Keşke bir yazıyla memleketin üzerine sinmiş yılgınlığı silip atabilsem. Keşke tam 700 haftadır kayıp çocuklarını aramaktan sormaktan vazgeçmeyen anaların kararlığı kadar sağlam bir kalemim olsa da yazdığım her satırdan bir ömürlük hayat dersi damlasa.

Keşke yazdığım tek bir köşe yazısıyla bir otel odasında, sokak ortasında ya da sabaha karşı evinin kapısının önünde bir nefret cinayetine kurban verilen bir trans kadının çığlığı duyulsa. Keşke yazıp yazıp gazeteye yollamadan önce son bir kez fikrini söylemesi için yazdıklarımı okuttuğum can dostuma bir iş bulsa, yol açsa, milyonlarca işsizin derdine derman olsa, işinden edilen, haksız yere suçlanan ve işe iade edilmeyenlere köşe yazısı hükmünde faydam dokunsa.

Keşke, hayatının son tatiliymiş gibi, krize direnir gibi, olup bitenlere kulağını gözünü kapatırcasına, masrafını dokuz eşit taksite bölüp, bir çırpıda kendini denize bırakanların rahatlaması hissini uyandırsa en azından yazdığım yazılar okuyanda. Gazeteyi, dergiyi, kitabı basacak kağıdı dolarla avroyla yurtdışından almak durumunda olan ve giderek zorlanan yazı dostlarının derdine bir derman olsa yazdıklarımda keşke.

Öyle bir yazı yazsam ki 16 yıllık iktidarın verdiği zararın ortağı, işbirlikçi, örtülü muhaliflerin üzerinden örtüyü bir çırpıda çekip alıverse yazdıklarım. İyi günleri görmek için bilenen öfkeyi diri tutsa, adaletsizliklerin karşısına bir başına dikilenlerin tek kolu kadar sağlam olsa satırlarım. Gerçeklikle ilgisini kesmiş, haber takip etmeyi bırakmış, organize kötülük kapısına dayanmadıkça kendi yarattığı hayal alemine sığınıp nefes almaya çalışanların gamsızlığına bir ufak sille olsa yazdıklarım keşke.

Çocuklarına matematik ve fen bilgisi öğretebilme sıralamasında Pakistan’ın ve Cezayir’in gerisine düşen ülkemde eğitim seferberliği başlatsa tek bir köşe yazım. Bu Pazartesi’den tezi yok yazımı okuyanlar, önce çocuklarını sonra kendilerini tarikatların, cemaatlerin tuzağından çekip kurtarsa, erkekler namusu çalıp çırpmamak, yalan söylememek olarak bellese, kadınlar az sayıda cesur hemcinsinin yürüttüğü eşit haklar mücadelesine omuz verse, kazan kaldırsa.

Yazımı okuyan kötülük edemese kimseye, ne bir kediye ne bir kuşa, köpeğe ne eşeğe ne bir ağaca ne denize ne dağa ne taşa, eli varmasa, beton dökemese toprağa. Mavi önlüklü, tulumlu, beyaz yakalı, kravatlı, döpiyesli, yazmalı, elleri nasırlı, yüzü güneş yanığı, gözleri uykulu, bacakları dermansız, çelimsiz, umutsuz, aç, borçlu tüm işçiler, gücünün farkına varsa bir yazıyla, bir araya gelip ekmeğini, hayatını çalanlarla mücadele etmenin mümkün olduğunu fark etse işçiler satır satır. Bu yazı öyle kışkırtsa ki dürüstlüğü ve cesareti, yazının etkisiyle elini vicdanına koyup, ‘üzüm gibi şarabımızı vermek için ezilmek zorunda değiliz’ dese keşke okuyan her kişi.

Kabahatliyim, bugüne çıkan yola taşlar döşeyen ve suçsuz insanların hayatını karartan bir romantiğin, yıllar boyunca ortaklık kurduklarınca atıldığı cezaevinden çıkar çıkmaz kaleme aldığı yazısı kadar ilgi görecek bir yazı yazamadığım için.

Kabahatliyim, para değil onur demenin, kariyer değil hayat demenin, önce benim hayatım değil önce benden daha zor durumda olanların hayatı demenin mümkün olduğunu, çıkarların değil gerçeklerin peşinde başka türlü de yaşanabileceğini yaşayarak gösterme ısrarımdan dolayı kabahatliyim.

Sosyal medyayı da televizyon ekranı kadar etkili kullanmayı öğrenen bir gurmenin menemen anketine katılan yarım milyon insandan biriyim. Menemeni soğansız yiyen yüzde 49’luk kitlenin içindeyim. Şimdi bırakın da çoğunluğun arzusuyla domatesli, biberli yumurtama soğan doğrayarak cezamı çekeyim. Evet neyse ki hala domates, biber, soğan ve yumurta alabilecek parayı bulduruyor şu kalem, şu klavye.

Kuru soğana muhtaç olmuş onca yiğit, bir gün kendilerine yapılan haksızlığın ve bu haksızlığı kimin yaptığının farkına vardığında öyle yazacaklar ki bu coğrafyanın tarihini işte o gün tüm köşe yazıları saygıyla eğilecek birlikte yazılan o son köşenin önünde.

Haydi şimdilik kalın sağlıcakla…