Melih Günaydın’dan gerçek ile tahayyül arasında kehanet gibi bir polisiye: "Buzlar Çözülünce". Günaydın, geniş bir perspektifte iki antikahramanın bakış açısından günümüz Türkiye’sini mercek altına alıyor.

İki antikahramandan günümüz Türkiye’si
Melih Günaydın

Fatma AKTAŞ

İlk romanı Sürgün Avı’yla 2020 Kayıp Rıhtım Yılın En’lerinde Yılın En İyi Yerli Polisiyesi seçilen, aynı sene Kristal Kelepçe Ödülleri’nde finalist olan Günaydın, oldukça geniş bir perspektifte iki antikahramanın bakış açısından günümüz Türkiye’sini mercek altına alıyor.

Bu merceğin odağında pek çok kritik ve güncel mesele var: göçmen sorunu, çocuk istismarı, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, dijital dünyanın yakın dönem riskleri ve metaverse…

Özellikle son günlerde tekrar gündeme gelen ve global anlamda yankı uyandıran “çocuk istismarı” meselesi adeta bir kehanet gibi romanın merkezinde yer buluyor.

Melih Günaydın ile Düşbaz Kitaplar etiketiyle okurla buluşan son romanı Buzlar Çözülünce’yi konuştuk. 

Buzlar Çözülünce

Melih Günaydın

Düşbaz, 2024

-Romanının adıyla başlayalım isterim: Buzlar Çözülünce. Buradaki BUZ ifadesi hem romanın fiziki iklimini veriyor hem de içerikte çizdiğin temanın atmosferini. Buzlar çözülüyor ve bahar geliyor mu?

Olayın genel atmosferini yansıtmasının yanı sıra isim, metaforik anlamda da örtbas edilmeye, dondurulmaya çalışılan kirli sırları temsil ediyor. Çözülmeyle birlikte değişim, aydınlanma ve özgürleşme başlıyor diyebiliriz. Daha mikro ölçekte düşünürsek; karakterlerim Ali ve Defne’nin de iç dünyalarında dondurup rafa kaldırdıkları hisler ve anılar da çözülüyor. Baharın gelişi, bu değişim ve dönüşümün kalıcılaşmasıyla da geliyor diyebilirim.

-Romanında dikkatimi çeken başka bir nokta, antikahramanların varlığı ki polisiyede pek rastlamayız. Defne emniyet teşkilatında komiser değil mesela, keza Ali de tutunamayanlar sınıfına dahil edilebilecek biri. Memo ayrıksı. Bu seçim üzerine neler söylemek istersin ya da bu seçim üzerinden ne söylemek istedin?

Polisiye ve suç türünde sıkça kullanılan klişelere kafa tutmak için ilk romandan beri çok çaba harcıyorum. Olayın çözüme kavuşmasındaki kilit rolü de her zaman sıradan karakterlere vermeyi tercih ediyorum. Defne erkek egemen dünyada sırf kadın olduğu için komiser olmasına izin verilmeyen idealist ve yetenekli bir polis memuru, dolayısıyla o da teşkilat içinde antikahraman. Öte yandan Ali Cihangir’de bohem hayat süren bekâr bir erkek olabilecekken, duvarda gördüğü çizimlerin üzerine gidiyor ve yine bir antikahraman olarak vakanın çözümünde önemli bir rol oynuyor. Keza Memo da farklı ama işinde gücünde insani yönü gelişmiş, klişelerden uzak bir kahraman. Buradaki temel amacım, okurun karakterlerimle daha rahat özdeşlik kurarak hikâyenin bir parçası haline gelmesi ve bu sayede farklı bir okuma deneyimi yaşaması elbette.

-Suç kurgusunu kullanarak toplumsal sorunlara dikkat çekme amacın neydi? Okurlarına hangi mesajları iletmek istedin? Ya da mesaj iletmek gibi bir kaygın var mı? Bu noktada yazar sorumluluğu var mıdır ya da olmalı mıdır sence?

Halkı eğitmek ve aydınlatmak gibi didaktik bir görevim olduğunu düşünmüyorum. Fakat ürettiğimiz şeyler sadece edebi eserler olmaktan ziyade, gelecekte insanların dönemin ruhunu anlamak adına başvuracağı belgeler olma özelliğini de taşıyor. 2023 Türkiye’sindeki ve dünyadaki dönen çirkin tezgâhları, kadınlara uygulanan bedensel ve ruhsal zorbalığı, farklı cinsel kimliklerin ortak mağduriyetlerini olduğu gibi yansıtırken, unutulmayacak bir kurguyla okurun zihnine kazımak istedim.

-Buzlar Çözülünce’nin ana teması olarak tek bir suçtan bahsedemeyiz. Tercihinin sebebi ve bu suçlarla mücadele etme süreçleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Tek bir suçtan bahsedip onu etraflıca anlatmak da bir seçenek olabilirdi, hatta bununla ilgili geliştirici bir eleştiri de aldım. Fakat benim için ülke olay yerine dönmüşken birbiriyle mutlaka bağlantısı olan çocuk istismarı, refakatsiz sığınmacıların kimsesizliği, travestilerin ötekileştirilmesi    gibi suçun sadece bireysel bir eylem değil sınıfsal, ekonomik ve politik bir eylem olduğunu aktarmak önceliğimdi. Keza inanılmaz bir hızla büyüyen dijital evren ve bu evrenin yeni konumu. Mücadele insanları çok çaresiz bırakan bir nokta bu çünkü gerek Buzlar Çözülünce’de gerekse Epstein vakasında da görüldüğü gibi sapık ruhlar toplumun en alt kademesinden en umulmadık katmanlarına kadar sızmışlar. Kontrolsüz güçleri ve mutlak hâkimiyetleri var. Bununla baş etmek için toplumun farkındalığını artırıp bilinçlendirmek gerek. Belki de burada edebiyatın toplumsal sorunları açığa çıkarmada öncü olma gibi bir amacını güdebiliriz.

-Kitabındaki karakterler arasında en çok bağ kurduğun veya yazarken en çok etkilendiğin kimdi? Neden?

Defne diyebilirim. Daha önce söylediğim gibi kendimi ve sınırlarımı zorlamayı seviyorum. Kadın bir karakter yazmak, onun ruhsal ve bedensel farklarını simüle etmek benim için bir düelloydu. Hatta okurlarımdan gelen tepkilere göre Defne çok maskülen bulundu ama bu seçim, benim bir kadını yansıtamamaktan ziyade ilham aldığım kadınlarla ilgili sanırım. Zira annem cevval bir Trabzon kadını, yerine göre savaşçı ve mücadeleci bir ruh. Eşim hem sanatsal bir ruha hem de analitik zekâya sahip, teknik konularda yetenekli, eli matkap da kalem de tutabilen bir kadın. Belki de ben çevremdeki sıradışı ve maskülen kadınları ister istemez Defne’ye yansıttım.

-“Gerçek bir şekilde yazılmış her şey güzeldir” der E. Hemingway. Gerçek ile tahayyül arasındaki sınır bir suç polisiyecisi olarak sizde nasıl konumlanır?

Polisiye yazarları genellikle hayal ürünü olaylar ve karakterler yaratır. Bu bağlamda, ben de polisiye yazarı olarak gerçeklik ile tahayyül arasındaki sınırların nasıl konumlandığını düşünüyorum. Öykülerimiz gerçek dünyadan ilham alsa da kurgusal unsurlar ve yaratıcı öğelerle şekillenir. Buzlar Çözülünce'de de gerçeklik ve hayal gücünün kesişiminde ilerledim. Roman, gerçek dünyadaki toplumsal sorunlara dikkat çekerken, aynı zamanda spekülatif ve kurgusal unsurlar içeriyor. Yani gerçeklik ve hayal gücü arasındaki sınırlar, polisiye türünde yazarın özgürlüğünü ve yaratıcılığını ifade eder.

-Hansel ve Gretel üzerinden çok şey söylüyorsun romanda. Şimdi yeni yeni gündeme gelen çocuk istismarı konularına bakıyorum da, Buzlar Çözülünce’nin bu anlamda da kehanet gibi bir roman olduğunu anlıyorum. Senin çocuk istismarı konusuna odaklanmanın nedeni neydi?

Hansel ve Gretel göründüğü kadar masum bir masal değildir, Alice Harikalar Diyarı da öyle. Bunlar geçmişte anlatılan ya da kaleme alınan onlarca eserden iki tanesi. Bu anlatılar romanım için metareferans oldu. Ben de o çocuklar gibi ardımda ekmek kırıntıları bırakarak hem Ali ve Defne’nin hem de okurun peşime düşmesini istedim. Atmosfere ve mekânlara da baktığınızda kocaman bir masal görebilmek mümkün, hatta işin içine metaverse evrenini katarak bunu sanal gerçeklikle mümkün de kıldım. Türkiye İşçi Partisi geçtiğimiz günlerde bir yazı yayınladı, orada istismarın boyutunun bir kısmını gördük. Bir kısmını diyorum, çünkü Dünya Sağlık Örgütü’nün tespitine göre 32 bin çocuk istismar nedeniyle hayatını kaybetmiş ve bunlar DSÖ’nün tespit ettikleri. Peki ya tespit edemedikleri ya da tespit ettirilmeyenler? Taze bir baba olarak kızım çevremde büyürken bu aşağılık duruma tepkisiz kalmam mümkün değildi.

-Çocuk istismarının geçmişi aslında oldukça eskiye dayanıyor. İlk ayyuka çıktığı nokta, Pizzagate skandalıydı. Kitabınızda teknoloji ile bu konuyu ilişkilendirirken nereden yola çıktınız?

Bu zamana dek röportajlarımın tamamında romanımın spekülatif bir yönü olduğundan bahsettim.  Pizzagate bunların başında gelenlerden ve gönderme yaptıklarımdan bir tanesi, politik ve siyasi çevrelerdeyse en yankı bulanıydı. Daha sonra Wayfair gibi bir ticaret sitesinde DarkWeb’e bile gerek kalmadan bu ticaretin nasıl yürütüldüğü gündeme geldi. Sonraysa Epstein vakası ve çifti gündemimize girdi. Burada tehlikeli bir durum var çünkü istismar sulandırılamayacak bir konu, dolayısıyla bu spekülatif olaylara yaklaşırken dikkatli olmalıyız. Aslında bu örgütlerin dönemin teknolojisiyle nasıl ilerlediğini, kendilerini bu teknolojilere nasıl entegre ettirebileceklerini sezebilmek açısından bu haberleri dikkatli okumak çok değerli. Fakat iyi araştırılmadan ve ispatlanmadan bize sunulan gerçekdışı gündemlere takılıp kalmak da çocuk istismarının ciddiyetini azaltabilir. Fakat Epstein çifti için bu durum geçerli değil, en azından bütüne bakınca değil.

-Sizce Türkiye’den kaçırılan çocuklar mevzusu tam olarak nereye gidecek? Kitabınızda, Türkiye içindeki istismar vakalarına dikkat çekiyordunuz; sizin çizdiğiniz perspektifte global düzeydeki “buzulların” tablosuna ulaşmak mümkün mü?

Bu konuya dikkatli yaklaşmamız gerekiyor. Epstein vakasında Türkiye’den kaçırılan çocukların olup olmadığı konusunda kesin bir kanıt yok. Bir Türkiyeli kadından bahsediliyor, ismi medyada çokça geçti ama mahkeme kadını korumak için haklı olarak gizlemeye çalışıyor. Fakat buradaki en önemli nokta, Epstein’in pilotuna Türkiye uçuşları hakkında soru yöneltilmesi. Demek ki Amerikan mahkemesinin bu topraklarda şüpheleri mevcut. Dikkatli okumamız lazım. İngiltere’de son senelerde reşit olmayan refakatsiz sığınmacıların barındırıldığı otellerden 136 refakatsiz çocuk kaybolmuş. Bu merkezde çalışanlar ya da oraya komşu olanlar, gençlerin sokakta kaçırılıp lüks arabalara bindirildiğinden bahsetmiş. Reşit olmayan çocukların fuhuşa nasıl sürüklendiği konusunda ifadeler de mevcut. Denetimin üst düzey olduğu İngiltere’de durum böyleyken ne yazık ki kontrollerin zayıf olduğu ülkemizde, kriz anlarını pusuda bekleyen bir örgüt için Türkiye açık bir pazar. Bunu başka suçlarda anbean görüyoruz; uyuşturucu, suikastçılar… O yüzden mahkemenin işaret ettiği global anlamdaki bu suç ağının Türkiye ayağına devlet erkleri mutlaka mercek tutmalı, geri kalmamalı. Sonuç beklediğimizden de ağır olabilir.

-İstismar vakalarında güncel siyasi otoritelere herhangi bir girişim henüz görünmüyor. Sizin kitabınızda ise yürütülen soruşturmanın ucu yerel siyasilere kadar uzanıyordu. Bu bağlamda, Epstein vakasının özellikle globalde varabileceği en uç noktaya dair neler düşünüyorsunuz?

Türkiye’nin adı geçtiği andan itibaren spekülasyonlara mahal vermeden olaya dahil olmalıydık. Şimdi herkes araştırmadan, derine inmeden karalamaya başladı bile. Söylediğim gibi; bu ve benzeri sulandırma çabalarının hemen önüne geçip davayı yerinden takip etmeliyiz. Muhatap olduğumuz her yerde mahkemeyle işbirliği içinde olmalıyız, ama bu topraklarda mümkün mü? Çok zor. Uyuşturucu ve fuhuş baronları devlet erkleriyle birlikte poz vermesine rağmen kılını kıpırdatamayan bir oluşumdan bahsediyoruz. Bu yüzden bizlere çok iş düşüyor, yani sanatçılara ve edebiyatçılara. Farkındalığı artıracak her türlü üretimin içerisinde yer alarak topluma ayna tutabiliriz. Epstein vakası global anlamda çok şeye gebe görünen bir olay, o ki devletin tüm üst kademelerine sıçarmış. Amerikan’ın alacağı doğru tavır, çocuk istismarında öncü olacaktır.

-İlk romanın olan Sürgün Avı'nın ardından Buzlar Çözülünce'yle devam ettiğin polisiye serüvenini gelecekte nasıl şekillendirmeyi düşünüyorsun?

Üçüncü romanım çatısını kurdum. Karakterlerimi çizmeye başladım. Yine göçmen ve azınlık sorunu üzerine yoğunlaşıyorum. Fakat bu sefer sınıf çatışmasına etraflıca değineceğim. Geçmişe yolculuk edeceğiz, farklı bir siyasi dönemde iki ülke arasında yolculuk edeceğiz. 1974 Dünya Kupası’nda işlenen bir cinayeti 2006 Türkiye’sinden okumaya gayret edeceğim. Hem de sıradışı özel bir dedektifle.