İnsani bilinçle politik bilinç etle tırnak gibidir. İkisini birbirinden ayırırsanız nerelere savrulacağınız belli olmaz; “dişe diş, kana kan, intikam intikam!” diye höykürenlerden de farkınız kalmaz

Karga’nın gör dediği

MURAT MÜFETTİŞOĞLU

Mu?

‘Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı’ PISA sonuçlarından yola çıkarak sadece eğitim hakkında yazmayı planlamıştım. Ancak, önce Beşiktaş’ta ardından Kayseri’de patlatılan (hain) bombalar, hem bedenlerin hem Beşer’in bütünlüğünü bozdu; etler tırnaklardan ayrıldı. En son söyleyeceğimi en başından söyleyeyim: Sur’da, Rojava’da, Halep’te katledilen sivillerin ve çocukların katilleri, Beşiktaş’ta ve Kayseri’de öldürülenler değildir. Devlet ya da parti, iktidar ya da muhalefet fark etmez, bu trajedilerden siyasi rant sağlayanlar, en az katiller kadar habistirler!

Sarımsak soymayı ezelden beri sevmem. Kabukları başparmak tırnağımla etimin arasına girer. Sonrası malum; başparmağımı üç gün devre dışı bırakacak, incecik, keskin bir acı. Acının büyüğü küçüğü olmaz; bir Can’ın etnik kökeni, cinsiyeti, türü, mesleği, sınıfı olmadığı gibi. Ayrıca başparmak deyip geçmeyin. Evrim onun sayesinde başladı; taşı sopayı onun sayesinde kavradık; iş beynimizle kavramaya kadar geldi. Yaşadıklarımız bilincimizi geliştirdi; aynı anda vicdanımız güçlendi. Velhasıl insan olduk. Mu?

Geçenler kaldırımda yürürken yaralı bir Karga’ya denk geldim. Muhtemelen taşla ya da saçmayla vurulmuştu. Dikkatlice kavrayıp en yakın veterinere götürdüm. Klinikte kaydı kuydu yapıldı; hasta adına Karga, hasta sahibine Murat dendi. Ertesi gün kontrol için tekrar kliniğe gittim. Yanımda bir arkadaş daha vardı, ancak dışarıda beklemeyi tercih etti. Veteriner beni görünce, “maalesef siz bıraktıktan iki saat sonra öldü” dedi. Yutkunup borcumu sordum, “borcunuz falan yok” deyip gönderdi. Dışarı çıktığımda arkadaş “n’oldu?” diye sordu. “Ölmüş” dedim. “Bence öldüğüne sevinmelisin” dedi, ekledi: “Kargalar hain hayvanlardır. Bir gün bana saldırıp elimdekini kapmak istediler…” Konuşuyordu, ancak zoruma gidiyordu. Oysa her açıdan mağdur edilmiş bir halka mensuptu. Yanı başımda “kargaların hainliği” hakkında konuşurken bilincindeki bir çatlağın açıldığını hissediyordum.

İnsani bilinçle politik bilinç etle tırnak gibidir. İkisini birbirinden ayırırsanız nerelere savrulacağınız belli olmaz; “dişe diş, kana kan, intikam intikam!” diye höykürenlerden de farkınız kalmaz. Politik mücadelelerde meşru zemini kaybetmek kadar acıklı durum yoktur. Koşullar ne olursa olsun, adil ve özgür bir yaşama olan inancınızı terk etmemek aslında tek güvencenizdir. O veya bu sebeple kargaları sevmeyebilirsiniz. Şahsen ben yılanın resmine bile bakamam. Lakin yaralı bir yılan, (artık) bambaşka bir varlıktır benim için. Sağlam olanıysa rızkı için vardır, bilirim. Ve hakiki ideolojiler ve kişilikler, minör trajedilerle majör trajedileri aynı perspektiften görebilenlerdir.

Güney Afrikalı özgürlük savaşçısı Nelson Mandela, “Dünyayı değiştirmek için kullanabileceğiniz en güçlü silah eğitimdir” demiş. Bütün bu çelişkilerin, bilinçteki çatlakların nedeni yanlış eğitim olabilir mi dersiniz?

Eğitim ama nasıl?
Ülkelerin tarihleri, siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel temelde pek çok dönemin bir araya gelmesiyle oluşur. Bizde dönem sayısı kabaca ikidir. Cumhuriyet’in ilanıyla başlayıp 12 Eylül Türkiye'sine kadar süren ilk dönem Montaigne’in şu sözleriyle betimlenebilir: “Okullarda bize erdemi aramayı, bilgeliği kucaklamayı değil; sadece bu sözcüklerin türemiş hallerini ve köklerini öğrettiler”. 12 Eylül gericiliğinin ürünü olan AKP iktidarının art niyetli politikalarından ötürü (eğitimde) geldiğimiz noktayı PISA’ da gördük. Belirli bir yaş grubunun bilgi ve becerilerini ölçen bu programın OECD tarafından desteklenmesi huylandırmıyor değil. Lakin uluslararası ölçekte yapılması ortaya çıkan sonuçlara itibar edilmesi için yeterlidir. Montaigne’in sözlerine karşılık gelse de; tarihsel zemini ve diyalektik kökleri zayıf olsa da(ki nedeni 700 yıllık Osmanlı frenidir); bilim, kültür ve hukuk Batı’dan getirilse de, ilk dönemin nispeten seküler ve laik eğitimi, ikinci dönemin her yönüyle gerici eğitiminden çok daha iyiydi.
Eğitim, kültür tarafından kapsanır görünse de, gerçekte yaşamın her alanını hem dikeyde hem yatayda keser. Dolayısıyla siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel paradigmaları tek başına belirleyebilme gücüne sahiptir. Bu bağlamda, (anaokullarından üniversitelere) her eğitim kurumu, kamusal alana “yetkin” bireyler yetiştiren birer işlik görevi görürler. İyi güzel de bütün bu organizasyon, kadro, müfredat, planlama, harcama, emek vs gerekli midir? Cevap: Belli koşullarda gereklidir, belli koşullarda değildir. Misal, Batılı ülkelerde şimdilik “marjinal” ebeveynler arasında tercih edilen ‘unschooling’ diye bir yöntem var. Türkçeye okulsuz eğitim olarak da çevrilebilir. Sistemik aklın planladığı kurumsal/örgün eğitimi olumsuzlayan bu yöntem, öğrenmeyle ilgili süreçleri öğretmenlere değil çocuklara bırakıyor. Daha ince bir tarifi, “biz bilginin peşinde koşan çocuklar arzuluyoruz; çocuğun peşinde koşan bilgiler değil” diyerek Bernard Shaw yapmış. Kısacası amaç çocuğa bilgi pompalamak değil; kendi başına öğrenmesinin olanaklarını ona sunmak. Hal böyleyken; ailenin ve toplumun geleneksel(feodal) değerleri, inançları, devletin resmi müfredatı, sistemin pragmatik aklı ve popüler kültür gibi belirleyiciler devre dışı bırakılarak, (aslında) benliğin/kişiliğin çocuk tarafından oluşturulması sağlanıyor. Gelgelelim, sosyal devletin esamesinin okunmadığı Türkiye gibi ülkelerde, meslek, iş ve sosyal güvenlik başlı başına sorunken, unschooling yöntemi pembe bir balonu andırıyor. Ayrıca ülkedeki ebeynlerin bilinç düzeyleri şimdilik örgün eğitimi zorunlu kılıyor. Hele ki okula gitmeyen çocukların sırtından para kazanacak yüzbinlerce ebeveyn, avuçları kaşınan binlerce patron varken. Geceleri yatakhanelerinde sapık hocaların dolaştığı, yangın merdiveni dahi olmayan, olsa da kilitli olan abuk sabuk kurslara hiç girmiyorum.


Memleketteki onca çarpıklığa rağmen iyi şeyler üzerine düşünmeyi bırakmamak lazım. Öyle ya da böyle bu zamanlar bitecek. Doğrusu unschooling kavramının çok daha ayrıntılı bir analizi hak ettiğini düşünüyorum. Dahası, özgürlükçü yanı ağır basan, bu yanıyla da etiğin içselleştirilmesine katkı sunacak seçeneklerden biri olabilir. Fakat öncelikle mevcut iktidarın gitmesi; (gerçekten) demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi ve çağdaş bir yönetişim modelinin oturtulması gerekiyor. Eğitim ve etik demişken bir anımı paylaşayım: Kızımı ilkokula kaydettirdiğimiz gün biz velileri sıralara oturttular; önümüze birer kâğıt kalem koydular ve ‘eğitmenlerden ne beklediğimizi’ sordular. Baba olarak hazırlıksız yakalanmıştım. Ancak, yaşadığımız ülkenin gerçekliği bu tür soruların cevaplarını bilmeyi gerektiriyordu. Zira günlerimiz sorunları konuşmakla geçiyor; naçizane çözüm üretmeye çalışıyorduk. Belki sadece rahatlıyorduk. Her neyse kâğıda şöyle yazdım: “Kabul ediyorum: Kendisine sormadan (bu) dünyaya bir varlık getirmenin etik açıdan olumlanacak tarafı yok. Akıldışı bir sistemin ihtiyaçları doğrultusunda onu eğitmekse ikinci yanlış. Ebeveynler ve öğretmenler olarak yanlışlar silsilesini sürdürmek zorunda değiliz. Bir baba olarak sizden ricam, bu durumun farkında olarak çocuğumla(çocuklarımızla) iletişim kurmanızdır. Gerisi (muhtemelen) kendiliğinden gelecektir”.
Bugün etik yanlışların en büyüğünü, gerici değerleri ve kötücül politikaları doğrultusunda eğitime yön veren iktidar yapıyor. Bilimsel ve evrensel normlardan kopuşumuzun, PISA’da nal toplamamızın nedeni iktidardır. Oysa tarihsel ve antropolojik zorunluluklar dünyanın bütün iktidarlarının üzerindedir. Saf, soylu, üstün vs bir millet olduğunuzu iddia edip sınırlarınızı elektrikli tellerle çevirseniz bile; koca koca tırların girip çıktığı gümrük kapılarınız, yabancı bandıralı tankerlerin doldur boşalt yaptığı limanlarınız, yolcu ağırlamaktan aşınmış dış hatlar terminalleriniz, emperyal askerlerin cirit attığı üsleriniz olduğu sürece, (eğitimde) evrensel normları kabul etmek zorundasınız. Aklen, madden ve resmen onay verdiğiniz kapitalizm tanrısı öyle istemektedir çünkü. Yanlış anlaşılmasın; sosyalistler ve anti-kapitalistler de eğitimde evrensele vurgu yaparlar, üstelik herkesten çok yaparlar. Ancak eklerler: “Sadece bilgi ve becerilerin geliştirilmesi yetmez; iradi ve vicdani açıdan güçlenmek de gerekir”. Yaralı bir Karga’nın görmemizi istediği de budur!