‘Kaygı’nın ilham kaynakları
Türk sinemasında yakın dönemin en çarpıcı ve ilgiye değer filmlerinden ‘Kaygı’ bugün vizyona giriyor. İlk uzun metrajını yazan Ceylan Özgün Özçelik ile ilham aldığı filmleri konuştuk
Sinema yazarı ve yönetmen Ceylan Özgün Özçelik’in ilk uzun metrajı ‘Kaygı’, Türk sinemasında benzerine çok sık rastlanmayan stilize bir psikolojik gerilim. Bir haber kanalında çalışan Hasret’in hikayesini merkeze alarak toplumsal bellek üzerine odaklanan film, içeriği kadar biçimiyle de dikkat çekiyor. Tür filmlerinin dramatik aksiyonlar yerine biçimi, atmosferi ve karakterin ruh halini merkeze aldığı nadirdir. ‘Kaygı’ ana karakterinin iç dünyasını ve onu sarmalayan bunaltıcı atmosferi, görsel ve işitsel yollarla nasıl inşa ettiği üzerine kafa yoran bir film. Böylelikle hikayenin politik konteksti de doğal bir akışla oluşuyor.
Dünya prömiyerini Berlin’de yapan ve Amerika prömiyerini yaptığı South by Southwest’ten kadın yönetmenlere verilen LUNA Gamechanger Ödülü’yle dönen ‘Kaygı’, her şey bir yana öncelikle gelecek vaat eden bir yönetmen takdim ettiği için önemli. Kamera arkasında sinefil bir yönetmen bulmuşken de, ilham aldığı filmler için sözü kendisine bırakmak en iyisi.
»Cinnet (The Shining), 1980
Yön: Stanley Kubrick
Sinemaya bakışımı genel olarak en çok etkileyen yönetmen Stanley Kubrick. Renk ve mekan algısından gelecek tasavvurlarına zamanının çok ötesinde bir deha. ‘Cinnet’, o kadar ustaca tasarlanmış bir tür filmi ki, her izlediğimde yeni bir detay fark ediyorum. Tek bir mekanın, “kocaman” bir ülkenin kanlı topraklarına dönüştüğü daha dehşetli bir eser izlemedim. Başucu filmim.
»Kiracı (Le Locataire), 1976
Yön: Roman Polanski
‘Kiracı’nın göçmen olan ana karakteri Trelkovsky gerçeği ararken, gerçekliği yitirir. Apartmandaki ve hatta mahalledeki yerleşiklerin, bu “yabancı”yı kendilerinden birine dönüştürme hali beni hep ürkütür. Hasret’i yazarken, referans aldığım temel his biraz buydu. Diğer karakterlerin onu “uzaylı” gibi görmesi, Hasret’in kendini öyle hissetmesi… Aidiyet meselesi. Yanı sıra onun arayışına yardım edermiş gibi görünenlerin ikiyüzlülüğü… Herkesin ve her şeyin ana karakteri yalnızlaştırması ve bir kabusa sürüklemesi…
»Yuva (Home), 2008
Yön: Ursula Meier
Yine bir tek mekan filmi ve özel bir ilk film. Evini faaliyette olmayan bir otoyolun yanına kuran “özgür” bir aile, otoyolun faaliyete geçmesiyle ‘mapus’ aileye dönüşüyor. Isabelle Huppert’in canlandırdığı ana karakter, doğayı ve özgürlüğü katledenlere karşı kendini evine hapsederek başkaldırıyor. Huzursuzlukla örülü ses tasarımı ve öngörülemez anlatımıyla etkilendiğim bir film ‘Yuva’. Bir ev üzerinden tehdit altındaki dünyayı yansıtabilme ve seyircisini bir kabusun deneği yapabilmedeki hünerleri de cabası. Klostrofobik yapısı finale doğru sinirleri alt üst ederken, ana karakteri de zehrini akıtıyor.
»Hotel Monterey, 1975
Yön: Chantal Akerman
Bu filmde Akerman’ın ağır ve küçük hareketlerle odadan odaya gezinen kamerasının bıraktığı his hakikaten benzersiz. Kamera, yalnızca finalde dışarı çıkıyor. Akerman’ın renkleri, özellikle kahverengi ve mavi tonlarıyla ilişkisi beni büyülüyor. Hasret’in evi için birincil sanat referanslarım ‘Hotel Monterey’ ve ‘Jeanne Dielman’dı.
»Manyak (Maniac), 2012
Yön: Franck Khalfoun
Bir steadicam ve POV çekim delisi olarak ‘Maniac’ın görsel diline kapıldım. Filmin görüntü yönetmeni Maxime Alexandre türün en büyüğü bence. ‘Maniac’a oldukça yakın sayılabilecek bir biçim tasarlamıştım ‘Kaygı’ için. Bu sebepten filmi görür görmez Alexandre’yle çalışabilmeyi çok istemiştim. Finansal nedenlerle olamadı. ‘Maniac’ın müzikleri de sarsıcıydı. John Carpenter müzikleriyle beraber referanslarım arasında sayabilirim.
»Yılan Gözler (Snake Eyes), 1998
Yön: Brian de Palma
Brian de Palma, hareketli ve uzun tek planların efendisi. ‘Yılan Gözler’deki olağanüstü açılış sahnesini, o soluk soluğa tek plan takibi, haber kanalı sahnelerini çekmeden önce en az yüz kez izledim.
»40 Metrekare Almanya (40 Quadratmeter Deutschland)
“Yön: Tevfik Başer
Tek mekandaki deli işi kadrajlarıyla seyircisini o evin içine hapseden bir film. Düpedüz saykodelik bir ruhu var filmin ve bizi tam da o ruhla yaralıyor. Duygu sömürüsü yapmıyor. Özay Fecht’in kusursuz oyunuyla da içime işlemişti.