Sınırlarımıza biriken Suriyeli mültecilerin yaşadığı dram her gün yeni boyutlar kazanıyor. Suriyeli mülteciler Türkiye üzerinden Avrupa Birliği ülkelerine gidişin yollarını ararken, diğer “talihsiz” coğrafyalarda yaşanan savaş ve yıkım sonucu yerinden yurdundan edilmiş milyonlar da ölümü sınayarak, Batı’nın gelişmiş ülkelerine “kapak atmak” için sınırları zorlamaya devam ediyor.

Umarsızların büyük göç dalgasının sadece sınırlarımızın dışından sızan bir gerçeklik olduğunu düşünmeyelim. Güneydoğu’da 1990’lı yıllarda boşaltılan köylerden yola düşenler, bugün sadece Türkiye’nin büyük kentlerinde değil, gelişmiş ülke metropollerin göçmen nüfusu içinde de dikkate değer yer tutuyor. Son günlerde Güneydoğu’nun irili ufaklı yerleşmelerinde ilan edilen sokağa çıkma yasaklarına eşlik eden şiddet, ölüm

ve mekânsal yıkım ise, birçok başka olumsuzluk yanında, yeni bir göç dalgasının da habercisi.

Öte yandan, yerinden edilme ve göç sadece sıcak savaş ortamlarına özgü değil. Memleketin batısındaki büyük kentlerde kentsel dönüşüm, yenileme, soylulaştırma uygulamaları düşük yoğunluklu bir savaştan başka bir şey değil; savaş düşman topraklarının işgali ve düşmanın yerinden edilip göçe zorlanmasıyla sonuçlanıyor. Bugün Sulukule’nin yeni sahipleri belli, ama bu alandan sürülen “Roman” nüfusun nerelere göç ettiğini büyük ölçüde bilmiyoruz. Aynı savaş hali Başıbüyük, Ayazma, Fikirtepe, Mamak, Dikmen‘de uzun yıllar yaşayan göçmen nüfusu, bir kez daha nereye olduğunu tam bilemediğimiz yeni bir göçe zorlamış bulunuyor.

Geleceğin dünyasını anlamak istiyorsak, ülke sınırları dışında yaşanan ve yerinden edilme ve göçle sonuçlanan süreçleri, içerdekilerle birlikte anlamak zorundayız. Bu trajik durumu anlamak içinse, kapitalizmin sermaye birikim süreçlerinde son dönemlerde yaşanan bir kırılmanın farkında olmak önemli. Kapitalizm uzun süre meta üretimine dayanan bir sömürü düzeni olarak algılandı. Oysa başından beri kapitalist birikim süreçleri, ilkel birikim olarak tanımlanan, işgal ve el koyma süreçlerini içinde taşıdı. Bugün gelinen aşamada, kapitalist birikim süreçlerinde üretimden yaratılan kaynaklar karşısında, işgal ve el koyma yoluyla birikim giderek daha büyük bir yer tutuyor.

Bu tür bir birikim biçimi büyük ölçüde jeopolitik olarak özetlenebilecek bir yarışmacılık ve siyaset tarzını öne çıkarıyor. Jeopolitik bugüne kadar ülkeler arası toprak paylaşımı ve sınır çizme mücadeleleri nitelemek için kullanıldı. Çok sayıda ülkenin üzerine çullandığı Suriye’de yaşanan trajedi bu boyutun hâlâ ne derece önemli olduğunu gösteriyor. Ancak yukarıdaki örneklerde gösteriyor ki işgal ve el koyma yoluyla birikim sadece ülkeler arası yarışmacılık, mücadele ve savaş yoluyla olmuyor. Aynı mantık belki çok daha çarpıcı boyutlarda, ülke sınırlarının içinde de kendini dayatıyor.

Bu resmi biraz daha karmaşık hale getirme pahasına, finansallaşma denilen talanın, kapitalizmin meta üretimi etrafında gerçekleşen sömürüsünden çok, jeopolitik birikimin mantığını taşıdığını; daha da öte giderek, özünde finansal oyunların “sanal âlem” üzerinden organize edilen jeopolitik işgal, el koyma ve yıkımdan öte bir şey olmadığına işaret edelim.

Bu resmin içinde, gelişmiş kapitalist ülkelerin durumunun da pek parlak olmadığı ortada. Avrupa Birliği bir yandan finansal krizlerin açtığı delikleri kapatmaya çalışırken, diğer yandan da sınırlarının aşınması karşısında Türkiye’ye önerdiği 3 milyar avro bedelli “tampon bölge olma teklifi” türünden ümitsiz bir çırpınışlar içinde. Fransa ve Belçika banliyöleri halihazırda, başta eski sömürgeler olmak üzere, dört bir taraftan gelen göçmen nüfusuyla her an patlamaya hazır duruyor. Paris’te yaşanan patlama bu ülkelerin, dışarıda yarattıkları jeopolitik cehennemin sınırları içine ne kadar kolay taşınabileceğinin bir göstergesi.

Tam da bu nedenle, eğer dünyanın geleceğini anlamak istiyorsak, belki de artık en az batı kadar doğuya, kuzey kadar güneye bakmak, buralarda olup biteni, bir uygarlıktan sapma olarak görmek yerine, uygarlığın biraz bugünü, ama daha çok da gelecekteki durumu olarak algılamak gerekiyor.

Eğer bu senaryo doğruysa, belki de bugün çılgın, deli olarak nitelenen bazı liderler, geleceğin dünyasını temsil eden prototiplerdir.