Prof. Dr. Özuğurlu’ya göre işçinin beklentisinin gerçekleşmesi için ücretin sosyal boyutu güçlü olmalı; ücret, sosyal ücret olmalı. Bu koşullarda ücret geliri, mülksüz değer üreticisi işçi için refah kaynağı olabilir.

İşçi boynundaki bağı söküp atmalı

Havva GÜMÜŞKAYA 

Ücret artışı ‘göstermelik’ toplu sözleşmelerle belirlense de kısa sürede bu oran eriyor.

Bu durum sürdüğü müddetçe, ücret artışı talebinin fasılasız bir talep olarak hep olacağını kaydeden Ankara Üniversitesi’nden Metin Özuğurlu, buradaki artış talebinin refah ya da tasarruf göstergesi olmadığını belirtiyor. 

Ücretler asgari ücret düzeyinde yoğunlaşırken zam tartışmalarına nasıl başlamalı? 

Ücret, işveren için maliyeti üzerinde kalem oynatabileceği yegâne girdidir, ne enerji ne de hammadde girdileri gibidir. İşçi için ise doğrudan ya da dolaylı olarak ürettiği değerin, para cinsinden ödenmiş kısmını ifade eder. Kapitalizm koşullarında işveren, rekabet edebilirlik ve kârlılık önceliklerine göre ücret seviyesini belirleme eğilimi sergiler. İşçi ise ücret gelirinin tasarruf ve refah kaynağı olması eğilimindedir, zira mülksüzleşmiş biri olarak, insanca yaşayacak koşullara kavuşmasının ücret geliri dışında başkaca meşru kaynağı yoktur. Dolayısıyla ücret tartışmasının da özü, emek, herhangi bir üretim girdisi (meta) gibi mi, mal veya hizmet üreten insan gibi mi kavranacaktır, sorusuyla ilgilidir. İşçinin beklentisinin gerçekleşmesi için öncelikle ücretin sosyal boyutu güçlü olmalı, ücret, sosyal ücret olmalıdır. Bu yetmez, aynı zamanda; barınma, gıda, giyim, eğitim, sağlık, ulaşım, tatil gibi olanaklara kayda değer ölçüde meta-dışı erişimi bulunmalıdır. Ancak bu koşullarda ücret geliri, mülksüz değer üreticisi olan işçi için refah kaynağı olabilir. İşveren eğiliminin gerçekleşmesi demek, ücretin sosyal boyutlarının tırpanlanıp salt bir piyasa ücreti haline gelmesi demektir. Bu yetmez, emek arzını pompalamak için -ki yedek işgücü ordusunu büyütmek durumundadır- meta-dışı yaşam olanaklarının metalaşarak piyasa malına dönüşmeleri de gerekir. Hem dünya çapında hem memlekette hangi eğilimin galebe çaldığı malum. AKP’nin uzun iktidar yılları, sermaye eğiliminin sadakatle uygulandığı yıllardır.  

Asgari ücretteki artışın enflasyonu artırdığı ve yüksek zamların işsizliği tetiklediği gibi piyasacıtezler hakkınde ne dersiniz? 

Ücretlerin enflasyonist etkisi gibi miadını doldurmuş bir sermayeci neoklasik argümanı bugün hâlâ ileri sürmek, doktriner körlük değilse, halkına -hadi düşmanlık demeyelim- karşı kahredici bir umursamazlık göstergesidir. Hele de söz edilen asgari ücret ise… Adı üstünde, minimum ücret bu, siz bunun seviyesini enflasyon oranında arttırdığınızda adı ve içeriği değişmiyor. Asgari ücretteki artışın talep değil fakat maliyet arttırıcı etkisi vardır ve bu durum işçinin cebine giren para ile ilgili değildir. Asgari ücret; işsizlik, geçici iş göremezlik gibi ödenekler, kimi teşvikler ve primler gibi yirmiyi aşkın kalem için uzun zamandır referans ücret konumdadır. Ücret rejiminin bu boyutu, asgari ücreti baskılamanın gerekçesini teşkil etmek içindi, ancak bu gerekçenin asgari ücretin belirlenme ölçütleri ile herhangi bir ilgisi yok. Nedir bu ölçüt? İşçilerin ve ailelerinin ihtiyaçlarının parasal karşılığıdır. Asgari ücrete referans ücret işlevi yüklemek, onun toplumsal eşitsizliği geriletmek şeklindeki temel işlevi ile esastan çelişir, artmasını fazlaca istemediğiniz bir ücret kalemi arıyorsanız, devleti idare eden tepe makamlardan bulabilirsiniz. 

Öte yandan, ücretlerin genel seviyesi de sürekli olarak gerilediği için, asgari ücret bu ülkede ortalama ücret mahiyeti de kazanmış durumda. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) ilkelerini içeren 1944 tarihli Filedelfiya Bildirgesinde “asgari geçim ücreti” terimi geçer ve sadece çalışanlara değil, sosyal korumaya ihtiyaç duyan herkese sağlanmasından söz edilir. Bu ifade ILO’nun 2008 tarihli Adil Küreselleşme için Sosyal Adalet başlıklı bildirgesinde de aynen yer almıştır. Aman sakın enflasyon oranında artmasın denilen ücret, geçimin asgarisini sağlaması beklenen ücrettir. 1944 tarihli ILO Bildirgesinin ilk maddesi “emek meta değildir” der, üçüncü madde ise “yoksulluk varolduğu her yerde zenginlik için bir tehdittir” saptamasını yapar. Zamane zenginlerine emekçi sınıfların fiili olarak yeniden hatırlatması gereken tarihsel tecrübelerdir bunlar. Özetle, asgari ücret artışını ekonomik felaket sebebi olarak gösterip onu da baskılamaya çalışmak, ancak toplum diye bir derdi bulunmayan işgal kuvveti tarzında bir uygulama olabilir.   

AKP’nin ücret politikası ülkenin içerisinde bulunduğu durumlara göre nasıl değişiklik gösteriyor? 

Hükümetlerin ücret politika araçlarının ücretleri fiilen belirleme kapasitesi son derece sınırlıdır. Bu tespit AKP’yi temize mi çıkartır? Hayır, iki nedenle… Öncelikle başlangıç tarihi ta 24 Ocak 1980 kararlarına uzatılacak şekilde ücretlerin sosyal boyutunu tasfiye ederek, emek gücü fiyatını piyasanın arz-talep mekaniğine bırakan politikalar, Özal’lı yılları bile sollayarak AKP döneminde hedeflerine ulaştırıldı. 

İkinci olarak, aynı yıllarda Türkiye küresel mal ve hizmet zincirine katma-değeri düşük ürün imalatçısı pozisyonunu koruyarak sürdürdü, dolayısıyla emek gücü fiyatının belirlendiği piyasa ölçeği, uluslararası piyasa sınırlarına taşındı. Hâlâ “iç piyasa”, “ulusal piyasa” varmış gibi analizler yapmanın hatalı politika sonuçlarına yol açacağını düşünüyorum. Dolayısıyla ücretlerin hukuki olarak belirlendiği masanın, toplu sözleşme düzeneğinin ölçeği ile fiili olarak belirlendiği ölçek farklılaşmış durumdadır. O halde hükümetleri, küresel kapitalizmin uluslararası piyasa koşullarında fiili olarak belirlenen ücret seviye ve kapsamlarının, hukuki olarak gerçekleşmesine aracılık eden ile etmeyen ve buna direnen şeklinde ikiye ayırmak gerekecektir.   

Belirlenen ücret kısa sürede eriyor. Emek hareketindeki gidişat ile ilgili öngörüleriniz neler? 

Yaşamı sürdürmek için gerekli ihtiyaçlara erişmek büyük ölçüde para dolayımıyla oluyor; paran kadar yaşıyorsun, var mı daha ötesi, çoluğun çocuğun paran kadar besleniyor, paran kadar okuyor. Marx buna “nakit bağı” (cash nexus) derdi, Oxford sözlüğündeki tanım aynen şöyle: “Tüm insan ilişkilerinin, özellikle de üretim ilişkilerinin (kapitalizmde) parasal mübadeleye indirgenmesi.” Nakit bağı, bir kement gibi emekçinin boynuna dolanmış durumda; işin az, işteki güvencenin buz olduğu bu zamanda, altındaki sandalyeye nereden tekme ineceğinin derin endişesi ile süren bir yaşam. Bu koşullar sürdüğü müddetçe, yani yaşamı sürdürmenin ücrete olan yüksek düzeydeki bağlılığı sürdüğü müddetçe, ücret artışı talebi, fasılasız bir talep olarak hep olacaktır. Buradaki artış talebi, refah ya da tasarruf göstergesi değildir. Ücret artışının refah göstergesi olması için emekçinin boynundan o nakit kemendinin çıkması gerekir bunun da anlamı, ihtiyaçlara erişimin kayda değer seviyelerde meta-dışına çıkartılması demek.  

Ücret talebine sıkışan bir emek hareketi mi var? Emek hareketleri hangi talepleri öne çıkarmalı? 

Analiz birimini birey değil de hane diye ele aldığımızda prekarya altında tasnif ettiğimiz mülksüzleri, işçi sınıfının geniş kapsamı içinde değerlendirebileceğimizi düşünüyorum. İş gücü piyasasındaki pozisyonları ve yaşadıkları deneyimler itibarıyla iç çeşitliliği son derece yüksek bir işçi sınıfımız var. Bu olguya bakıp işçilerin bir sınıf teşkil etmeleri artık mümkün değil diyenler az değil. Fakat emeğin sermaye karşısındaki konumuna baktığımızda bu kez kapitalizm tarihinde hiç görmediğimiz ölçüde muazzam bir türdeşlikle karşılaşıyoruz; güvencesizlik ve yoksullaşma, istihdamdaki bütün farklılıkları enlemesine kesen iki büyük olgudur. Bir diğer olgu, işçileşme seviyesinin eriştiği düzeydir. Ücretliler dediğimizde, nüfusun büyük bölümünü teşkil eden, farklı yaşam pratiklerini yoksullaşma ve güvencesizlik gibi benzer tehditler altında sürdüren bir toplamdan söz ediyoruz. Sermayenin gerçek tahakkümüne tabi toplumların, kendi yazgılarını belirleme olanaklarının ellerinden alındığını neoliberal yıllar bize gösterdi. Bu koşullarda işçi sınıfı bakımından, reformcu iyileştirmeler ile devrimci değişimler arasındaki mesafe de kısalmış demektir. Dağılmış bir toplum, çözülmüş bir Cumhuriyet koşullarında, işçilerin birleşik hareketinin yeniden kendi yazgısına egemen bir toplum vücuda getirmenin yegâne yolu olduğunu görmemiz gerekiyor. İşçiler salt ücretli değil mal ve hizmet üreticileridir de. Bu topraklarda üretenlerin yöneten olduğu sosyal bir cumhuriyeti ya kuracağız ya da boynumuzdaki piyasa urganı ile sefil bir hayata rıza göstereceğiz. 

***

İşçinin adil ücret talebi

DİSK, asgari ücretin insanca yaşam standardını karşılayacak seviyeye yükseltilmesi için mücadelesini sürdüreceğini dile getirirken mevcut ekonomik koşullarda işçi sınıfının daha adil bir düzende yer almasını talep ediyor.

• Asgari ücret değil toplu pazarlık kapsamı genişletilmeli

• Tespitinde asgari ücretin ortalama ücret haline geldiği dikkate alınmalı

• Asgari ücret artışında resmi enflasyon değil, kişi başına GSYH artışı esas alınmalı

• Damga vergisi kaldırılmalıdır

• Yüksek enflasyon koşullarında yıl içinde tekrar belirlenmeli

• Belirlenirken geçim şartları göz önünde bulundurulmalı

• Asgari ücret uluslararası kurallara uygun saptanmalı, işçinin kendisi ve ailesi birlikte hesaba katılmalı

• En düşük emekli aylığı asgari ücret düzeyine yükseltilmeli

• Asgari ücret sonrası ilk gelir vergisi tarife oranı yüzde 10’a düşürülmeli

• Gelir vergisi tarife dilimleri asgari ücret artışından az olmamak kaydıyla artırılmalı

• İşverenlere uygulanan prim desteği çalışanlara da uygulanmalı

• Asgari ücret bütün işçiler ve memurlar için ortak saptanmalı