28 yıl önce terör saldırısında yaşamını yitiren Onat Kutlar’ın sinema serüvenini anlatan belgesel MUBI’de. Sinematek’in 70’li yıllarına tanıklık eden Hülya Uçansu, “O hepimiz için dünyaya aydınlık pencereler açtı” diyor.

Kutlar dünyaya pencereler açtı
Fotoğraf: Sinematek Arşiv

Işıl ÇALIŞKAN

Onat Kutlar’ın 1961’de felsefe okumak için gittiği Paris’te Fransız Sinemateki’ne gitmesiyle Türk sinemasına yön vereceği kimin aklına gelebilirdi ki? İstanbul’da Kutlar’ın önderliğinde bir grup aydınla birlikte 1965’te kurdukları Türk Sinematek Derneği, sadece film göstermekle kalmaz, aynı zamanda entelektüel bir film kültürünün ortaya çıktığı ve yeni nesil sinemacıların, eleştirmenlerin, yetiştiği bir yer haline gelir. Kutlar’ın sinemaya katkıları, altyazının henüz olmadığı günlerde yaşananlar, Yeşilçam dünyasıyla yaşanan çatışmalar ve çok dahası ‘Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri: Türk Sinemateki ve Onat Kutlar’ belgeselinde. MUBI’de gösterilen filmi o döneme tanıklık eden Hülya Uçansu ile konuştuk.

Hülya Uçansu (Fotoğraf: BirGün)

Onat Kutlar’ın ‘Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri’ diye tarif ettiği Sinematek günlerini siz nasıl anımsıyorsunuz?

Onat Kutlar’ın bütün bilgi birikimi, coşkulu ve cömert kişiliği, onun aklına neredeyse iman etmiş (!) olan dostlarının her gün danışmaya getirdikleri projeleri, kapıdan bir gün Aziz Nesin’in, öbür gün Yaşar Kemal’in ya da Ömer Kavur’un içeriye girip sohbet ettikleri bir ortamı düşünebiliyor musunuz?

Ülke sorunlarından oldukça uzak yetiştirilmiş bir yabancı okul mezunu olarak benim için gerçek bir okul oldu orası. Pek çok sinemacımız için olduğu gibi. Ayağım yere bastı. Çağdaş sinemacılarımızı ve edebiyatçılarımızı hep orada tanıdım. Orası adeta ülkenin en farklı ve özel, renkli ve zengin bir kültür merkezi gibiydi.

‘Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri: Türk Sinemateki ve Onat Kutlar’ belgeselinde sizin de önemli bir katkınız var. Bu belgeselde yer almayı neden önemli buldunuz?

Ben arşiv kavramına, geçmişin korunmasına, kurumların hangi mücadelelerle nerelere, kimlerle ve nasıl geldiklerine çok önem veririm. Hele de bizim balık hafızalı toplumumuzda. Ne büyük felaketler 5-6 gün içinde geçmişin karanlık kuyusuna fırlatılıverilir. 1975 yılında Edebiyat Fakültesi’nde öğrenciyken kısa bir süre Sinematek Derneği’nde Onat Kutlar’a yardım ettim. Gönüllü olarak. Daha pek çok arkadaşımız gibi. Orada çalışmam kısa sürdü ama köklü dostlukların temellerinin atılması için yeterli oldu. Önder Esmer Sinematek ve Onat Kutlar hakkında bir belgesel hazırladığını, benimle de konuşmak istediğini söyleyince bu daveti memnuniyetle kabul ettim.

1968’in Türkiye’sinde kültürel değişimin mekânı olarak anılan Sinematek, altyazının olmadığı zamanlardan günümüze geldi. Peki Sinematek diye bir oluşum hiç olmasaydı?

Sinematek ve Onat Kutlar olmasaydı izleyiciler dünya sinemasına ve kültürüne bu yoğunlukta ulaşamazlardı. Ama hiç kuşkusuz başka kurumlar olurdu. Mesela Prof. Sami Şekeroğlu da bu alanda koca bir sinema okulunu sıfırdan yaratmış bir sinema tutkunuydu. Onun ülke sinemamıza katkıları çok değerlidir, bahsetmeden geçemem.  Sayısız öğrenci yetiştirmiştir. Ancak Onat Kutlar’ın kişiliğinden kaynaklanan yüzü dünyaya, paylaşmaya ve geleceğe dönüktü. Çok özeldi.

Sansür kavramı o yıllarda da çok konuşuluyormuş… Nasıl anımsıyorsunuz yaşananları?

   Sansür kavramı bu ülkeye 1919’da girmiş. İngilizler Mürebbiye adında bir filmde yabancı bir mürebbiyenin aşağılanmasına kızmışlar ve o filme sansür koymuşlar. Sonra sinema filmleri 1932’de Polis Vazife ve Selahiyetleri yasasının kontrolü altına alınıp tam bir cendereye sokulmuş. Benim gençlik yıllarımda sinemacılarımız iki senaryo yazardı. Birisi sansür kurulu için yazılır, onun onayını alırdı, öbürü de gerçekten çekmek istedikleri filmin senaryosuydu. Bir gün Atıf Yılmaz ofisine girdiğinde masasında oturan yabancıya “orada ne yaptığını” sorduğu için -meğer adam sansür heyetindenmiş- 4-5 ay hapiste yatmıştı da eşi Deniz Türkali’nin cansiperane uğraşları sonucunda çıkabilmişti. Bu anlattıklarım 1960’lar, 1970’ler. 1978’de Kültür Bakanlığı çatısı altında Onat Kutlar’ın yönetiminde İstanbul Film Yapım Merkezi’ni kurduk. Kısa ömürlüydü. Ama o iki yıl içinde sansürden çok çektik.

Asıl felaketler Sinema Günleri/İstanbul Film Festivali yıllarında yaşandı. Biz bir yandan bin kişilik Emek Sineması’nda bir filmin 3 seansının biletini yok satıyoruz, öte yandan Denetim Kurulu’ndaki bir görevli kapının arkasında seks yapanların sesleri yüzünden filmi yasaklıyordu. İlkelliği, binlerce izleyiciye muhatap olan bizler için çalışmanın nasıl zorlaştırıldığını düşünün…

Onat Kutlar’ın sanatının ve bakış açısının sinema dünyamız için önemini nasıl özetlersiniz?

Sinematek’in ülkeye serpiştirdiği sinema sevgisinin bereketli tohumları sonucunda bugün ülkemizde 11 uluslararası, 25 i aşkın da ulusal film festivali düzenlendiği söylenmekte. O hepimiz için dünyaya aydınlık pencereler açtı.

Kutlar’sız bir Sinematek nasıl olurdu sizce?

Bence güneşsiz bir sahil gibi olurdu.