Epey zaman önce Sirkeci’de bir vitrinde şöyle bir ilan okumuştum; “Eski fotoğraflarınız tamir edilir.”

Epey zaman önce Sirkeci’de bir vitrinde şöyle bir ilan okumuştum; “Eski fotoğraflarınız tamir edilir.” Genellikle yaptığım gibi; basit bir ticari ilandaki şiirselliğe vurgu ile bundan derhal bir kısa film öyküsü çıkarmaya giriştim. Öykünün karalaması yazıldı ama elbette o film çekilmedi. Daha pek çok çekilmeyen filmlerden biri oldu. Kendime hep dediğim gibi, “Çekemedim filmler, olamadım sinemacı.”

O öykü karalaması kim bilir hangi naylon dosyanın içinde dört kata katlanmış duruyor? Ara ki bulasın. Ama şöyle gidiyordu olay örgüsü: Fotoğrafların onarılmasıyla başlayacaktık işe. Sonra geçmişin onarılmasına doğru yolculuk yapılacaktı onarılarak görüntüler. Geçmişin tüm kötü fotoğraflarını onaran bir ustaya ve sona varacaktı öykünün ucu. Yine de öneririm, ilginç bulan olursa, buyursun, çeksin!

Bu onarım içinde bazı sorunlar da vardı. Örneğin, fotoğraf gibi fiziksel nesneleri onarsak, tamam da, bellekler ne olacak? Bireylerin, toplumların, dönemlerin belleği… Buyrun çözün bakalım. Nasıl onarılır kötülükler çağından ağır yaralı geçmiş bellekler!

Kendi tarihimde, bellek onarımının yolunu yazmak olarak belirleyip, uygulamaya çalışıyorum. Her zaman, “Bunları yazmalı, bunları yazmalı!” demekle geçti günler…

Şimdiki zamanda da, “Bunları unutmamalı, bunları unutmamalı!” demekle boğuşuyorum. Unutulmaması gereken o denli alçaklık, yavşaklık, hayat düşmanlığı var ki! Siyasal iktidar bir kara kötülükler makinesi gibi, her gün ve her gün yeni bir kötülük yükü bindiriyor belleğe. Unutulmaması gereken ne kadar da çok vampirlik yaşatılıyor.

İşte, insani değerler kemirilip, kan emildikçe, korku yerine aklımıza bellek düşüyorsa, bunca kötülük içinde bellek ayaktaysa, burada iyi bir şey var demektir. Varsın iktidar insana düşmanlık yaparak zamanı tahrif etme suçları işlemeyi sürdürsün. Varsın, ülkede - ben dahil- yazar sorumluluğu; ağır bir bürokratik entelektüalizm hastalığıyla yatalak olsun!

Zamanın yüzünü yırtıcı nitelikte olan tüm bu yaşananları unutmamayı sorun ediyorsak ve bunu aklımıza düşürmeye başlıyorsak; bu umut ve iyimserlik demektir: Farkına bile varılmayan bir umut ve iyimserlik. Kimler, hangi dinamiklerle, hangi sosyal etkenlerle defeder başımızdaki bu belayı; ayrı bir tartışma. Ek olarak, zaten yüreği elde, içeride dışarıda, savaşmayı bir an bile bırakmamış olanlar da bu bahsin dışında! Tüm bunların dışında AKP iktidarının yalan ve yanlışlıklarının çetelesini belleklerde tutma ihtiyacının bu denli güçlü hissedilmesi, zorbalığın sonuna ilişkin bir göstergedir. Gizli bir iyimserliktir bu.

Eski zamanlarda, taşralı öğrenciler olarak, boğaz kıyısında, cebimizde bir simit parası bile olmadan, önünden geçtiğimiz pahalı boğaz yalılarını paylaştırdığımız çok olmuştur geleceğin emekçilerine. Her birini bonkörce dağıtmışızdır. Şurası kültür evi, şurası çocuk yuvası... Bunları duysa kitabi abiler ve ablalar, derhal kaba solculuğumuzdan dem vurabilirler. Oysa bu da bizim iyimserliğimizdir, güzel elbisemizdir. Şimdilerde bu elbisemizden bile soyunulacak haller yaşanmakta olsa da!

Haftaya dize; “Gökyüzünün bir ucu hep İstanbul oluyor” ( Yusuf Uğur Uğurel, yağmurlu bekleme odası, Varlık Y.)