Bir de Reza Zarrab. Kristalleşmiş rakı gibi adam maazallah. Bir kaç yapmacık takdir dışında hiç hayırla anan görmedim

Kötü nedir? Kötü emektir!

Kötü nedir? Bu soruya basitçe Reza Zarrab deyip geçebiliriz. Lakin açıklamaya kalkışırsak uzun sürebilir: Laz gitmiş her şeyi bilen robota sormuş ‘ne var ne yok’ diye, robot sapıtmış. O hesap.

Her nasıl tanımlarsanız tanımlayın, iyi yahut kötü tanımları eksik kalacaktır. Daha düne kadar yamyamlık, kölelik filan kötü değildi. Bugün de ücretli olmak kötü değil. Adam hergün çalışıp patronunu zengin edip bir de teşekkür ediyor: “Bana iş verdi”. Sanki sana olan aşkından verdi.

Bırakın ücretli olmayı haftada bir gün 8 saat izin dışında 7/24 bir eve kapatılıp iş yaptırılan ve karşılığında 500 USD filan ödenen çokbinlerce insan yaşıyor Türkiye’de. Hasta, çocuk, ev bakıyorlar bunlar. Üstelik sıradan, iyi, güzel, sevilen sayılan senin benim gibi insanlar bunları ‘tutanlar’. Pek çoğu ‘kaçmasın’ diye pasaportları alıkonularak, içeride parası tutularak evlere kapatılıyor üstelik. Tabii ki köleliğin tanımına uygun olarak dışarıdan, (evet var) daha zavallı ülkelerden getiriliyorlar. Batı’daki bütün inşaat işçilerinin, mevsimlik işçilerin kahir ekseriyetinin Kürt olması (şimdilerde Afgan, Suriyeli filan da) bir tesadüf olabilir mi? Gelecekte bu da kölelik olarak anılmayacak mı?
Yahut minicik kafeslerde, kişi başına bir avuç içi kadar yer düşecek şekilde, üstelik üst üste ve birbirinin tepesine pisleyerek ve hormonlarla, antibiyotiklerle süratle büyütülüp yenilen tavuklar? Zulüm değil mi? Kölelikten, yamyamlıktan beter değil mi? Yamyamlıkta örneğin, yılda bir kişi filan yiyorlardı hepi topu. O da onur duyuyordu bu durumdan genellikle. Hangi yamyam kabilesi milyarlarca insan yiyebilir bir yılda? Yamyamlığı sempatik göstermeye çalıştığım için demiyorum bunu. Milyarlarca tavuğun hunharca yaşatılıp katledilmesinde ve sonra kievski filan gibi asortik isimler takılarak mideye indirilmesindeki zalimliğe ve bunun kötülük olarak görülmemesine işaret etmeye çalışıyorum.

Yahu insanların annesinden öğrendiği dili okulda okuması yasak. Ve günlük ihtiyaçlarını kendi başına görebilen, e-posta atabilen hatta selamlaşabilen milyonlarca insan bunun yanlışlığını tartışabiliyor, bundan terör, ayrım vb. çıkarabiliyor.

Peki herkes için kötü nedir? İşin kolayına kaçmadan ama. Yani öyle çocuk tecavüzcüleri işçi katilleri demek kolay. Hoş onları hoşgören de yeterince insan yaşıyor ayrı.

Benim şahsen aklıma kötü denince iki isim geliyor, Perinçek ve Baykal. Doğu Perinçek şu kan havuzunda hayatının en mutlu günlerini yaşıyor. Beyefendinin “Aydınlık” savaşçısı olduğunu iddia etmesi florasan ışığından Doğu Perinçek çıkarmaz. Kötü kötüdür. Deniz Baykal’la eve çıksalar keşke. Ama işte bunlar Türkiye siyasi hayatının negatif anlamda olsa da etkili ve adı solda anılan, birileri tarafından iyi bilinen kişileri. Demek ki bunlara dahi “herkes için kötü” diyemeyiz.


Neden? Efendim kötü olmak da o kadar kolay değildir de ondan. Kötü olmak emek ister.

Bir yandan da kimsenin sevmiyor oluşu o şeyi kötü yapmaya yetmez. Hele herkesin seviyor olması o şeyi asla iyi yapmaz. Diktatörlerin çoğunu ölünce milyonlar uğurlar. Bush iki kere üst üste seçildi. Trump isimli zibidiyi on milyonlar destekliyor. Ya o Türkmenbaşı neydi haftanın günlerini annesinin babasının adıyla değiştiren? Şu şişirilmiş Koreli diktatör Kim... Bu konuda Türkiye’ye hiç gelmeyeyim.

Guguk Kuşu’ndaki hemşire. Evet. Bugüne kadar bulabildiğim, üzerinde mutabakata varılabilecek global kötü o. Hiç iyi olduğunu düşünen görmedim. Üstelik gerçekten kötü.

En iyiyi de filmlerden buldum. Forrest Gump. Mutlak iyi. Film boyunca kimsenin kötülük diyebileceği bir hareketi yok. Belki pinpon raketi çalmak. O dahi tam çalmak sayılmaz. Raketle birlikte olay yerinden ayrılmak diyelim.

Bir de yerli kötü bulmaya çalışalım. Mutlak kötü. Bana sorarsanız ayarsız rakı kötüdür. Ama herkes için değil. Rakının içinde ayran, soda kötüdür. Ama herkes için değil. Rakının kokteyli olmaz. Olsa da güzel olmaz. Herkes için değil.
Kutsal bilgiyi açıklıyorum: Herkes için kötü, buzdolabının üst rafında uzun süre terk edilmiş rakıdır. Kristalleşir. Bardağa koyarsınız, üzerinde öyle vıcık vıcık yüzer. Peçeteyle almaya çalışırsınız, birazını alırsınız birazı kalır. Atmaya da kıyamazsınız, böyle ittire ittire içer gidersiniz. Bütün keyif tükenmiştir. Kötü işte.

Ben şöyle bir cümle hiç duymadım: “Garson bana bi duble rakı, kristalleşmiş olsun”... Kimse sevmez bunu. Herkes kötü bulur.

Bir de Reza Zarrab. Kristalleşmiş rakı gibi adam maazallah. Bir kaç yapmacık takdir dışında hiç hayırla anan görmedim. Ersoy Dede’yi duydum. Onunkiler ‘laf ola beri gele’ kategorisinde bir reis aşkı. Numan Kurtulmuş “o şahıs” diyor. Şamil Tayyar bile bastı fırçayı Zerrab’a.

Peki nedir Reza Zarrab’ı kristalleşmiş rakı kıvamına getiren? Reise rağmen nedir AKP’lilerin bile nefretini kazanmasını sağlayan? Melül bakışları mı? Şişik yanakları? Ruhsuzluğu, hırsızlığı?

Bence hiçbiri değil. Bunların hepsine alışkın Türkiye.

Kanaatimce bu teveccüh görmeyişin sebebi İranlı oluşunda gizli. Yoksa neden bu kadar sağcı bu kadar hırsız dururken ayırsın da Zarrab’a böyle nefret duysun? Problem hırsızlıkta olamaz. Bir İranlının, bir yabancının, dışarıdan gelen birisinin ganimete ortakçı çıkmasında.

“Devletin malı deniz, yemeyen domuz (keriz)” yahut “yemeyenin malını yerler” hatta “Devletliye dokun geç, fukaradan sakın geç” gibi alçakça (kimin atasının sözüyse) atasözleri sürpriz yumurtadan çıkmadı tabii. Bunlar bir geleneği anlatıyor. Lakin ‘arkadaş arasında’ bir geleneği. E zaten kimsenin yeterince yiyemediği bir para var ortada (doymayışlarından sebep öyle söylüyorum). Bir de ithal hırsızlar o hoo…

İşte böyle sevgili okur. Kırk yılda bir bir kötü üzerinde uzlaştık, savcısını rock yıldızı yaptık, onda da kurtlandım ben.
Problem bendedir belki.

Tecavüzcülerin, katillerin, hırsızların içeride, gazetecilerin akademisyenlerin dışarıda olduğu bir Türkiye’nin şerefine..