Kapattık gitti

Cumartesi akşamı Ankara Batıkent’te iki katlı kooperatif evlerinden birinin güzel bahçesinde yüzden fazla insan bir aradaydık. Hepimiz televizyonları kapatıp buluşma noktasına gelmiştik. Tatlı bir Mayıs akşamı serinliğinde birbirimizi dinledik. Bir dut ağacından dutlar düştü başımıza. Yıllardır ekranlardan evimize sızan daha doğrusu boca edilen yalanlar fişi çekilmiş televizyonların içinde kaldı. Buluşmaya gelen kimse yalan medyasının sadık izleyicisi değildi elbette ancak zaman zaman ‘çocukların sevdiği yarışma var’ diye, ‘şu dizimi izleyeyim haberlere bakmıyorum zaten’ bahanesiyle, ‘futbol tartışıyorlar zaten siyasetle ne ilgisi var ki?’ yanılsamasıyla ve benzer gerekçelerle açık kalan ekranlardan evlere kirlilik sızmayı başarıyordu.

Reklam arasında, satır arası yorumlarda, altyazılarda, ekranın bir köşesinden bir yol bulup evlere sızıyordu havuzun çamuru. Her şeyi bir kenara bırakın sistemi döndüren reklam çarkına suyunu veren izlenme oranları, konuşulma durumları, gündem belirleme vaziyetleri bile fena halde can sıkıcıydı bu televizyonların. ‘O kanalları açmayalı çok oldu zaten. Bizim izlediğimiz bir iki kanal var. Başkasına bakmıyoruz’ diyen dahi zapping yaparken illa ki önce öfkesini arttıran sonra yavaş yavaş uyuşturup bağımlılık yapma tehlikesi yaratan birkaç diziye denk geldi. Eğri oturup doğru konuşalım. Dostlar arasında memlekette olup bitenlerin farkında olup en fazla öfkelenenlerin bile zaman zaman bir yetenek yarışması izleyip, ıssız ada finalisti yorumladığı oluyordu. O yarışmaların jürisinden yarışmacısına, televizyonun sahibinden yorumcusuna kadar tek elden belirlendiği bir sistemde tek seçenek sitemin dışına çıkıp fişi çekmek.

-Ama biz o vatanlı aşklı diziyi izliyoruz.

-İyi. Televizyonun sahibi aileye bağışta bulunmayı da düşünür müydünüz? Üzdük mü seni patron? Kusura bakma.
-Yok üzmek değil de cesur yayın yapanlar da var. Biz onlara bakıyoruz

- İyi bak. Denge kollamaya çalışan, izin verildiği ölçüde sesini belli konularda çıkarabilen bir medya göreceksin orada da.

Cumhurbaşkanlığı yarışının en güçlü adaylarından birini yayına çıkarıp mevcut Cumhurbaşkanı’na sorulması hayal edilemeyecek soruları, belki tarafsız görünmek adına, son derece gergin yüz ifadeleriyle aceleyle peş peşe sıralayan ve adeta adayı sorguya çeken medya komiserleri göreceksin. Neyse ki aday son derece rahat ve kendinden emin istediğini anlatıyor. Hatta öyle rahat ki, bir başka kanalda partisi tarafından yalnız bırakıldığı teranesini döndüren başka medya komiserlerine yayına bağlanarak yıllarca unutulmayacak dersler veriyor.

-Ama hiçbiri tarafsız değil zaten. Bak tarafsız sandığımız gazeteciler, hangi partilerden aday oldu? Kimler kimlerle kol kola!

-Yok öyle şey canım kardeşim. Gazeteci, insan haklarından, demokrasiden yana taraftır. Ezilenden, zulüm görenden yana taraftır. Böyle kalmaya devam ettiği için her dönem bedel ödetilmiş gazetecilerden aday olanlar var evet. Herhalde kendilerine etik dersi verecek değilsin!

Bu diyaloglar uzatılabilir. Bu sıradan bir seçim süreci değil. Bunu herkes kabul ediyor. O halde, televizyonları kapatın çağrısı son derece yerinde ve faydalı. Bize faydalı geldi en azından cumartesi gecesi. İki lafın belini kırdık bahçede, dut ağacının altında. Sandığa sahip çıkılabilecek mi? Seçim sonuçlarını tanımayan, saygı da duymayacağını açıklayabilecek bir iradeyle karşılaşılırsa ne yapılabilir? İkinci tur olursa hangi parti nasıl bir tutum takınır? Hepsini hepsini konuştuk. Hatta Müjgan ablanın dükkanını, Sami babanın sağlık sorunlarını ve dut yemenin faydalarını da. O televizyonları kapatıp, kapının önüne çıktıkça, bahçede oturup komşuyla çay içe içe, konuşa konuşa, birbirimize sırtımızı değil yüzümüzü döndüğümüzde başaracağız. Hep beraber başaracağız. İşte o zaman bugünlerde ekranlarda bülbül olup şakıyanlar, dut yemiş bülbüle dönecek. Aman bu günlerde fazla hassaslaştılar. Tehdit olarak algılamasınlar şimdi bülbülü dutu. Demem o ki, devran dönüyor yakın. Ey bülbüller, yeni şarkılar hazırlayın!