Her konuda her saniye çok konuşuyorlar. Çünkü misyonlarının “ilahi” olduğuna inanmış olmanın verdiği özgüven ya da kibirle buna hakları olduğunu düşünüyorlar. Dİ Başkanı da daha çoook konuşacak.

Konuşuyorlar, çünkü seçildiklerini sanıyorlar

Mehmet ERDEM

Üzerine vazife olmayanlar dâhil her konuda görüş belirten şu Diyanet İşleri Başkanı zatın son sözleri yine tartışma konusu oldu, bildiğiniz gibi. Dİ Başkanı artık kimsenin “niyet okumasına” gerek kalmadan açık konuşmaya başladı. Mevcut ortamın da verdiği cesaretle laikliğin bu ülkenin sorunu olduğunu söylemekten çekinmiyor. Dinin kendi sınırlarına çekilmesi anlamına da gelebilecek olan laiklikten bu din adamının memnun olmasını bekleyen de yok tabii. Doğasının gerektirdiğini yapıyor zat.

Bendeniz, son kelamları üzerine herhangi bir laf edecek değilim. O anlamasa, anlamak istemese de, ettiği laflara esaslı yanıtlar veren çok değerli görüş sahipleri var çünkü. Onlar söylenmesi gerekenleri hayli başarılı biçimde söylüyorlar zaten. Dİ Başkanı da benzerleri de istediği kadar dikkate almasın, verilen yanıtlar karşısında nasıl çelişki içinde olduğunu anlıyor, biliyorlar. O nedenle ben işin bu tarafında değilim. Beni bu “tipoloji”nin bende uyandırdığı görüntü ilgilendiriyor. Pek de sempatik bir görüntü değil tabii.

CİDDEN İNANIYORLAR

Dikkatle bakanlar hem bu zatın hem de “din adamı” olan diğer zatların tutumlarında, söylemlerinde nasıl bir üstten bakış olduğunu görebilir. Ciddi ciddi “ilahi kudretleri” olduğunu düşünen ya da inançlarının “seçilmiş” temsilcileri olduğuna inanan insanlar bunlar. Tavırları da bu inançlarına uygun haliyle.

Nedir bu tavırlar? İlki, müthiş bir kibir sahibi olmaları elbette. Böyle olunca da her insanda olması gereken sevgi, sevinç, esenlik, sabır, nezaket, iyilik, yumuşak başlılık, nihayet kendilerine yönelik özdenetim/özeleştiri bunlarda görülmez. Yani esasen dindar da olsalar “toksik” (maço) kanaat önderleri ya da memurları durumundalar. Pek kötü bu.
İlahi bir kaynağa dayandırdıkları, aslında kendilerine yonttukları bir otokratik tutumları var. En belirgin özellikleri, kendilerinde olmayan kimi davranışları hep başkalarından beklemeleri. Millete israf konusunda öğütler verip, milyonluk araçlara binen Dİ Başkanı gibi. Bir para imparatorluğu üstünde oturan; nereden, nasıl alındığı gayet iyi bilinen o paralarla (kitaplarımdan geliyor demişliği vardır) kendisine herhalde “maaş” bağlanan, ama o maaşla (!) hayli lüks içinde yaşayan Cübbeli Ahmet gibi. Tamam, çok para gerektirmez ama son derece dünyevi jetski merakı da herhalde kendi cemaatine önerdiği bir aktivite değildir. Ama o yapar. Yoksul imanlıya “fakirlikte sebat, tevekkül” öğütleyen televaiz Nihat Hatipoğlu’nın otellerinin olması gibi. Televizyon programları için aldığı paraları saymıyorum bile.

HERKESTEN ÜSTÜNLER

Başka? Tüm mütevazı görünme çabalarına karşın neredeyse herkesi kendilerinden aşağı görürler. Ben bu Cübbeli Ahmet’in vaaz videolarının müdavimiyimdir, bayılırım, hayli neşelidir. O videoları izlediğinizde zaman zaman Cübbeli’nin kibrini nasıl yansıttığını da görebilirsiniz vaaz ettiklerine. Başka? Favorici tutumları vardır. Favorilerinin dışında her şeyi, herkesi marijinalleştirirler. Kendilerine bağlı favorilerden oluşmuş bir azınlıkla olmaktan memnundurlar, “yetinmecidirler” yani, bakmayın ülkemizde Siyasal İslam’ın gelişmesiyle çok taraftar toplamalarına. Sık sık öfke patlamaları yaşarlar. Dİ Başkanı’nın “bir Osmanlı geleneği olduğu” belirtilen ‘minberde elinde kılıçla durma’sı, gözdağı da içeren (şimdilik) “pasif” bir öfkedir.

Dikkatli bakarsanız, her kesime farklı farklı konuşurlar. Bu normal, bunu inançlarının taktiği olarak hep yaparlar zaten. Kendi inançları doğrultusunda bile bireyin gelişimini ister bir tutumları yoktur. Geliştirmek istedikleri varsa da onları da önce dışlayıp sonra çeşitli aşamalardan geçirerek kabul ederler bünyeye, ki bu kabul edilende “benimsendiği” duygusunu kökleştirir. İtaat ya da biatın en sağlam taktiklerindendir bu. Tabii ki müritler birer projedir, kuşku yok.

GERÇEĞİ BÜKÜYORLAR

En ama en iyi taktikleri manipülatif olmalarıdır. Ettikleri kelamlarda kısmi gerçekleri dile getirip gerisini gerçek dışılıkla doldururlar. Kuşkusuz şeffaflıktan da yoksundurlar. Cemaatine, onu yönlendiren “lider takımı” dışında hesap veren bir Cübbeli gördünüz mü? Otokratik olmanın özelliklerindendir bu. Dünyevi işlerle meşgul birçok lider gibi dini kanaat önderi figürler de etraflarında pohpohlayıcı bulundururlar. Bu duruma ilişkin olağanüstü, çoğu zaman da mide bulandırıcı örnekler vardır. Pohpohlayıcıya özel olduğunu hissettirmek için “ağzından çıkardığı yiyeceği” lütfedip veren Cübbeli ya da Fethullahlar örneği gelsin gözünüzün önüne. Tamam, hepsi böyle değildir belki; ama karşımıza çıkanların böyle olduğunu biliyoruz.

KÂRLI BİR TİCARET

Bizde belki çok göze batar bir biçimde görülmüyor ama cemaat, tarikat vs yoluyla ciddi zenginler yaratıldığını bilmeyen yok. Hıristiyan dünyada bu daha da açık görülüyor. ABD’li Evangelist bir televaiz vardır, Todd Coontz adlı. Bu televizyona çıkar, elinde bir İncil tutar, izleyicilerinden para ister. Sık sık söylediği cümle de şudur: "Gecikme, erteleme." Çok zengin bir din adamıdır.

Hem bu Coontz’un hem de bizdekilerin “parayı sevmeleri”nin dışında ortak özellikleri kendilerinin, inançlarının gerçek temsilci olduklarına inanmaları. O nedenle nasıl Dİ Başkanı üzerine vazife olmayan konularda bu inanış gereği konuşuyorsa, Coontz da öyle. Bir keresinde sigortayı, hisse senetlerini, tahvilleri, ABD sermayesinin merkezi Wall Street’i överek, "Tanrı beni, finansal bir kurtarıcı olarak çağırdı” demişti.

Bu nedenle her konuda her saniye çok konuşuyorlar. Çünkü misyonlarının “ilahi” olduğuna inanmış olmanın verdiği özgüven ya da kibirle buna hakları olduğunu düşünüyorlar.

Dİ memuru, daha çoook konuşacak. Arkasında hem devlet hem de “Devlet” var.
Konuşmasın mı?