Elli yıla ulaşan gazetecilik yaşamımda “röportaj” yapmak için Türkiye’nin dolaşmadığım; il, ilçe ya da köyüne uğramadığım yeri kalmadı

“Röportaj” dalında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin yarışmasında aldığım bir ödülüm de vardır: 1989 yılında “Kapıkule’nin Vatansızları” röportajı ile yılın gazetecisi…

Bu zaman dilimi içinde çok gitmek isteyip de gidemediğim yerler de olmuş, içimde ukde olarak kalmıştır.

Bunlardan biri Çukurca’ya gittiğim halde Hakkâri’ye gidememek.. Biri Muş… Biri de Bayburt…

Bayburt’a iki kez gitme girişimim olduğu halde, ikisinde de kıştı, Kop Dağı izin vermedi. İkisinde de Karayolu çalışanları, “Kop Dağ’ını geçemezsiniz” diye izin vermedi, yoldan çevirdiler.

Ama ne zaman aklıma düşse, Rıdvan Çongur’un Kop Dağı üzerine yazdıklarını hatırlarım.

Araştırmacı-yazar H.Rıdvan Çongur’un yolu, günlerden bir gün, Erzurum üzerinden Kop Dağı’na düşer.

Soğuğun iyice bastırdığı kış-kıyamet günleridir.

Yollar, Karayolları’nın araçlarıyla açılmakta...

Saatler süren bir yolculuktan sonra, dağın düzlük yerindeki Karayolları ekibinin binasına sığınılır.

Bir oda dolusu insan...

Odanın ortasında bir soba ve üzerinde bir çaydanlık...

Çongur’a çay ikram ederler, aç olup olmadığını sorarlar.

Sohbet giderek koyulaşır.

İnsan, edebiyatla uğraşır da Cahit Külebi’nin “Atatürk Kurtuluş Savaşı’nda” kitabında geçen o ünlü şiiri hatırlamaz olur mu?

Hani, Kop Dağı’nı anlatan o şiiri...

“Kopdağı’nda akar bir çeşme var

Serçe parmak kalınlığında suyu

Haram etmiş gece gündüz uykuyu

Akar da akar.”

Çongur’un aklına bu mısralar düşünce, odadakilere bu çeşmeyi anlatan şiiri soracak olur.

Fakat hiç kimsenin böyle bir şiirden haberi yoktur.

Yalnızca içlerinden karayağız biri, “İçtiğiniz çayın suyu o çeşmedendir” der.

Ve çaylar bir daha tazelendikten sonra, tekrar yola çıkılır.

Arkasını Çongur şöyle aktarıyor:

“Arabamız beş on dakika sonra çeşmeye yaklaşınca, çok eskiden tanış olduğumuz biriyle karşılaşmış gibi heyecanlandık. Gerçekten “serçe parmak kalınlığında” akan suyuyla çeşme bizi büyüleyiverdi. Eğildik suyundan içtik, önünden yanından tekrar seyrettik, bir de çeşmenin başına durduk, fotoğrafla tespit ettik bu ziyareti.

Geziden döndükten birkaç hafta sonra, çeşmenin fotoğrafını aldım, Külebi’ye gittim. ‘Ne yapacak bakalım?’ diye merak içinde resmi masanın üzerine bıraktım, şu cümleyi ekledim:

‘Kop Dağı’ndaki çeşme, şairine selam söyledi. İşte bu da resmi!’

Külebi, fotoğrafı eline alacak, bir süre bakacak ve o çeşmeyi ilk kez görmenin hayreti içinde: ‘Ben bu çeşmeyi hiç mi hiç görmedim. Bizim şiirdeki çeşme, demek bu imiş...’ diyecektir.

Külebi, “Kop Dağı”ndaki çeşmeyi görmemiştir ama, kendisi de öğretmenlik, hatta müfettişlik yaptığından öğretmenlerin sorunlarını yakından bilmektedir.

1976 yılının Şubat ayında Varlık Dergisi’ne Behzat Ay’a “Köy Öğretmenleri” şiirlerini nasıl yazdığının ipuçlarını verecektir:

“Köy Öğretmenleri I’i, 1953 yılında Sarız’dan Binboğa dağlarını aşıp Afşın’a dek yaptığım bir sefer sırasında, yemeğini yemediğim, yatağını sıralar üstüne serdirip yattığım Sarız İlköğretim Müdürü’nün karşısında gözyaşlarımı sakladığım günün gecesinde, onun hünerli elleriyle yaktığı gaz lambasının kokusunu duya duya yazmıştım. Adı, sanırım İsa idi. Sonra bir iki yıl geçince, sordum, Kayseri merkezine alındığını söylediler.

Köy Öğretmenleri II’yi ise, Muş Milli Eğitim Müdürlüğü’nde otururken, odaları dolaşıp görevlilerden kalem kâğıt rica eden küçük çocukları görüp ağladığım; Patnos’ta, Malazgirt’te, Kığı’da dolaştığım günlerde yazdım. Aslına bakılırsa, görmek, yaşamak başka şeydir. Yazmak başka şeydir. Buna da nasip bu imiş...”

“Köy Öğretmenleri” şiirinin birincisi aşağıda…

İkincisini okumak da okurun ferasetine kalmış artık…

Yurdumuz uçsuz bucaksız

Gökte yıldız kadar köylerimiz var.

Ama uzak, ama harap, ama garipsi...

Alın beni gönlümden de o kadar.

Uzak köylerimizde kuşlar gibi

Her sabah çocuklar size uçar.

Ama küçük, ama büyüyen, ama güleç...

Alın beni gönlümden de o kadar.

Siz kara göklerin yıldızları

Işıtın yurdumuzu sabaha kadar!

Ama düşe kalka, ama yiğit, ama umutlu...

Alın beni gönlümden de o kadar.