Dünyanın dört bir tarafında yapılan seçimlerde iç karartıcı sağ, liberal, piyasacı parti ve liderler yükselirken, İngiltere’de önceki gün yapılan seçimlerde beklenmedik bir durum ortaya çıktı; iktidardaki Muhafazakar Parti daha geniş bir çoğunluğa sahip olmak için ilan ettiği erken seçimden çoğunluğunu yitirerek çıktı.

gerçek galibinin iktidara gelecek oyu alamasa da İşçi Partisi lideri Corbyn olduğu yönünde ortak bir görüş oluştu. Nasıl oluşmasın ki? Geçen haftaya kadar kamuoyu yoklamaları İşçi Partisi’ni, Muhafazakar Parti’nin 20-25 puan gerisinde gösteriyordu. Parti’nin etkili isimleri Corbyn’in bir lider olarak yetersiz kaldığını yüksek sesle dile getiriyor, Guardian ve BBC gibi medyanın etkili sesleri İşçi Partisi’nin Corbyn ile kazanmasının mümkün olmadığı görüşünü işliyorlardı. Sağcı basın içinse Corbyn ve çevresi “terörist seviciydi.”

İşçi Partisi lehine kırılma iki partinin seçim beyannamelerinin açıklanmasıyla başladı. Muhafazakar Parti’nin vurgu yaptığı politikalar hayal kırıklığı ve hatta tepkiye yol açarken, İşçi Partisi’nin programı özellikle sosyal politika alanında başarılı bulundu. Özü itibariyle, Corbyn’in yaptığı unutulmaya yüz tutan refah devletini hatırlatmasıydı. Lakin kamu hizmetleri kemer sıkma mantığıyla öyle aşındırılmıştı ki, bu yalın program başta gençler olmak üzere geniş bir kesimin desteğini kazandı.

Ancak Corbyn’in başarısını seçim programına indirgemek büyük bir hata olur. Durumu anlamak açısından Corbyn’in ekonomi yanında siyasal alan karşısında konumlanışına da göz atmak gerekir.

Corbyn eski tüfek bir solcu, biraz daha kazırsanız Marksist bir kökeni olduğunu görürsünüz. Nitekim tam da bu nitelikleri nedeniyle, İşçi Partisi’nin başına gelişi de, binbir ayak oyununa rağmen liderliğe tutunması da, bugün geldiği nokta da, parti içinde ve etrafında yer alan modernize olmuş liberal solcularca gerçekten anlaşılamadı. Bu tür bir duruş ve programın bugünün dünyasında karşılığının olmadığına gerçekten inanıyorlardı.

Bu geniş kesim eğer Corbyn’e yönelik eleştirelliklerinin küçük bir bölümünü kendilerine yöneltmiş olsalar, temsil ettikleri siyasal sistemin ve parti anlayışının toplumla olan bağlarının her gün biraz daha çözüldüğünü, bu çözülmeye eşlik eden bir meşruiyet sorununun ortaya çıktığını ve insanların siyasal partilerden umudu kesmekte olduğunu görebilirlerdi.

Aslında Corbyn’i özgün kılan tam da bu noktayı, yani siyasal sistem ve partilerin içine düştüğü büyük açmazı görmesiydi. Liderlik yarışına girerken, arkasında yıllardır sürdürdüğü tutarlı siyasal duruşu vardı. O kişilik partinin içinde yeterli desteği bulamasa da, partinin çeperi ve etrafında rahatsızlık duyan geniş bir kesimi seferber etti.

İşçi Partisi dışından hareketlenen ağırlıkla gençlerin oluşturduğu bir kesim Corbyn’i liderliğe getirmekle kalmadı, parti içi darbeler gündeme geldiğinde arkasında da durdular.

Dün yapılan seçimde gençlerin başını çektiği o kesimler dışarı doğru genişleyerek yine sahnedeydi. Sandık sonrası anketler gösteriyor ki; gençler arasında Corbyn’e verilen destek muhafazakar partiyi verileni ikiye katlıyor. Diğer bir anlatımla, gençler yaşı kemale ermiş Corbyn’e inanmışlar.

Özetlemek gerekirse gençlik Corbyn’le iki temel konuda ortaklaşıyor. Birincisi var olandan daha adil ve uygar bir ekonomik düzen istiyorlar. İkincisi siyasal sistemin ve partilerin çürümüşlüğü karşısında yeni bir siyaset anlayışı arıyorlar.

Bu desteğin geleceği temsil eden gençlerden gelmesi heyecan verici çünkü aslında karşımızda “finansal kapitalizmin” yeni proletaryası var. Geleceğinden emin olmayan, işsiz değilse, güvencesizlik denizinin esnek çalışma koşullarıyla mücadele etmek durumunda olan bu geniş gençlik kesimi, kendilerine hiç bir çıkış göstermeyen bir siyasal sitem karşısında, Corbyn’in duruşunu sahipleniyorlar.

Geldiğimiz noktada, Corbyn’in İngiliz siyasetine geriye dönüşü olmayan bir müdahalede bulunduğu tartışmasız. Bundan sonra ne olacak öngörmek kolay değil. Büyük beklentilere girmenin anlamı olmayabilir. Ama kıtlık dünyasında insan zengin düşünüyor; acaba İngiltere’de Corbyn ile yeni bir döneme giriyor olabilir miyiz? Hem Marx sanayi kapitalizminin doğduğu İngiltere’den beklememiş miydi, büyük dönüşümü? Rusya, Çin, Küba derken, işçi sınıfı “bir de İngiliz sicimini deneyelim” demiş olabilir mi?