Ülke 25 Kasım’ı her gün en az bir kadının erkek şiddeti sonucu yaşamını yitirdiği bir ortamda karşılıyor. Eşitlik İçin Kadın Platformu Gönüllüsü, Avukat Ayata ile iktidarın hedefindeki yasaları konuştuk.

Kadınlar daima iktidarın hedefinde
Fotoğraf: Emre Orman / csgorselarsiv.org

Hatice BÜLBÜL

“Yasalara dokunma, uygula” bir süredir kadın hakları alanında mücadele eden örgütlerin en sık sesledikleri slogan haline geldi. Kadın haklarına, kadına yönelik şiddetin önlenmesine dair yasa maddelerine karşı son yıllarda giderek dozajını arttıran yoğun bir saldırı söz konusu. Yasalara saldırıları, yapılmak istenenleri ve kadınların mücadelesini, 4-5-6 Kasım günleri 26’ncı kez İzmir’de yapılan Kadın Sığınakları ve Da(ya)nışma Merkezleri Kurultayı’na katılan Eşitlik İçin Kadın Platformu Gönüllüsü, Avukat Gökçeçiçek Ayata ile konuştuk.

>> Kadınlar, kendileriyle ilgili yasaların uygulamadaki sorunlarıyla mücadele ederken son zamanlarda mevcut yasaların ortadan kaldırılmamasının derdine düştüler. 

Önce belki İstanbul Sözleşmesi’yle başlamak gerekir. İstanbul Sözleşmesi bildiğiniz gibi kadına karşı şiddetle ilgili uluslararası alandaki en kapsamlı ve en yeni sözleşmeydi. İstanbul Sözleşmesi’nden tek kişinin kararıyla hukuksuz şekilde çıkıldı, üstelik Danıştay eliyle de bu hukuksuzluk onaylanmış oldu. Bu tabii topluma bir mesaj verdi. Verdiği mesajı da aslında Pınar Gültekin davasında, Pınar Gültekin’in katili kendisi de dile getirmişti bir duruşmada,” İyi ki İstanbul Sözleşmesi’nden çıktık” diye. Bununla tüm topluma kadınlara karşı şiddeti ortadan kaldırma yönünde bir iktidar iradesi olmadığı hatta faillerin korunduğu yönünde bir mesaj verilmiş oldu. İstanbul Sözleşmesi’nden hukuksuz çıkıldığının ve Sözleşme’nin hâlâ yürürlükte olduğunun üzerine özellikle vurgu yapıyorum çünkü sözleşmenin onay kanunu olan 6251 Sayılı Kanun hâlâ yürürlükte. Meclis tarafından onaylanan bir sözleşmeden ancak aynı yolla yani Meclis onayıyla çıkılabilir. Kaldı ki, Sözleşme’nin her bir maddesi Anayasa’nın 90. maddesi ve 6251 Sayılı Kanun gereği yasa hükmünde ve çoktan iç hukukun bir parçası oldu. Bu yüzden biz EŞİK olarak hem hukukçulara hem tüm kadınlara, kadın örgütlerine ve herkese Sözleşme’nin hâlâ yürürlükte olduğunu, yerel yönetimler de dahil, herkesin tüm kurumların Sözleşme’deki yükümlülüklere uymaları gerektiğini her fırsatta hatırlatıyoruz. EŞİK olarak, süren İstanbul Sözleşmesi duruşmaları için 28 Kasım’da yine Danıştay’da olacağız.

Sadece İstanbul Sözleşmesi değil tabii, Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi’ne (CEDAW), Çocukların Cinsel Suistimal ve Cinsel İstismara Karşı Korunmasına İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ne (Lanzarote Sözleşmesi) yönelik birtakım saldırılar da söz konusu. Bu sözleşmelerin de ortadan kaldırılmasını isteyen marjinal bir erkek grubu var ve iktidar tarafından da destekleniyorlar.

Bunun dışında genel seçimlerden önce Anayasa’da bir değişiklik yapma girişimi oldu biliyorsunuz. Kadınlara başörtüsü özgürlüğü denilerek pazarlandı ama aslında kadınların nasıl giyineceğine iktidarın karar vermesini amaçlayan bir teklifti. İktidar, sanki kadınlar ne giyineceğine, başını örtüp örtmeyeceğine, örtecekse nasıl örteceğine kendileri karar veremezmiş gibi, kadınların kıyafetine de karar vermek istiyor. Üstelik bunu Anayasa’da bir değişiklik yaparak yapmak istedi. O dönem EŞİK çok etkili ve geniş katılımlı bir Anayasa Kampanyası düzenledi. Kampanya çok etkili oldu. Süreç sönümlendi. Ama şimdi sadece seçimler öncesi konuşulan maddelerin değil tüm Anayasa’nın değiştirilmesinden bahsediliyor. Oysa ki bu Meclis anayasa yapmak için seçilmiş bir meclis değil ve anayasa yapma yetkisi de bulunmuyor. Halk anayasa yapılması için oy vermedi genel seçimlerde. Aynı zamanda iktidar zaten kendi eliyle her gün Anayasa’yı ihlal ediyor. Anayasa’ya uymayan bir iktidarın anayasa yapma yetkisi yoktur. Böyle bir noktada durmak ve tartışmaksızın, müzakere etmeksizin bu sürece hayır demek lazım.

Yine, Medeni Kanun’la ilgili ve nafaka ile ilgili saldırılar sürüyor uzun zamandır. Onda da gene genel seçimler öncesinde Adalet Bakanı olan Bekir Bozdağ, nafakanın süreye bağlanmasını bir seçim vaadi olarak sunmuştu. Yarısı kadın olan bir ülkede nafakanın sınırlandırılmasının bir seçim vaadi olması oldukça trajikomik tabii. Yapılmak istenen, yoksulluk nafakası denen, yoksulluğa düşecek olan eşlerden hangisiyse ona bağlanan nafakanın süre ile sınırlandırılması. İktidar tarafından desteklenen erkekler tarafından kadınların nafaka hakkını gasp etmek için birtakım örgütler ve platformlar kurulmuş durumda. Bu yapılar erkeklerin nafaka mağduru olduğu gibi gerçek dışı bir iddiayı yıllardır kamuoyuna pompalıyor. Dönüp baktığımızda hiçbir şekilde buna dair bir veri yok ortada. Hatta biz EŞİK olarak Aile Bakanı ve Adalet Bakanı’na sorduk: Bir gün evli kalıp onlarca yıl nafaka ödeyen kaç erkek var? Söz konusu dosyaların numaralarını, ödedikleri nafaka miktarını, nafakanın kadına mı yoksa çocuğa mı ödendiğini acilen açıklayın dedik. Ama Bakanlıklar’ın ikisinden de yanıt alamadık, derin bir sessizlik ile karşılaştık. Yani gerçek olmayan bir erkek mağduriyeti üzerinden kadınların nafakaya dair mağduriyeti görmezden geliniyor. Sanki erkekler mağdurmuş gibi nafakanın sınırlandırılması konuşuluyor.

Kadınların istihdama katılım oranı düşünüldüğünde boşanma sonrası kimin yoksulluğa düşeceği ortada, tam da bu yüzden yoksulluk nafakası daha çok erkeklere değil kadınlara bağlanıyor. Onun da Türkiye ortalaması yaklaşık 300 TL. civarı. Kadının ev içi emeği görmezden geliniyor. Tüm bakım hizmetleri, çocuk yaşlı engelli bakımı devlet tarafından kadınların üstüne yıkılmış durumda. Tüm bunlara rağmen hâlâ ısrarla boşandıktan sonra bu kadınların nafakadan mahrum kalması üzerinde bir çalışma yürütülüyor. Bunun dışında boşanmaların hızlandırılması diye bir düzenlemeyle yargının yavaş işlemesinin ceremesi gene kadınların üzerine yükleniyor.

>> Boşanmanın hızlandırılması gibi maddeler, -kavram olarak kulağa hoş gelse de- kadınların haklarından neler götürecek, kadına ne tür sorunlar yaşatacak?

Boşanmaların hızlandırılması, yargı yavaş, iki taraf da zaten çekişmeli durumda ve çok yıpranıyor, tarafların bu kadar uzun süre boşanma davası nedeniyle iletişim halinde olmaları gerginliği arttırıyor, o dönemdeki şiddeti azaltmayı amaçlıyoruz gibi söylemlerle pazarlanıyor. Ama dönüp baktığınızda yapılmak istenen şu aslında: boşanma kararının hemen verilmesi ama bunun dışında boşanmayla bağlantılı diğer konuların farklı davalara ve uzun bir sürece yayılması. Boşanma kararının kusur incelemesi olmaksızın hemen verilmesi demek, boşanma davası süresince verilen tedbir nafakasının ortadan kalkması, aile konutu şerhinin uygulanmaması demek. Yani boşanma sürecinde kadınların haklarını alana kadar çocuklarıyla birlikte başlarını sokacakları bir evinin olmaması, en azından karınlarını doyuracak kadar bir nafakaya sahip olmamaları demek. Çünkü boşanmaların hızlandırılması denen sistem hayata geçerse mahkemeler boşanmaya hemen karar verecek. Kadın, yoksulluk nafakası için ayrı, çocuklar iştirak nafakası için ayrı davalar açmak zorunda kalacak. Mal paylaşımı, maddi manevi tazminat söz konusuysa bunların hepsi farklı davalar olarak yıllar boyunca sürecek. Kadınların hukuki bilgiye erişiminin ve kamusal hayata katılımının zorluğu da düşünüldüğünde, kadınlar ya bu haklarının bir kısmından veya hepsinden ya da boşanmaktan vazgeçecek. Evlilik içerisindeki daha çok şiddete, daha çok eşitsizliğe tamam demek zorunda kalacak. Boşanmaların hızlandırılması denilen şey, erkekler açısından boşanmaların hızlandırılması, kadınlar açısından ise boşanmaların imkansızlaştırılması demek aslında. Yani erkek “boş ol, boş ol, boş ol” diyecek, gidecek bir dilekçe verecek, kadını ve çocukları kapının önüne koyacak. Nafakasız, hiçbir şeysiz, herhangi bir barınma imkânı olmaksızın... Çünkü bildiğimiz gibi Türkiye’deki konutların pek çoğu da erkeklerin üzerine kayıtlı.

EŞİK olarak iktidarın yaptığı her yasa değişikliği, kadınların aleyhine olduğu için “Yasalara dokunma, uygula” diyoruz ve bu söylemi çok kıymetli buluyoruz. Çünkü bu yasaların yapılması sürecinde hepimizin noktasından virgülüne kadar emeği var. Bu yasalara, kadın örgütleri tarafından temel hak ve özgürlükler gözetilerek, kadının insan hakları gözetilerek, kadınların istihdama dahil edilmemesi, kadın yoksulluğu, aile içi eşitsizlikler ve şiddet gözetilerek katkı sunuldu, yasaların değiştirilmesi sağlandı. Bu mücadele görmezden gelinerek, haklarımızın gasp edilmesine izin vermeyeceğiz.  

>> Bugün iktidarın hedef aldığı, altının boşaltıldığı temel meselelerden biri de laiklik…

Diyanet’in bütçe ve personel açısından bu kadar güçlendirilmiş olması, yaptığı faaliyetler ve uygulamalar doğrudan laiklik ilkesine aykırı zaten. Karma eğitime karşı çıkanlar, 4 + 4 + 4 ile kız çocuklarının okuldan koparılması, çocuk yaşta zorla evlendirilmelerin artması, bunların hepsi aslında hem eşitlikle hem laiklikle bağlantılı.  Türkiye'deki kadınlar da tıpkı İran’daki, Afganistan’daki kadınlar gibi ve aslında köktendinciliğin hüküm sürdüğü tüm ülkelerdeki kadınlar gibi laikliğin kadın hakları, şiddetle mücadele ve eşitlik açısından ne kadar kıymetli olduğunun farkındalar. Laiklik ilkesine, bizler için ne kadar yaşamsal olduğunu bildiğimiz için sahip çıkıyoruz. Son yapılan ÇEDES protokolü de ilkokul öncesi ve ilköğretim kurumlarında mescit yapılmasını zorunlu hale getiren yönetmelik de laiklik ilkesine aykırı. Bunların tümü iktidarın “Türkiye Yüzyılı” tahayyülü, talebi aslında.

Kız çocuklarının şanslılarsa regl olana kadar evlendirilmedikleri, dini hukukun uygulandığı, erkek çok eşliliğinin olduğu, kadının evin içerisinde köleliğe varan bir yaşam sürdüğü, kadınların toplumdaki büyük küçük tüm erkek reislere itaat ve hizmet ettiği bir düzen kurulmaya çalışılıyor.  

>> Aslında dile getirdiğiniz bu sorunlar ve diğerleri için yasaların uygulanmasını, kadına yönelik şiddetin önlenmesini sağlayacak her türlü tedbirin alınmasını da içeren bütüncül bir kadın politikası yürütülmesi gerekiyor. Devletin böyle bir derdinin olmadığı ortada. O halde kadınlar ne yapmalı, yola nasıl devam etmeli? 

Yasalara dokunma, uygula’ demeye devam edeceğiz, çünkü bu yasalar bizim mücadelemizle yapılmış yasalar ve bu yasalar hiçbir zaman yeterli bütçe, yeterli personel, yani yeterli özen gösterilerek uygulanmadı. Yasalarda aksaklıklar var deniliyor ama yasalar zaten bu iktidar tarafından uygulanmadı ki. Bir yandan kazanılmış haklarımız için mücadeleye devam ediyoruz, edeceğiz. Bir yandan mümkün olduğunca geniş ittifaklar kuracağız, ki kadınlar bunu yapıyor zaten. EŞİK bunun en güzel örneği. Umudumuzdan ve hayallerimizden vazgeçmeden, gerçekleri de göz ardı etmeden bir arada mücadeleye devam edeceğiz.