Ülke genelinde ‘Aydınlık Yürüyüşleri’ başlatan SOL Parti, yürüyüşlerini sürdürecek. SOL Parti Sözcüsü İşleyen, “Yürüyüşümüz haklarımız, geleceğimiz, özgürlüğümüz için direnmeye ve bu yolda birleşmeye çağrıdır” dedi.

Karanlığa karşı birlikte yürüyelim
SOL Parti Aydınlık Yürüyüşleri’nin ilkini Eskişehir’de gerçekleştirmişti. (Fotoğraf: BirGün)

Politika Servisi

“Hilafete, Karanlığa Hayır. Aydınlık, Özgür, Demokratik Türkiye İçin Birleşelim” sloganı ile ülke genelinde ‘Aydınlık Yürüyüşleri’ örgütleyen SOL Parti, eylemlere bugün ve yarın çeşitli illerde devam edecek.

AKP iktidarının ülkede yaymaya çalıştığı gericiliğe karşı mücadele çağrısı gerçekleştiren partinin yaptığı açıklamada “Emekçi halkı büyük bir yoksulluğa mahkûm eden bir avuç soyguncunun, bu din bezirgânlığına da; Ortadoğu’dan devşirme cihatçı çetelerin, türlü tarikat-cemaatçilerle kol kola hayatımızı tehdit etmesine de izin vermeyeceğiz” ifadelerine yer verildi. Ülke genelinde yürüyüşler sürerken SOL Parti Sözcüsü Önder İşleyen, partisinin gerçekleştirdiği yürüyüşler hakkında BirGün’e konuştu.

Önder İşleyen

SOL Parti gerici kuşatmaya karşı aydınlık bir Türkiye çağrısıyla yürüyüşlere başladı. Rejimin önümüzdeki dönem yönelimiyle özellikle son dönemdeki hilafet ve şeriat tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Son dönemdeki tartışmalar,    yeni dini bir anayasa şemsiyesi altında toplanmaya çalışılıyor. Bu kapsamda medeni kanun başta olmak üzere, laiklikten kalan tüm ilerici birikimler yok edilmek isteniyor. Böylelikle dinci rejim daha pekiştirilmeye ve tarikatların devlet kademesindeki yeri tahkim edilmeye çalışılıyor. AKP ve Erdoğan da şeriatçı azınlığın örgütlü aktif gücü olmaksızın ayakta duramayacağından bu kesimin önünü açıyor. Mayıs seçimlerine gidilirken Hüda-Par’a kadar uzanan gerici ittifak artık AKP’nin iktidarda kalması için MHP’nin de yetmediği bir durağa gelindiğinin göstergesiydi. Tarihin en gerici ittifakı kurularak kazanılan Mayıs seçimleri sonrasında derinleşen ekonomik-sosyal kriz ortamında iktidarın toplumsal destekleri erimeye devam ediyor. Şeriat çağrılarıyla bir yandan yoksul emekçi insanlar din bezirgânlığı altında bu acımasız sömürü düzenine boyun eğdirilmeye çalışılırken; aynı zamanda gündem de buraya hapsediliyor.

Açık ki, türlü tarikatlarla birlikte Ortadoğu’dan devşirilerek yerleştirilmiş cihatçı çetelerin önünü açarak ilerleyen bu süreç ülkemizin geleceği için büyük risklere işaret ediyor. Düzen muhalefetinin de buna karşı durduğunu söylemek bir yana, tek bir söz dahi etmekten aciz durumdalar. Muhalefetin bitmeyen “muhafazarlık” açılımlarıyla sağa demir atmış aklı da bu gerici eğilimlerin önünü açıyor. Oysa toplumdaki tutucu eğilimlerle uzlaşmaya çalışarak, sağın aklına teslim olarak ülke adım adım bugünkü İslamcı faşizme sürüklendi.

Toplumlar uzun yıllardır mistik düşüncelerle, dinsel ve mezhepsel kimliklerle dönüştürülüyor. Dünyanın her yerinde din savaşlarının, mezhepsel ya da etnik karşıtlıkların ön planda olduğu adeta bir Ortaçağ dönemi yaşanıyor. Eğer bugün toplumun ihtiyacı olan gerçek değişimler yaratılacaksa bu öncü devrimci fikirler, örgütlenmeler ve eylemlerle mümkün olabilir. SOL Parti de böyle bir mücadelenin ifadesidir. Şimdi şeriat-hilafet çağrılarına karşı yürüyüşlerimiz de toplumdaki bütün ilerici, cumhuriyetçi, devrimci direniş birikimlerinin de örgütlü ve aktif bir mücadele içinde birleşmesi için bir çağrıdır aynı zamanda.

Laiklik son 40 yıldır Türkiye’nin önemli başlıklarından biri oldu. Bugün gelinen yer itibarıyla laiklik kavramı doğru yerden tartışılabiliyor mu?

Laiklik yalnızca bugün değil geçmişte de doğru yerden tartışılmadı. Yakın tarihin bize gösterdiği önemli şeylerden biri, laikliğin asla anti-emperyalizmden ayrı düşünülemeyeceği gerçeğidir. Zira siyasal İslamcılık doğrudan emperyalizm eliyle örgütlendirilerek Türkiye toplumuna dayatılmıştır. Laiklik ve Cumhuriyet’in ilerici birikimleri henüz 1945’ler sonrasında ABD’nin komünizmi çevreleme siyasetleri ekseninde dönüştürülmeye çalışılarak, siyasal İslamcılık geliştirilmeye başlanmıştır. 12 Mart ve 12 Eylül etaplarından geçilerek devletin resmî ideolojisinin Türk-İslam sentezi olarak belirlenmesinden; ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne uzanan yönelimleri doğrultusunda siyasal İslamcılık büyütülerek, ülkemizde de iktidara taşınmıştır. F. Gülen’den Müslüman Kardeşler’e, radikal cihatçı örgütlenmelerin hemen hemen hepsi içine CIA kaçmış örgütlenmelerdir.

AKP’nin RP’den koparak kurulması ve sonrasında da CIA’nın doğrudan devrede olduğu kendi kurucularının da itiraflarıyla ortaya konuldu. AKP, Türkiye’deki laik birikimin tümüyle yok edilerek ABD politikalarına uyumlu bir İslamcı rejim oluşturulması üzere iktidara getirildi. Erdoğan’ın ABD tarafından BOP Eş Başkanlığı görevine tayin edilmesi de şimdi mülteci hapishanesine çevirdikleri Türkiye’de en gerici unsurlarla dahi iş birliğini sürdürmeleri de Amerikan politikalarının bir gereği. Hilafet çağrıları yapılıyor şimdi sokakta ama yıllar önce CIA eski Türkiye masası şeflerinden -ve AKP’nin gizli kurucularından- G. Fuller, hilafetin kaldırılmasının ne büyük bir yanlış olduğunu söyleyerek İstanbul’u yeni bir hilafet merkezi olarak konumlandırmaktan söz ediyordu. Bugün de karşımızda olanlar CIA’nın şeriatçıları, Amerika’nın tarikatları, hilafetçilerinden başkası değil.

Bu nedenle evvela laikliğin salt anayasal bir mefhum olduğunu düşünmek başlı başına bir hata. “Türkiye laiktir laik kalacak” gibi sloganlar da laikliği bu hukuki kısıtta düşünen refleksleri aşamıyorlar. Dolayısıyla mücadele de emperyalizmin siyasal İslam’ı bölgesel politikalarının aparatı olarak devreye sokmasından; neoliberal sömürü politikalarının yarattığı yoksullaşma karşısında dini sömürünün toplumu kontrol aracı olarak ileri sürülmesinden ayrı düşünülemez. Mücadele de bu bütünlükte sürdürülmek zorunda.

Düzen muhalefetinin laikliği savunmaya yönelik politikalar geliştirmediği görülüyor. Aydınlık Türkiye yürüyüşü aynı zamanda düzen muhalefeti için de bir çağrı denilebilir mi?

Düzen muhalefetine olmasa da muhalif tabana, yani topluma bir çağrı olduğunu söyleyebiliriz. Zira düzen muhalefeti tam da o tabanı çantada keklik gibi gördüğünden talep ve beklentilerini karşılamak yerine muhafazakârları tavlama hevesiyle türlü oportünistliklerle işi idare etmeye çalışıyor. Oysa bugün Türkiye’de laiklik muhafazakâr diye anılan insanların dahi içtenlikle savunabildiği bir talep. Haliyle bu yürüyüş halkın her kesimi kapsayan genel bir çağrı mahiyeti taşıyor. Bu yürüyüşler, en başta yarınına güvenle bakamayan kadınların, geleceksizliğe mahkum edilen gençlerin; tarikat baskısı altında hayatına son vermekten başka çare bulamayan Enes Kara’ların, Aladağ’da yakılan kız çocuklarının çığlığıdır.

Muhalefet adaylık tartışmalarını özellikle de popüler isimler üzerinden sürdürdü. Böyle bir ortamda SOL Parti’nin başlattığı yürüyüş başka bir siyaset yapma tarzı açısından bize ne anlatıyor?

Siyaset bir iktidar oyununa, koltuk kapma yarışına dönüşmüş durumda. Bütün bir toplum adeta hipnotize edilerek bu oyunun bir izleyicisi haline getiriliyor. Toplumsal taleplerin zerresinin kendisine yer bulamadığı, bugünküne benzer şekilde kimin hangi koltuğu paylaşacağına, parlamentoda kimin kaç koltuk alacağına ilişkin pazarlıklarla Mayıs seçimlerinde ülkenin kaderi bu gerici iktidarın eline bırakıldı. Yerel seçimlerde de toplumun hiçbir kesiminde bir umut yaratmayan kişisel ya da dar çıkar gruplarının iktidar hesaplarına boğulmuş, evet biraz da ünlülerle beslenerek oy avcılığına dönüştürülmüş bir süreç yaşanıyor. Bu muhalefet anlayışıyla hiçbir şeyin başarılamayacağı ortada. Günlerdir ölü bedeni siyanürlü toprakların altında çıkarılmayan işçilerin, ölüme terk edilmiş emeklilerin, ülkeyi terk etmek zorunda bırakılan gençlerin, hayatları karartılan kadınların talepleriyle buluşan, onu isyana dönüştüren bir siyaset tarzı örgütlenemediği sürece hiçbir şeyin değişmeyeceği açık. Yürüyüşlerimiz bu anlamda haklarımız, geleceğimiz, özgürlüğümüz için boyun eğmeyerek direnmeye, bu yolda birleşmeye bir çağrıdır.