Kadının sahnedeki çığlığı dışavurum
Özel tiyatrolarda sezon boyunca kadın teması işlenirken Devlet Tiyatroları’nda ise tam tersi oldu. Tiyatronun kadın temsilcileri bu durumu iktidarın politikalarının bir dışavurumu olarak yorumladı.
Işıl ÇALIŞKAN
2023 özel tiyatrolarda kadın mücadelesinin yükseldiği bir sezon oldu. Erkek egemen bir toplumda var olmaya çalışan onlarca kadının hikâyesi perdeye yansıtıldı. “Yaralarım Aşktandır”, “Herkes Kocama Benziyor” “Medea’ya Göre Ahlak”, “Kızlar ve Oğlanlar”, “Karşınızda Yalnız Kadın”, “Fazilet Yalnız Değildir”, “Toz”, “Ten Rengi”, “Hırçın Kız”, “Yan Rol”, “Kadın Ölüleri”, “Haberin Var mı Anne” bu oyunlardan sadece birkaçı. İstanbul Devlet Tiyatroları’nda ise kadın temasının tiyatro sahnesine yansıdığı oyun sayısı 5’i geçmiyor. Mücadelenin her alana sıçraması gerektiğinin önemine değinen tiyatronun kadın temsilcileri, bu yansımanın “Biliyoruz ki şiddet gören kadınların çoğu sessiz kalıyor. Onların sesi olmanın yolu genişletilmelidir” diyor.
Töre, aile içi şiddet, ensest ilişkiler sonucu öldürülmesi ve intihara sürüklenişiyle her seferinde daha gür yankılanan bir çığlık. Aynı iklimde açıp solan hikâye hepimizin. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ne sayılı gün kala tiyatro dünyasıyla ‘sahnede kadın’ı konuştuk.
KADIN MÜCADELESİ HER ALANA SIÇRAMALI
Tiyatro oyuncusu, yönetmen Müge Saut:
Son 20 yıldır ülkemizde birçok anlamda kadına yönelik saldırı olduğu gerçeği yadsınamaz. İktidarın da desteklediği kadını toplumsal hayattan dışlama çabasının sonucunda sanata yansıması, sanatçının içinde yaşadığı toplumu ifade etme isteğidir diyebiliriz. Olumsuz bir bakıştan ortaya çıkan olumlu bir durum diyebiliriz. Örneğin ülkemizde yılda dört yüz kadın öldürülürken, susmak yerine estetik kaygı güderek bunu yeniden topluma anlatmak görevden ziyade sorumluluktur.
Konunun geniş kitlelere ulaşması adına birçok araç geliştiriliyor. Özellikle sivil toplum kuruluşları bu konuda büyük bir çaba gösteriyor. Her türlü dışlamanın, şiddetin, cinayetin büyük bir duyarlılıkla takip edilmesi önemli. Bazen; yine mi kadın konusu diye söylenenleri duyuyoruz. Üstelik bunu söyleyen kadınlar var. Sanat yoluyla daha çok söylem geliştirmeliyiz. Toplumsal dönüşüm ancak göz önünde tutulursa değiştirilebilir. Siz bu konuda duyarlı olabilirsiniz peki ya çevreniz? Çevremizdeki insanlara anlatacak bir derdimizin olduğunu düşünüyorum.
Mücadele her alana sıçramalı. Dünyadaki tüm kazanımlar örgütlü mücadele ederek kazanılır. 25 Kasım gibi özel günleri, mücadelenin toplumsal bir boyuta ulaşması adına elbette önemsiyoruz. Fabrikalarda, iş yerlerinde, resmi dairelerde konuya dönük birimler kurulmalı, kadınlar burada şiddet gören kadınları bilinçli mücadele alanına çekmelidir. Biliyoruz ki şiddet gören kadınların çoğu sessiz kalıyor. Onların sesi olmanın yolu genişletilmelidir.
BİZİM TEK İSTEĞİMİZ MÜCADELESİZ GÜNLER
Tiyatro Kooperatifi Başkanı Yeşim Özsoy:
Sahnelerimizde kadın hikâyelerinin ve kadın yazar ve yönetmenlerin şu anda olduğundan çok daha fazla görünür olmalı. Şu an için nispeten kadın hikayeleri konusunda artış olabilir ama temsiliyet noktasında hâlâ yapılacak çok şey var.
Kadınla ilgili şiddet hikayeleri toplumun yansıması şeklinde sahnede yer alıyor ve bu noktada kadın meselesinin nasıl konumlandığı çok önemli bence. Mağduriyet hikâyelerini sürekli kadını zayıf ve edilgen göstererek değil; dilde ve hikâyelerde olması gereken üzerinden ilerlemek ve pozitif olan örneklerin, güçlenmenin altını çizmek de önemli bir yol olmalı.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele günü olarak böyle bir güne ihtiyacımız olmayacağı günlerin özlemiyle tüm kız kardeşlerimiz, kız çocuklarımız ve gelecek için güzel günlerde buluşmayı diliyorum.
KOL KIRILMASIN YEN İÇİNDE KALMASIN
Tiyatro gazetecisi Pınar Erol:
“Kadına şiddeti” anlatan oyunları hiç de öyle köşe bucak aramak zorunda kalmayışımız mı daha hazin yoksa sahnede gördüğümüz ve hiç tanımadığımızı sandığımız kadınları izledikçe yakaladığımız benzerlik mi, bunu da düşünmeli. İşte o kadınların hem dayatılan role hem de kendilerine reva görülen sona güçlü itirazları var. Artık “Kol kırılır yen içinde kalır” dememelerinde “Susma Bitsin” ve “Kadın Cinayetlerini Durduracağız” gibi platformlardan aldıkları cesaret de var.
Kat edilen yolu görmek adına oyunların sözcüsü olarak “Nora-Bir Bebek Evi”ni seçelim. Bakalım az gidip uz gidip, dere tepe düz gidip bugünden 144 yıl geriye baktığımızda neler göreceğiz? “Kendini gerçekleştirmek” için kontrolü ele alan Nora’nın cesareti yankı bulmuş mu mesela? Dünyada en çok oynanan oyunlardan biri olması boşuna olmamalı. Önce kadını, idealize edilmiş daha doğrusu “görev tanımı” yapılmış evinden dışarı çıkaralım mı? Ne oluyorsa ilk ailede oluyor çünkü. Sırtını toplumsal kabule dayayan eril ses Torvald’a bakılırsa evdeki hayat ile dışardaki hayat bambaşka ve ev kadının sığınağı. Ne ironi ama!
Sınıfsal olarak, bu devran dönsün ha dönsün demeye teşne, burjuvazinin göbeğindeki o kadının uyanması bu yüzden önemli. Önce kadına kalkan o ellerini indirebilirler. Seslerini alçaltabilirler. Yeni, temiz bir dil bulabilirler. Buralardan başlayabilirler. Malum yol uzun…