İzmir Depremi’nin ardından gözler Türkiye’nin imar düzenine, oradan da bu kentsel düzenin bir özeti olarak görülebilecek son imar affına çevrildi! Çevre ve Şehircilik Bakanlığı verileri Türkiye genelinde yapıların yarısının imar mevzuatına aykırı olduğunu söylüyor. 2018 Genel Seçimleri’nden hemen önce çıkarılan aftan yararlanan 7 milyon bina, vahametin sayısal ifadesi!

Bu vahim tablonun altındaki en büyük imzanın AKP iktidarına ait olduğu tartışmasız! İmar Barışı adı altında hem oy hem de 24 milyar lira toplarken, kapsama alınan yapıların ne koşulda olduğuna bakılmadı bile! Kentsel dönüşüm alanı ilan edilen yerlerde af öncesi koşullara dönüleceği maddesi sorunu çözmüyor; başvuru belgesi, birçok sorunlu bina için müdahaleyi engelleyen bir kalkan işlevi görüyor. Deprem fonunda toplanan büyük kaynağın nasıl kullanıldı sorusu ise sessizlikle geçiştiriliyor!

AKP sorumluluğu ne kadar büyük olursa olsun, yaşamlara kast eden bu imar düzeninden tek başına AKP’yi sorumlu tutmak sorunu gerçek boyutlarıyla tespitinden kaçmak olur. 1999 Marmara Depremi 15 bin insanı öldürdüğünde AKP kurulmamıştı. O dönemde toplanan deprem vergilerini dönemin Başbakan’ı Ecevit, ekonomiyi canlandırmak için kullanacaklarını ifade etmişti.

Kuşkusuz son dönemde yaratılan kentsel yapılı çevrenin, sermaye birikiminin en kritik öğesi haline gelmesinden kaynaklanan bir özgünlüğü var. İmar düzenindeki bozulma bu nedenle diğer dönemlerdekine büyük fark attı. Ne var ki bu rant makinasının tek başına AKP iktidarı tarafından işletildiğini düşünüyorsak bu da maliyeti yüksek bir yanılgı olur. Merkezinde AKP’nin olduğu rant-imar asamblajının halkalar biçiminde dışa açıldığını ve çok kesimli bir ittifak haline geldiğini görmek zorundayız.

Kentleri talan eden imar planları değişikliklerini üst ölçeklerde büyükşehir meclislerinde AKP ağırlığı onaylarken, muhalefetin hâkim olduğu ilçe belediyeleri, “ruhsat parası” alacağız gibi gerekçelerle aynı kararları alt ölçeklerde onaylamadılar mı? İmar kararlarını oylayan müteahhit meclis üyeleri sadece iktidar partisine mi mensup? Ya da emlak komisyoncularını üst sıralarda meclis üyesi yapan sadece iktidar partisi mi? İnşaat şirketlerine direnen belediye başkanlarının bir daha aday gösterilmemesi için bu güçlerin muhalefet genel merkezlerine baskı yapışına şahit olmadık mı?

İmar asamblajının diğer parçalarına da bakalım! Kent suçu sayılan birtakım yapıları, onca karşı bilirkişi raporu ve mahkeme kararından sonra aklayıp yol veren profesör ünvanlı akademisyenler bilmiyor muyuz? Tarihi okulları AVM’ye çevirmek isteyen imar planı kararlarının iptali yönünde rapor yazan yüz akı genç hocalar karşısında aynı şirket için para alarak bilirkişi raporu yazan ünvanı kalabalık hocaların raporları arşivlerimizde durmuyor mu? Gökçek gibi bu bozuk imar düzeninin temsilcileri ile odalar mücadele ederken, onun uygulamalarının önünü açmak için devreye giren eski oda yöneticilerini unutmamız mümkün mü? İmar planı değişikliklerine direnen meslek odası yöneticilerini hedef haline getiren imar asamblajının medyadaki temsilcilerine ne demeli?

Kesimleri genişletebilirim! Aslında kentlere ve kentlerin yaşamına kast eden bu asamblaj halka açılmış bir şirket niteliğinde olduğundan ve irili ufaklı en az 7 milyon hissedarı bulunduğundan herkes bu rant makinasının nasıl işlediğini ve hangi aktörleri içerdiğini kendi payı oranında biliyor. Tam da bu nedenle, bu süreçte sorumluluğu olanların bütün suçu AKP’ye atarak kendilerini kurtarmaları mümkün mü bilmiyorum. Ancak gördüğüm o ki, bu özeleştirinin yapılmaması inandırıcı bir iktidar alternatifi olamamanın da ana nedenlerinden biri!

Dediğim gibi, bütün bu süreç 7 milyon irili ufaklı hissedarın gözleri önünde gerçekleşti! Gerçekten iktidar derdi olanlar için şimdi eleştiri kadar özeleştirinin de zamanı.