Belki şöyle demeli; “Savcı-gazetecilerin” itibarsız demokrasisi.

Belki şöyle demeli; “Savcı-gazetecilerin” itibarsız demokrasisi.

Silivri geçen perşembe çok soğuktu, çok.

Yazarların, gazetecilerin itibarsızlaştırılması hız kesmiyor. Bunu söylediğiniz anda,  hatta söylemeden, iktidarın sürekli olarak yeni özgürlük alanları açtığından, buna karşı olanların ise, yapılan kimi uygulamalara “itibarsızlaştırma” diyerek, özgürlük ve demokrasinin gelişimine engel olduğunu ileri sürenlerin peşin savunusu geliveriyor. Yani, bir kavram, edim, sözcük sizden önce tüketiliyor, kullanacağınız itibarsızlaştırma edimi böylelikle “itibarsızlaştırılıyor.” Öyle ki, yerli yerinde kullanıldığında işe yaramasın.

Silivri geçen perşembe çok soğuktu, çok.

Herkesin elinde öznel ölçütlerden oluşmuş bir demokrasi süzgeci. Daldır daldır çıkar demokrasi gölüne. Süzgecine takılan ne ise, onların tek gerçek olduğunu söyle; böyle bir totaliterizm. Yıllarca polis fezlekelerinin, tutanakların yanlışlığını mahkemelerde savunduk. Şimdi medyada, polis fezlekesinin güvelinir kaynak sayıldığını tanık oluyoruz. Savcıların polis fezlekelerini iddianameye dönüştürmesine karşı mücadele ettik. Şimdi “gazeteciler” fezlekeleri iddianameye değil, mahkumiyet ilamına dönüştürüveriyor. Hukuku bilmenin kahredici ağırlığıyla kalakalıyoruz...

Silivri çok soğuktu.19 Aralık “Hayata Dönüş” operasyonu sonrasında, Edirne Hapishanesi’ndeki soğuk gibi. Esral Karagöz kardeşim “Havalandırmaya böcekler düşüyor, yakında bağ-bahçe mi var?” diye sormuştu. Hapishanenin dört yanı tarlaydı! Çekirgeler havalandırmaya sıçrıyordu. Hava çok soğuktu o zamanda. Avukat görüş yerinde üşümüştük.

Silivri çok soğuktu. Çekirgeler henüz sıçramaya başlamamıştı. İçeride gazeteciler vardı. Kitap yazan, yazı yazan. Muhalif olan. PEN Yazarlar Derneği adına gidip görüştüm.

Perşembe sabahı yola çıktığımda, Nedim Şener, Ahmet Şık ve diğer gazeteciler için operasyon yeni başlamıştı. Benim Silivri ziyaretim, daha oraya ulaşmadan bayatlamıştı!

19 Aralık sonrasında Kandıra da çok soğuktu. Yaralı bir arkadaşla görüşüyordum. “Abi burası rüzgara açık bir yer mi? Çok soğuk” dedi. Karadeniz’den Marmara’ya, Kandıra üzerinden esen rüzgar bizi üşütüyordu.

Silivri Hapishanesi’nde 8 nolu hapishaneden nizamiye, taş çatlasın 500 metre. Nizamiyeye kadar keskin bir poyraz altında yürüdüm. İstanbul Barosu, avukatların nizamiyeden hapishanelere gitmesi için araç bulunduruyor.Yeni açılan, en tepedeki 1 No lu Hapishane’de poyraz insanın saçında çınlıyor.

İçerisi inşaat kirliliği içindeyken Mustafa Balbay’ı müşahede koğuşuna koymuşlar. Soner Yalçın da 1 No da. İnşaat izlerini temizlemekle işe başlamışlar. İkisi de tutuklu gazeteci.

Silivri cezaevi çok soğuktu. Bütün hapishanaler soğuktur. Eskisi yenisi. Hepsi. İnsan için yapılır ve insana aykırıdır.

Akşam eve geldim. Televizyon kanallarında haberler, haber programları. Adının önünde gazeteci yazan insanlar, hukukun üst diliyle hüküm kurmaktalar. “Suç varsa, bunlar olacak, başka yolu yok” demekle, “Asmayalım da besleyelim mi” demek aynı soydandır. Elbette Voltair’i de biliyorlar.

“Böyle dönemlerde böyle şeyler olur” demekteler. Bir savcı gibi, bir yargıç gibi bile değil... Düzmece tutanaklar tutup, fezlekeler düzen bir kolluk görevlisi gibi, kendi uydurduğu kanıtlara gerçek diyen… Böyle düzme kaynaklardan aldıkları “gerçekleri” savunan “gazeteciler.”

Silivri soğuktu mu demiştim? Silivri’nin soğuğu, doğanın doğal ve dolayımsız soğuğu çok sıcak geldi birden. İnsanları itibarsızlaştırmaya çabalarken, kendileri bir yana, demokrasiyi, ülkeyi itibarsızlaştırıyorlar.

Haftanın dizesi; En temel özgürlüklerin ihlal edildiği bir zamanda dize mize yok!