Melisa Önel’in yazıp yönettiği ‘Aniden’ bu hafta Başka Sinema çatısı altında vizyona girdi. Önel, “Özgürleşme hikâyesi” derken oyuncu Defne Kayalar ise filmdeki meseleyi bir kadının çok daha iyi kavrayacağını belirtti.

Kadınlar daha iyi anlayacak
Filmin senaryosunu Feride Çiçekoğlu ve Melisa Önel kaleme aldı, başrollerini Defne Kayalar ve Öner Erkan üstlendi

Emrah KOLUKISA

Melisa Önel’in ilginç bir kaderi var: 2014 yılında ilk filmi ‘Kumun Tadı’ Antalya Film Festivali’nde ulusal yarışmaya katıldığında o meşhur sansür skandalı patlamış (‘Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek’ - Reyan Tuvi) ve ertesi yıl ulusal yarışma kaldırılmıştı. 9 yıl sonra bu kez ikinci filmiyle yine Antalya’da yarışacaktı Melisa Önel ama bir kez daha patlayan sansür skandalıyla festival iptal oldu. Melisa bu durumu hiç üzerine almadığını söylüyor ama her 10 yılda bir darbe yapılan memlekette artık bir de her 10 yılda bir sansür vakası mı yaşanacak (gerçi sansür çok daha sık yaşanıyor, haksızlık etmeyelim) diye sormadan da edemiyor insan. (Belki de Melisa artık Antalya’ya başvurmamalı, kimbilir..:) Uzatmayalım senaryosunu Feride Çiçekoğlu ve Melisa Önel’in kaleme aldığı, başrollerini Defne Kayalar, Öner Erkan (her iki oyuncu da Ankara Film Festivali’nden ödülle döndüler), Şerif Erol, Ayşenil Şamlıoğlu, Dilan Çiçek Deniz gibi isimlerin üstlendiği film bu hafta vizyona girdi ve biz de hem melisa Önel hem de Defne Kayalar ile bir söyleşi yaptık. 

Defne Kayalar ve Melisa Önel

‘Aniden’in çekimleri 2021’de başladı ve yaklaşık 2 yıl sonra da nihayet vizyona girdi. İstersen en başa dönelim, filmin sende ilk nasıl tohumlandığını ve Feride Çiçekoğlu ile nasıl çalıştığını yine senden dinleyelim…

M.Ö.: Genelde benim bir fikrim oluyor ve bu fikir en başta çok amorf bir şey oluyor… Mesela ‘Aniden’de şöyle oldu, yılbaşının hemen ertesinde, o hafta içi Ferida ile buluşalım diye sözleştik, uzun zamandır da birlikte çalışmıyorduk ve görünmez olan bir kadının hikayesini anlatsak dedik. İşte hemen oradan itibaren hikayeleştirmeye koyulduk. İkimiz de aslında birbirimizin heyecanlarını takip ediyoruz, birlikte yol almak öyle bir şey… Bir sahneyi konuşurken ona heyecanlanıyoruz, bir fikir var ona heyecanlanıyoruz… Bir sergi var mesela ışık üzerine… İşte ne görünür, ne görünmez? Bütün bunlar sonuçta bir karakterde toplanıyor. Bu yazım süreci tabii hem çok güzel hem de çok kolay değil, çünkü 1,5 yıl sürdü sonuçta. Yaz, yeniden yaz, yeniden yaz, sete kadar sürdü bu yazma süreci.

Defne’ye dönersek, senin senaryoyu çok sevdiğini biliyorum, filmin galasında kısaca bahsetmiştin. Biraz anlatır mısın ne hissettin senaryoyu okuduğunda?

D.K.: Ben genelde senaryo okurken ‘Ben bunu oynamalıyım’ ya da ‘Bununla ilgili bir şeyler yapabilirim’ hissine kapılıyorsam benim için tamam… Bazen senaryo iyi değildir ama karakter çok iyidir, o tuzağa düşmemek lazım. Bu filmde ise hem senaryo çok içime sindi hem karakter harika, ‘Umarım beni seçerler’ diye koşa koşa gittim görüşmeye. Melisa çok dikkatli ve izleyen bir insan… İlk görüşmemizde de sorular sormaktan çok beni izledi ve çok sonra, hatta o gün bile değil -bunu sonradan bana söylediler çünkü- şey demiş, ‘Hayret ettik çünkü bizim yazarken seyirciye geçmesine niyet ettiğimiz şeyleri anlamış olarak bize geldi ve konuştu’. Bu çok iyi bir şey çünkü çok hisle ilişkili bir film. Uyandırdığı hislerin farkında olmadan oynamak yönetmenin işini çok zorlaştırırdı. ‘Hiç olmazsa yönetmeni anlıyorum, başlangıç noktam iyi’ dedim ve ondan sonrası zaten teslim olmakla ilgili bir şey. Ve bir sene sürdü, çekimlere başlayana kadar, pandemi ve bazı başka ertelemeler de girdi araya, küçük senaryo değişiklikleri de oldu ama sonuçta mesele Reyhan’ı ve Reyhan üzerinden Melisa’yı anlamaktı. Ben de Reyhan üzerinden anlatılmak istenen şeyleri anlatmayı çok istedim. Bunu ben seslendireyim, birilerinin sesi olacaksa bu benim sesim olsun istedim. Hala da soruyorum Melisa’ya, ‘Reyhan’ı ben oynadığım için memnun musun?’ diye…

Filmin bir kayıp hikayesi olduğunu da düşünüyorum. Bir kere daha en başında Reyhan’ın koku alma duyusunu yitirdiğini öğreniyoruz. Senin de değin gibi görünmezliği de var, kocası mesela asla görmüyor onu ve görünmez olan bir kadını da en iyi gören kişi kör bir adam… Çok güzel bir metafor…

M.Ö.: Evet bunu özellikle vurgulamak istedim, koku duyusunun kaybı, görmeyen bir adam, zaten bir yandan Reyhan’ın bacağı aksıyor… Buradaki mesele duyularla birlikte kimliğimizi nasıl inşa ediyoruz ve farklı duyuların kayıpsa birbirinle nasıl temas ediyorsun? Dolayısıyla bacağındaki sakatlık Reyhan’ın psikolojik hayat hikayesinde önemli olsa dahi kimliğininin bütünlüğü açısından sanki koku alamamak hafızayla daha çok örtüşüyor. Koku duyusu beynimizdeki daha ilkel olan bölümlere bağlı ve nasıl hatırladığımızı bilmediğimiz şeyleri hatırlama şeklimiz. Bilmeden bildiğimiz şeyler yani ve Reyhan da bilmeden bildiği şeyleri kaybediyor, dolayısıyla bildiği de ne var, işte kocası, ailesi, ona verilen kimlikler var. Yani o bilinmeze doğru gidiyor olması gerekiyor ama el yordamıyla, neye tutunacak, işte geçmişinde en belirleyici şeylerden biri olan Leman karakteri ve ona geri gidiyor. Koku duyusunu kaybettiği an, ne tecrübe etsem bu bana geri gelir, hayat bana geri gelir diyor…

D.K.: Melisa provalar sırasında hep şeyden bahsetti, geçmişte ve günümüzdeki bütün ilişkilerinde bir iletişimsizlik var Reyhan’ın. Şu anda kocasıyla, geçmişte annesiyle arasında hep iletişimsizlik var. Hatta geçmişte Leman’la bir şey yaşıyorlar, bir olay oluyor, sonrasında Leman kapıya geldiğinde bile çıkamamış kapıya, orada bile konuşamamış, iletişim kuramamış Reyhan. Ve şimdi kazadan sonra da o iletişimsizliği kabullenmiş, öyle bir hayat yaşarken bir şey daha gidince, bir duyusu daha kaybolunca artık hayata tutunabilmesi için bir iletişim kurması gerekiyor ve eski tüm adımları tek tek yeniden yaşıyor; eski mahalleye dönmek, annesine gitmek, anneannesinin evine dönmek gibi, o iletişimlerin ilk adımlarını tekrar atmaya çalışıyor. Bunu mesela bir kadının çok daha rahat anlayacağını düşünüyorum. Yani kocanla bu iletişim o kadar kurulama bir şey ki, al bavulunu git.

Film yurt dışında, Tokyo olsun, Rotterdam olsun, izleyiciyle buluştuğunda nasıl bir tepki aldı, onlarla bağ kurabildi mi, ne hissettin?

M.Ö.: Çok kuvvetli olarak hissettiğim iki şey vardı. Bir tanesi bir özgürleşme hikayesi… Bir yandan bir kadın filmi gibi hissediliyor, çünkü baş karakter Reyhan her şeyden uzaklaşıyor ve genellikle bir erkeğin özgürleşme ve büyüme hikayesini bir kadın üstleniyor. Ama öte yandan bununla özdeşleşen sadece kadınlar değil, bir sürü insan aslında bu kimlik arayışı ve özgürleşme üzerinden bağ kurdu bir de İstanbul üzerinden… Yani sinemayla kurduğumuz ilişki yalnızca görse bir ilişki olmanın ötesine geçti sanki ve bir sürü insan filmden sonra gelip bana ‘İstanbul’u duydum’ ya da ‘İstanbul’un kokusunu aldığımı hissettim’ dedi. Bu da benim için çok kıymetli, çünkü sınamada daha atmosferik bir şeyin tecrübe edilmesinin daha zenginleştirici olduğunu düşünüyorum. Sadece hikaye anlatmak değil, total bir duyusal tecrübe olabilirse sinema, algımızı dönüştürebilir.