İnsan belirli bir zekâ potansiyeline ulaştıktan sonra bilgi biriktirmeye başlıyor. Bu bilgi birikimi, belirli bir nicel birikimi tamamladığında bir bireyin beyninde nitel dönüşüme uğrayarak yeni bir bilgi olarak ortaya çıkıyor.

İnsan evriminin devindirici gücü

Oktay Kaynak - Bilim İnsanı

Evrimi özet olarak açıklamak gerekirse; evrim yeni bir türün oluşumu demektir diyebiliriz. Biyoloji bilimi yeni bir türün oluşumunu anagenesis, cladogenesis ve allopatric ya da sympatric yollarla açıklamaktadır. Yeni bir türün oluşumunun ana mekanizması, değişen yaşam koşullarının baskısı sonucu bir türün başka bir türe dönüşmesidir. Genel olarak bütün türlerin oluşmasını bu yolla açıklayabiliyoruz.

İnsan türü hariç…


YAŞAM ALANI DEĞİŞİMLERİ

Özet olarak mekanizma şöyledir: değişen yaşam koşulları popülasyona bir seçilim baskısı uygulamaya başlar. Popülasyon bu baskılara uyumsal yanıt verir ve yeni yaşam koşullarına uygun olarak değişmeye başlar. Bu değişimler belirli bir nicel birikimi tamamladığında, bu değişimlere iyi uyum sağlayanlar seçilim mekanizması tarafından seçilmeye başlanır. Bu seçilenler, yeni duruma genetik yatkınlığı olan bireylerdir. Sonuçta popülasyonun gen havuzunda zaten genetik yatkınlığı olan bu bireylerin genomu yaygınlaşır ve bu yaygınlaşma belirli bir nicel birikimi tamamladığında o popülasyonu yeni bir türe dönüştürür.
Bütün evrim süreçlerinde ve bütün canlılarda olduğu gibi günümüzde de yaşam koşulları değişikliği, insan türünde coğrafi adaptasyonlara neden olmaktadır. Bu adaptasyonlar sonucu oluşan biyolojik farklılıklar, yanlış bir şekilde ırk diye yorumlanabilmektedir.

İKİ AYAKLILIĞIN BAŞLATTIĞI DEĞİŞİM

Günümüzden 6-7 milyon yıl önce doğu Afrika’daki Rift vadisinin oluşumu nedeniyle oluşan büyük volkanik hareketler, yer kabuğu yarılmaları, ciddi orman yangınları, yeraltı sularının yeryüzüne çıkması, yer yarılmalarında oluşan uzun rift gölleri gibi olağanüstü yaşam koşullarının zorlaması sonucu sadece sığ sularda yiyecek bulabilen (çünkü lavlar ve volkanik küllerin karasal alandaki yiyecek stoklarını yakıp, yok ettiği düşünülmelidir. Yoğun kar yağışı gibi düşünebiliriz. Yoğun kar karasal alandaki yiyecek kaynaklarını bir şekilde sınırlar ama göl ve nehirlerdeki yiyecek kaynaklarını o derece etkileyemez.) ağaç canlısı primat, sığ sularda yiyecek ararken iki ayağı üzerine kalkmak zorunda kalmıştır. Günümüzdeki şempanze ve diğer maymunlar suya girer girmez ayağa kalkarlar. Yani iki ayaklılığa yaşam alanındaki olağanüstü değişiklikler yol açmıştır. Bu mekanizma genel türleşme mekanizmasıdır zaten… Antropoloji dünyası insan evrimini (insanın türleşmesini) anlayabilmek ve açıklayabilmek için klasik ve genel evrim mekanizmalarından yararlanmaya çalışmaktadır. Hâlbuki bir kere iki ayaklı olunduktan sonra iki ayaklılığın doğal ve fiziksel sonucu olarak 7 milyon yıl sürecek olan iskelet (kemik) yapısındaki değişiklikler başlamıştır. İşte konvansiyonel antropolojinin fark edemediği şey budur ve bu nedenle de üstünde konsensüs oluşturulabilen bir insan evrimi modeli geliştirememektedir. İnsan evriminin ana devindirici gücü, iki ayaklılığa zorladığı için yaşam koşullarındaki değişmedir diyebiliriz. Ama tayin edici devindirici güç yani insanı akıllı canlı olmaya götüren güç, iki ayaklılığın başlattığı 7 milyon yıl sürecek olan iskelet (kemik) yapısı değişimidir.Bu değişikliklerdir ki 7 milyon yıl süren nicel değişimlerin nitel dönüşümü sonucu Homo sapiensi üretmiştir. Biz bu iskelet yapılarındaki değişiklikleri 7 milyon yıla yayılı hominid fosillerinden gözlemleyebiliyoruz. 7 milyon yıl önce iki ayaklı olunca, ayak başparmağından başlayan, diz kapağı, femur başı, pelvis, göğüs kafesi, el parmakları, kafatası hacmi ve şekli, post canin fossa (elmacık kemiklerimizin altındaki çöküntü) ve en son olarak alt çenemizin ucundaki çıkıntı (chin) gibi birbirini izleyen ve 7 milyon yıl süren değişimler olmuştur. Fas’da Cebel İhud da bulunan ve 300 bin yıl yaşında olduğu tespit edilen Homo sapiens’in alt çenesinin altındaki çıkıntı (chin)henüz oluşmamıştır. Bu demektir ki 7 milyon yıl önce başlayan iskelet (kemik) yapısı değişikliği 300 bin yıl önce hala tamamlanamamıştır. Bu iskelet değişimlerinin ana devindirici gücü iki ayaklılıktır ve de doğa yasaları gereği böyle olmaktadır.

Ayak başparmağından başlayan, ayak tabanı ile devam eden ve en son alt çenemizin ucundaki çıkıntıyla biten bu değişimlere kısaca değinirsek:
Ağaç yaşamı için gerekli olan ayak başparmağı artık gerekli olmadığı ve ayak taban alanını genişletmekte yardımcı olacağı için diğer parmaklarla bitişik ve paralel hale gelmiştir. Ayak taban alanlarımız genişlemiştir. Geniş ayak taban alanları iki ayaklı bir canlının optimal lokomosyonu için gereklidir. Diz kapaklarımızda genişleme, yaygınlaşma… Femur başının açısının değişmesi, pelvisin leğen şeklini alması, göğüs kafesinin silindirikleşmesi ve daralması, el parmaklarında düzleşme ve en önemlisi gövde dikleşmesi… Bütün bu değişiklikleri ve gövde dikleşmesini zorlayan faktör, canlının ağırlık merkezi izdüşümünün ayak taban alanları içinde kalmasını sağlamaktır.

Bütün bu iskelet (kemik) yapısı değişiklikleri bir mekanik parça değişikliğidir. Fakat gövde dikleşmesi insan türünün oluşumundaki dönüm noktasıdır ve bir mekanik parça değişikliği değil hareket (behavioral) değişikliğidir. Ve insana giden yolu gövde dikleşmesi başlatmıştır. Gövde dikliği belirli bir açıya ulaşınca, rahimdeki embriyo-fetüsün pozisyonu bozulmuş, embriyo-fetüs 180 derecelik bir takla atarak, kafatası annenin diyaframına dönmüş ve embriyo-fetüsün kafatası 7 ay boyunca annenin bütün iç organlarını taşımak zorunda kalmıştır. Yedinci aydan sonra ise kafa doğum kanalına döndüğü için bu kez kafatasının taşıyacağı yüke annenin iç organlarının yanı sıra embriyo-fetüsün kendi vücut ağırlığı da eklenmiştir. Bu ağır yük taşıma zorunluluğudur ki, kafatası şeklini yumurtaya benzer şekilde değiştirmiş, kafatası hacmini de büyümeye zorlamıştır. Bu sav bir şempanze embriyosu insan rahmine implante edilerek denenebilir. Çünkü günümüz insanı düşey gövdelidir ve insansıların 5 milyon yılda aldığı düşey gövdeliliğe ulaşma yolculuğunu tamamlamıştır.

Günümüzden 2 milyon yıl öncelerine rastlayan bu akıl taklasından sonra ani kafatası (beyin) büyümesi başlamış ve doğumlar bebeğin yüzü annenin bir bacağına dönük olmaya başlamıştır. Yani daha önce yüzü annesinin karnına dönük doğan bebek, iskelet yapısındaki ve gövde dikliğindeki bu değişimler sonucu annenin bir bacağına dönük doğmaya başlamıştır. İnsansıların fosil kayıtlarından görülebileceği gibi australopithecus robustus’un ve australopithecus boisai’nin kafatasları üstündeki sagittal crest denilen çıkıntıların akıl taklası sonrasındaki doğum zorluğuna bağlı, pubik symphysis’in yırtılması ve bebeğin kafatasının oraya sıkışması sonucu oluştuğu düşünülmelidir. Erich Blechschmidt adlı Alman embriyolog, insan kafatası şeklini rahimde oluşum sırasında kafatasına etki eden iç ve dış vektörel güçlerin tayin ettiğini önermektedir. Akıl taklasından sonra kafatası şekil değişikliği ve hacim büyümesinin nedeni kafatasına etki eden iç ve dış vektörel güçlerin değişmiş olmasıdır.

Kısaca özetlersek; insan sadece insan genomuna sahip olduğu için insan olarak doğmuyor. Düşey gövdeli bir canlının rahminde gelişip şekillendiği için insan olarak doğuyor.

BİLGİ BİRİKİMİ

Akıl taklasıyla kafatası büyümesinin başlamasından sonra kafatası (beyin) hacmi belirli bir düzeye geldiğinde, bu hominid taşı ve sopayı avını ve avcısını uzaktan etkilemek üzere hem silah hem de alet olarak kullanmaya başlamıştır. İki ayaklı olarak karasal alanda yaşamaya başlayınca avcılarından kaçmak için en iyi silahı olan ağaca tırmanma yeteneğini yitirince, yaşamını ve türünü sürdürebilmek için organsal biyolojik silahlarının yerine taşı ve sopayı silah ve alet olarak kullanmak zorunda kalmıştır. Bu arada beyin büyümesi de devam etmektedir. Elindeki taşı silah olarak kullanırken, taşın sivri yanlarını kesici alet olarak kullanmaya başladığı an bir teknolojik bilgi birikiminin adımlarını atmaya başlamıştır.

BİLGİ BİRİKİMİNİN MEKANİZMALARI

Savunma ve saldırı silahı olarak kullandığı elindeki taşın sivri yanıyla et ya da ağaç dalı kesmeyi ilk kez deneyen bir birey vardır. Bir elindeki sopayı diğer elindeki taşa bağlamayı ilk kez düşünen ve deneyen bir birey vardır. Uzun sopanın ucuna şekillendirilmiş bir çakmaktaşı bağlayan bir birey vardır. Bu örneklerin binlercesini günümüze kadar getirebiliriz. Örneğin; telefonu icat edenden önce telefon yok… Ampulü icat edenden önce ampul yok… bu örnekler çoğaltılabilir. Yani insan belirli bir zekâ potansiyeline ulaştıktan sonra bilgi biriktirmeye başlıyor. Bu bilgi birikimi, belirli bir nicel birikimi tamamladığında bir bireyin beyninde sentezleniyor, işleniyor, ilişkilendiriliyor, nitel dönüşüme uğrayarak yeni bir bilgi olarak ortaya çıkıyor. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki bütün bu nicel bilgi birikimlerinin nitel dönüşüm noktalarında bir Einstein vardır. O nedenle Göbeklitepe neden birdenbire ortaya çıktı diye şaşırmamalıyız. Arkasındaki nicel birikimlerin sonucu olduğunu anlamalıyız. Bir sert taşın, yumuşak bir taşı oyduğunu ve şekillendirdiğini fark etmiş olan birinin olduğunu (Einstein) düşünmeliyiz.

Ateşin yönetimi ve dil de insan beynindeki bu büyümenin doğal sonuçlarıdır.