Kurban bayramını “eyvah yine etraf kan gölü olacak” ya da “zavallı hayvanlar” diyerek karşılayan sayısı oldukça kabarık olduğundan

Kurban bayramını “eyvah yine etraf kan gölü olacak” ya da “zavallı hayvanlar” diyerek karşılayan sayısı oldukça kabarık olduğundan, ben “kurbanın güncel yaşamımız içindeki işlevi nedir” sorusuna yanıt aramayı seçiyorum.

Konu kurbanın güncelliği olunca, bakılması gereken yer, büyük ölçüde antropologların ilgi alanına giren, kurban etmenin geleneksel toplumlarda ne tür bir işlevselliği olduğu sorusu oluyor. Kurbanın geleneksel toplumlardaki işlevini tespit edebildiğimiz ölçüde, bu işlevselliklerin günümüz dünyasında yeri olup olmadığına sorgulayabiliriz.

Antropologların kurbana ilişkin yaptığı tartışmalarda kurban etme dünyevi ve mukaddes alanlar arasında bir iletişim kurma anı olarak tanımlanmaktadır. Kurbanla birlikte, kurban eden de kutsal olana ait hale gelmekte, böylece geçici de olsa, dünyevi olandan kopabilmektedir. Böylece kurban aracılığıyla kirliliğin dünyası geride bırakılıp, saflıklar dünyasına ulaşılmaktadır.

Bu yönüyle kurban etme bu ilişkilenme sürecinde kutsal alana dünyevi olandan bir armağan olarak görülür. Dünyevi olanın aşırılıklarıyla içiçe geçmeden doğan bir suçluluk duygusu içinde birey, elinde tuttuğu maddi değerlerden vazgeçme istekliliğini simgeleyen kurban aracılığıyla, bir yandan kutsala sadakatini gösterirken, diğer yandan da tanrının tüm yaşamın ve servetin gerçek sahibi olduğunu kabul etmiş olmaktadır. Ne var ki bu süreç, tüm armağan verme ilişkilerinde olduğu gibi, karşılıklılık içermekte; kurban eden kendi servetine karşılık gelen büyüklükte bir kurbanı adayarak toplumsal hiyerarşideki yerini de tescillemiş olmaktadır.

Tam da bu çerçevede, kurban toplumsal alanın yeniden üretimine aşırı biriken kaynakları eritme açısından bir kanal sağlamaktadır. Diğer bir anlatımla, aşırı biriken kaynaklar kurban gibi tüketici bir stratejiyle harcanmakta ve bu tüketim aracılığıyla aşırı birikim üzerindeki baskının bir kısmı kaldırılmaktadır. Aynı süreç kurban etme anını ve kurbanın (etini) paylaştırdığı ölçüde, toplumsal dayanışmayı güçlendiren duyguları da öne çıkarmaktadır.

Aynı süreç toplumda biriken aşırı enerjinin gelişigüzel bir şiddete dönüşmesini de engellemeye hizmet eder. Bir şiddet uygulaması olarak kurban etme, akıtılan kan toplumun içinde doğan gerilim ve düşmanlıkları dışsallaştırdığı ölçüde, önemli bir işlev görmektedir. Şiddetin bu tür bir kurumsallaştırılması sayesinde, toplumsal alan gelişigüzel şiddetten arındırılmakta, kurbana yönelen şiddet ise kutsalla ilişkilendirilerek meşru hale getirilmektedir.

Bu tartışmadan sonra başta sorduğumuz; geleneksel toplumların yeniden üretiminde bu derece merkezi bir konumu olan kurbanın günümüz toplumları açısından anlamı nedir sorusuna dönebiliriz. İçinde yaşadığımız modern toplumlarda bu tür bir olgu alışkanlıklar ve yatkınlıklar dışında bir anlam taşımakta mıdır? Bu soruyu yanıtlamak için yukarıda baktığımız işlevlere günümüz toplumu açısından tekrar göz atalım.

Şiddetin dışsallaşması açısından bakıldığında; kesilmiş kafaların, kolların valizlerde ve çöplüklerde bulunduğu bir ortamda, şiddetin meşru kullanım alanlarından, hızla toplumun içine taşındığı bir sürece şahitlik ettiğimizi söyleyebiliriz. Bu çerçevede, şiddeti toplumun dışına taşıma açısından kurbanın işlevselliğini yitiren bir strateji haline geldiği söylenebilir.

Aşırı biriken kaynakların harcanması açısından bakıldığında; içinde yaşadığımız toplumları niteleyen alışveriş merkezlerinin aşırı birikimi eritme işlevini üstlenmiş oldukları açıktır. Kuşkusuz bu tür bir tüketim biçimi kurban ve hediye olgusundaki gibi, toplumsal değil, bireysel bir alana hizmet etmektedir; bireyin kendi iç bütünlüğünü kurmakta karşı karşıya olduğu ve özelleştirmenin her alanda hakim olduğu bir durumda, bireyin hediyesinin kendisine yönelmesi de şaşırtıcı değildir.

Geniş bir gücü ve kaynağı elinde tutanların suçluluk duygusuna gelince; işte tam da o noktada müthiş bir toplumsallaşma yaşıyoruz. Herşeyin bireyselleşip, özelleştirildiği bir dünyada, suçlululuk duygusundan beslenen verme, paylaşma duygusu müthiş bir kamusallık kazanmış bulunuyor; devletin örtülü ödeneklerinden, milyarlarca doların ödül olarak dağıtıldığı, belediye başkanlarının platformlardan oyuncakları, topları elleri havada bekleyen yoksul çocuklara attığı ve de çocukların babasına kıyıda köşede oy karşılığı yoksulluk yardımları, buzdolabı, yiyecek paketleri verildiği bir ortamda yaşıyoruz. Kurbanın kamu kaynaklarıyla finanse edildiği bir dünya bu!

O zaman soru meşru oluyor; yazık değil mi bunca masum hayvana?