Diyarbakır’ın merkezi akslarından birine yerleştirilen karpuzlu çocuk heykelinin tetiklemesiyle geçtiğimiz günlerde sosyal medyada çok sayıda kentten benzer “heykel” görselleri paylaşıldı. Aslında birçoğu bildik olmasına karşın, bu dehşet eserlerin kalitesi şaşkınlığa, maliyetleri kızgınlık ve öfkeye neden oldu.

Öte yandan ulusal düzeydeki çirkinlik kentleri gölgede bırakacak türden! Sedat Peker, hafta boyunca yayınladığı videolarla çirkinlikleri siyasetin merkezi akslarına yerleştirmeye devam etti. Arkası da gelecek gibi görünüyor. Burada da ilişki biçimi olarak yeni bir durum yok; mafya-(derin) devlet ilişkisi Türkiye için yeni bir durum değil. Ancak yaptığı açıklamalar, iktidarın kritik aktör ve ilişkilerine uzandığı ölçüde kriz derinleşmeye devam ediyor.

***

Heykellere ve siyasete bakarken sanat alanının önemli kavramlarından biri olan “kitsch” sıfatını kullanabilir miyiz diye düşündüm. Kitsch, (kiç olarak okunuyor) sanat değeri olmadan sanat değeri iddiasında olma durumuna, sıradanlığa ve vasıfsızlığa işaret ediyor. Dahası baktığımız sanat eseri olmadığı ölçüde aslında dikkatler, “esere” değil “sahibine” kayıyor.

Felsefeci Scruton, bu durumu şöyle özetliyor; Kitsch, sizi özenli bir biçimde giydirdiğiniz oyuncaktan duygusal olarak etkilenmeye davet etmez, tersine davet bebeği giydiren size yöneliktir. Tüm duygusallık böyledir- duyguyu nesneden özneye yeniden yönlendirir, böylece onu hissetmenin gerçek bedeli olmadan bir duygu fantezisi yaratır. Kitsch nesnesi sizi şöyle düşünmeye teşvik ediyor: “Bunu hissederken bana bak - ne kadar iyiyim ve ne kadar sevimli.

Tam da bu nedenle son zamanlarda çeşitli kentlerin merkezi noktalarına konulan bu tür objelerin gerisinde bir sanat ya da sanatçı aramıyoruz. Onları oraya koyanlara bakıyoruz. Bu modelin benim kafamdaki en iyi örneği Gökçek’tir. Ankara’nın görünür noktalarına kondurduğu kent girişleri, fıskiyeler ya da kol saatleri de anlattıkları hikayeler açısından yukarıdaki mantığı taşıyor. Gökçek yıllarca bu objeler (ve hatta katlı kavşakları) aracılığıyla hepimize “bunları hissederken bana bak, bunları ben yaptım; bak ne kadar iyi ve sevimliyim” demedi mi?

***

Kitsch kavramı tam da bu özelliği nedeniyle siyasal alandaki durumu tariflemek açısından da kanımca son derece uygun görünüyor. Ancak burada Milan Kundera’nın kavramı özgün biçimde kullanışına döneceğim. Kundera’da kitsch, toplumsal yaşamda kabul edilemez nitelikteki her şeyin normalleştirilmesine ve kabul edilmezliklerin sorumlusu iktidar sahiplerine yönelen her eleştirinin, her köşeye sıkışma durumunun, ulusal tehdit ya da devletin bekası gibi gerekçelerle geçersiz kılınmasının mümkün olduğu ortamı tanımlamak için kullanılır. Bu siyasi kitsch, hesap vermeyi önlediği ve keyfiliği sağladığı ölçüde, Kundera’ya göre, her siyasinin özlem duyduğu bir estetik duruma işaret eder. Kısaca der Kundera, hem gerçek hem de mecazi anlamda kitsch, saçmalama halini (bullshit) alan koşulların devamını olanaklı kılan durumdur.

Tam da bu son noktaya kısaca takılmakta yarar var. Kentlerin merkezi noktalarına konulan karpuzlar da, Peker’in çirkin videoları da kitsch örnekleri olmanın ötesine geçtiler. Önemli bir işlevleri oldu! Durumun ne derece kabul edilemez bir hale geldiğini gösterdiler. Eğer kitsch sıradanlığa, vasıfsızlığa ya da ortalamaya işaret ediyorsa gerek karpuz gerekse de videolar içinde bulunduğumuz gerçekliğin kabul edilebilirlik sınırlarının çok ötesinde olduğunu gözler önüne serdi.

***

Yani karşımıza nasıl gerekçeler konulursa konulsun, artık geçiştirilemeyecek durum ya da durumlarla karşı karşıyayız. O nedenle de tavır değişiyor. Artık siyasetçiler “bunları hissederken bana bak, bunları ben yaptım; bak ne kadar iyi ve sevimliyim” demiyor! “Onu benden önceki yaptı”, “para sayma makinası bile vardı” diyor. Milyonluk karpuz ortadan kayboluyor. Eser sahipleri sessizce sıvışıyor.

Kitsch olanın kaderi, kimse sahiplenmek istemiyor.