Koronavirüs salgını nedeniyle, kısa sürede tüm dünyada insanlar arasında ‘sosyal mesafe’ uygulaması başladı. Kimi çevreler ‘sosyal mesafe’nin insanlığın yeni normali olacağını söylüyor. Peki, ‘sosyal mesafe’ gerçekten yeni normalimiz olabilir mi? Psikiyatrist Cemal Dindar, konuyu BirGün’e değerlendirdi

Koronavirüs yaşam tarzımızı nasıl etkiliyor: Sosyal mesafe ‘yeni normal’imiz olmayabilir

Merve ATICI

Çin’in Vuhan kentinde ortaya çıkmasının ardından, kısa süre içinde tüm dünyaya yayılan yeni tip koronavirüs (Covid-19) pandemisi, insanlar arasında yeni ilişkileri de beraberinde getirdi. Salgının yayılmaya başladığı ilk günlerden itibaren bilim insanları ve dünya ülkeleri, ‘sosyal mesafe’nin önemine dikkat çekti.

Kısa sürede değişen yaşam pratiklerimizin içselleştirilmediğini, bu nedenle ‘sosyal mesafe’nin yeni normal olarak tam anlamıyla kabul edilemediğini belirten Psikiyatrist Cemal Dindar pandeminin toplumsal yaşam tarzına etkileri, ve salgın sürecindeki ‘yeni normal’lerin kalıcılığını BirGün’e değerlendirdi.

Koronavirüs salgını hızla yayılmaya devam ederken, yaşam tarzımızda oluşmaya başlayan değişiklikler de gözle görülür bir hal almaya başladı.

covid-19-yasam-tarzimizi-nasil-etkiliyor-sosyal-mesafe-yeni-normal-imiz-olmayabilir-731938-1.Salgının geleceğe yönelik kalıcı bir etkisinin olup olmayacağının şu an için bilinemeyeceğini ifade eden Psikiyatrist Cemal Dindar, buna karşın mevcut durumda önemli değişikliklere yol açtığını belirterek, “Öncelikle toplumsal zihnin meşguliyeti ile ilgili bir değişimden söz edebiliriz, geçmişte siyasete olan ilginin bir benzerinin tıbba ve tıptan yola çıkarak bilime yöneldiğini görüyoruz.

Gündelik yaşamın tıbbın önerileri doğrultusunda düzenlenmesine toplumun geniş kesiminin rıza gösterdiğini söyleyebiliriz. Hem bilimsel bilginin hem de hekimlik mesleğinin son yıllarda nasıl değerden düşürüldüğünü hatırlarsak yeni bir olgu bu. Gerçeğin karşısında her türlü katılık buharlaşıyor” dedi.

'YAŞADIĞIMIZ EVLER, HATTA ŞEHİRLER İNSANA YARAŞIR OLMAKTAN UZAK'

Koronavirüs salgının başta, büyük çoğunluğun yaşadığı evlerin, varoluşun önemli bir parçası olan yuva duygusunu vermekten uzak olduğunu ve bir çekirdek ailenin yaratıcı bir tarzda yaşamalarına uygun fiziksel ve ruhsal mesafeyi sunmadığını gösterdiğine dikkat çeken Dindar, şöyle devam etti:

“Evlerin ve hatta yaşadığımız şehirlerin artık insana yaraşır olmaktan uzak olduğunu gösterdi salgın. Aslında şunu gösterdi; yaşadığımız yaşam koşullarında düşük yoğunluklu olan her şey aşikarlaştı. Şimdi çok belirgin ortada olan ne varsa salgından önce de hayatlarımızda vardı.

Toplumsal yaşam ile ilgili bir de şu görüldü; sınıfsal farklılıklar salgın koşullarında bile toplumsal sistemin en önemli manivelasıymış ve mevcut sistem emekçilerin emeği olmadan nefessiz kalıyormuş.

'Evden çalışma' pratikleri ve internetin üretim ilişkilerini düzenlemede giderek daha fazla yer edineceği, hatta edindiği de görülüyor. Gelecekte daha fazla göreceğiz bunun insan ruhsallığına etkilerini...

Toplum ruhsallığında bu ortaya çıkan gerçekler bir toplumsal dönüşüme, dayanışma ve ortaklaşma ilkelerini içeren yaşam biçimlerine dönüşecek mi, yoksa güvenlik sorunu daha da katılaşıp sağ popülist siyasetler güçlenerek mi çıkacak, şimdiden söylemek zor.”

Günlük yaşam pratiklerine bakıldığında ise, insanların ‘normalleşme’ sürecini ‘fazla hızlı’ bir şekilde uygulamaya geçirdiğini görebiliyoruz. Eski yaşam pratiklerine, rutinlerine geri dönmek isteyen insanlar salgının yarattığı psikolojik etkiden de bir an önce çıkma eğilimde.

Salgın süreci bitse bile insanlarda yarattığı psikolojik etkilerin ne ölçüde devam edeceğiyle ilgili değerlendirmelerde bulunan Dindar, salgın ve benzeri insanlık hallerinin, insan türünün tüm tarihini kat ettiğini belirterek, yaşanan durumu insan zihninde, ‘Bir an önce yatıştırılması gereken bir bela’ olarak tanımlıyor.

Bu yatıştırmanın sıklıkla deneyimi bastırma biçiminde yaşandığına dikkat çeken Dindar, “Salgın ve benzeri insanlık halleri, insan türünün tüm tarihini katediyor. Yani hepimizin ruhsallığında tekinsizliğe yapışık birçok deneyimi içeriyor. Dolayısıyla türün öyküsünde başlangıçtaki canlıcılıktan, büyücülükten bilimsel zihine değin toplumsal bilinçsiz olanı harekete geçiriyor. Bu konuda en iyi örnek 1918-1920 arasındaki İspanyol gribi. Birinci Savaş'ta ölenlerden daha fazla kayıba yol açmasına rağmen kültürel üretimde, edebiyatta esamesi yok gibidir” dedi.

‘SOSYAL MESAFE, YENİ NORMALİMİZ OLMAYABİLİR’

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve bilim çevreleri de söz konusu aşı ve ilaç çalışmalarının uzun bir süre daha devam edeceğini belirtiyor. Hal böyle olunca ülkeler, halka salgının başından beri dikkat çektikleri uyarıyı yineliyor; “Sosyal mesafe yeni normalimiz olmalı.”

Peki aşı ve ilaç çalışmalarının uzun süreceğini bildirilmesine rağmen geçilen normalleşme aşamaları, insanların ‘sosyal mesafeyi’ yeni normalleri kabul etmesini engelleyebilir mi?

Türkiye’de 11 Mayıs itibariyle başlayan normalleşme sürecinin ilk haftasında ‘sosyal mesafe’nin insanlar için ‘normal’ kabul edilmediği açıkça görüldü. AVM’lerdeki insan yoğunluğu hafta boyunca devam ederken, iftar davetleri, nişan organizasyonları ve cenaze törenleri gibi ‘eski’ alışkanlıkların, salgının bulaş hızını arttırmaya devam etti.

İnsanların sosyal mesafe kuralını en ufak boşlukta ihlal etme eğilimde olduğuna dikkat çeken Psikiyatrist Dindar’da iç dünyasında bu kuralı tanımayan insanların, dış dünyada uygulamasının mümkün olamayacağını, asıl önemli olanın bu değerlerin içselleştirilmesi olduğunu belirtti.

Sosyal mesafenin yeni normal olarak kabul edilmediğini ifade eden Dindar, şöyle konuştu

“En ufak bir boşluk görünce ihlal etmek eğilimini çok görüyoruz. Zaten bizim gibi toplumlar sınır koymak, sınırları tanımak konusunda epey zorlanıyor... İç dünyada o sınırları tanımayan birinin dış dünyada sadece konulmuş kurallar var diye mesafeyi tanıyacağını düşünemeyiz. İlk fırsatta ihlal gelir. Asıl önemli olan bu değerlerin içselleştirilmesi.”