücüyle çalışırken darbeciler de daha o günlerde onları bir “mücadele arkadaşı” olarak görüyordu. Yukarıda belirtildiği gibi, bu devlet arşivlerine de yansımıştı.

Türkeş, darbe sonrası Evren’e yazdığı bir mektupta, “12 Eylül gününden bu yana vaki beyanlarınız, bizim de yıllardır savunmaya çalıştığımız ve bundan sonra da her şart altında savunmaya devam edeceğimiz düşüncelerimizin değişik bir üslupla teyidi niteliğindedir” demekteydi. Hayal kırıklığı ve şok ise cuntanın bunu gerçekleştirmek için bazı ülkücü kadroları seçmeyip onları hapse koymasından ve yargılamasından kaynaklanıyordu.