Bir haber. Aynen şöyle: “Endonezya’da, bir tarlada yanlarında başka biri olmadan gezinirken yakalanan genç çift zorla evlendirildi.”

Ayrıntılar, haberin kendisi kadar “ilginç”!

Genç çifti yakalayanlar -haber diliyle söyleyelim- “yerel halk”. Gençleri gezerken görmüşler. “Suçüstü” yakalamışlar. Hemen bölge yetkililerine -anladığım kadarıyla o köyün muhtarına- ve polise haber vermişler. Çift onlara teslim edilmiş. Ve sonuç: Acele tarafından bulunan bir imam, yetkilinin / muhtarın ve polislerin şahitliğinde acele tarafından nikâh kıymış. Namus kurtulmuş.

Memleketin son haline bakıp delirme noktasına gelmişken, haber içime su serpti. “Neyse ki henüz bu kadar uçta değiliz” diye düşündüm.

Peki...

Acaba sahiden değil miyiz? Ya da biz “neredeyiz”?

Neyle suçlandığını bir türlü anlayamadığımız Ahmet Şık, hâlâ tutuklu.

Osman Kavala, yine aynı şekilde akla ziyan gerekçelerle -geçenlerde eşi Ayşe Buğra anlattı- hücrede / tecritte tutuklu.

Anayasa Mahkemesi Mehmet Altan ve Şahin Alpay için “hak ihlali var” diye tahliye kararı verdi. Yerel mahkemeler karara uymadığı için onlar da hâlâ tutuklu.

Adalet, bir bakıma sübjektif bir kavram. Çağlara, toplumlara, siyasi görüşlere ve kişilere göre farklı anlamlar taşıyabilir. Tartışılabilir.

Yargının kimi kararlarını da, hâkimin sübjektif yorumu nedeniyle eleştirebiliriz. Örneğin, filan davada neden “iyi hal indirimi” verildiğini, neden cezanın üst sınırdan değil de alt sınırdan takdir edildiğini sorup sorgulayabiliriz.

Ancak YASALARIN YOK SAYILMASI... O yasaları uygulamakla görevli kurumlar eliyle ÇİĞNENMESİ… İşte bu, bırakın dünyanın herhangi bir ülkesini, Türkiye Cumhuriyeti’nde söz konusu olamaz. Olmamalı.

Ne yazık ki oldu. Oluyor.

Medyamız, siyasetçimiz, akademisyenlerimiz de her gün değişen “sıcak gelişmeleri” konuşmaya dalıp, bu VAHİM / KRİTİK / YAŞAMSAL ÖNEME SAHİP meseleyi halının altına süpürüyor.

•••

Erdoğan’ın -özetle- “Afrin’e dalarız ha” dediği günün ertesinde yaklaşık on gazeteyi didikledim. Neredeyse bütün Ankara temsilcileri, dış politika yazarları aynı teraneyi tutturmuştu:

»Afrin’e girmek zorundayız

»Afrin’e girmek şart

»Afrin’e girmezsek kaybederiz

Pekâlâ! Adaleti / yasaları / Anayasa’yı falan bir kenara bırakalım Afrin’i konuşalım. Elbette Saray’ın ve Sözcüsü İbrahim Kalın’ın bilgi notlarıyla değil. Savaş çığırtkanlığı yapmadan. Sorulması gereken soruları sorarak.

Önce şuradan başlayalım:

Biz Irak Savaşı öncesinde de aynı şeyi yaşamadık mı! O zaman da medyada köşeleri tutan “büyük” isimler savaş çığlıkları atmıyor muydu! Hatta, hatırlayın, Ufuk Güldemir’in HaberTürk televizyonunda Amerikan bayraklı grafikler eşliğinde emekli bir Amerikalı general bize savaş propagandası yapmıyor muydu!

ABD, o sırada istediğini alamadı. Tezkere -Erdoğan’a rağmen- Meclis’te reddedildi.

Şimdi görünürde farklı bir durum var. Güya ABD’ye kafa tutuyoruz. ABD’ye RAĞMEN Afrin’e girecek-miş gibi yapıyoruz.

Ama o da ne! Pentagon’dan öyle bir açıklama geliyor ki, ABD bizim Afrin’e girmemizi “özellikle” istiyor sanki. Hatta buna kışkırtıyor. Bizi batağa / kucağına / Suriye ateşine zorluyor adeta.

Acaba Rusya’nın Türkiye’yi / Erdoğan’ı Suriye’den uzak tutmak istemesinden dolayı mı? Yani Rusya’ya karşı bir hamle niyetiyle mi?

Sevgili meslektaşlarım, hiç merak etmiyor musunuz?

Ve asıl, köşe yazılarının içinde neredeyse kaybolan şu “heybedeki büyük turpu” neden sormuyorsunuz?

Yani, Afrin’e operasyonun ancak Rusya’nın izniyle mümkün olduğunu... Rusya hava sahasını bize açmazsa, jetlerin sınırı milim geçemeyeceğini… Bu yüzden “hava sahasını hiç değilse 10-15 günlüğüne açıverin” diye Kremlin’e ricacı olduğumuzu… Kremlin’in de kimbilir karşılığında neler neler talep ettiğini...

Neden sormuyorsunuz?

Yanıta hacet var mı?

Anayasa Mahkemesi’nin tahliye kararı verdiği kişilerin, nasıl olup da Anayasa ve yasalara aykırı biçimde “zorla” hapiste tutulduğunu sormuyorlarsa, ondan!

“Aslolan tutuksuz yargılamadır” diyen çağdaş ve evrensel hukuk ilkesine rağmen, Osman Kavala’yı hangi gerekçeyle tek başına hücrede tuttuklarını sormuyorlarsa, ondan!

•••

Soru demişken aklıma geldi. Endonezya ile dışardan bir örnekle başladım. Hayvanlar aleminden bir haberle bitireyim:

Bilim insanları maymunlar üzerine yapılan araştırmalarda ilginç bir tespite varmış. Maymunlar, soru sormuyormuş. Nedeni de, “bilmedikleri bir şeyi başkalarının bildiğini fark edememeleri” imiş.

maymunlar-soru-sormazmis-416544-1.

Oysa maymunlar küçük bir çocuk kadar da olsa zeka sahibi hayvanlar. El becerileri var. Ses telleri olduğu için, en azından kendi aralarında iletişim kurabilecek kadar ifade biçimleri geliştirmişler. Ama o kadar! Gelişimleri orada durmuş.

İşleri soru sormak olan bilim insanları “neden” diye sormuş. Araştırmış. Böyle bir yanıta ulaşmış.

Okuduğum haber şöyle bitiyordu: “Maymunlar soru sormuyor. İnsanı onlardan ayıran şey de aslında tam olarak bu.”