Van, Kütahya, Erzurum, Niğde’de Cumhuriyet Caddesi, Diyarbakır ve Burdur’da Gazi Caddesi, Uşak ve Karaman’da İsmet Paşa Caddesi, Bolu’da İzzet Baysal Caddesi, Sakarya’da Çark Caddesi, Kars’ta Faik Bey Caddesi, bu kentlerin en işlek yerleri olarak ortak bir özelliğe sahip. Şu meşhur ifade ediş biçimiyle, bu caddeleri bir araya getiren bir “üst kimlikleri” var. Onlara mecburiyet caddesi deniliyor.

Mecburiyet caddeleri Anadolu kentinin yazgısıdır. Mecburiyet asker ve öğrencilere yönelik vurgulansa da tek cadde üzerine sıkışan (eril) kamusal yaşam, aslında herkesin kaderidir. Voltanın, piyasa yapmanın ve sosyalleşmenin mekânıdır, mecburiyet caddeleri!

Son dönemlerin alışveriş merkezleri bu durumu kırdı mı yoksa mecburiyet caddelerinden mecburiyet merkezlerine mi geçtik tartışılır ama kesin olan, “mecburiyet caddeleri” hafızlarda ve yer yer de kullanımda olmaya devam edecek!

Ankara’da büyüyüp, üniversiteye de Ankara’da gidince benim bir mecburiyetim olmadı. Lakin benim yaşamımda bir cadde daha doğrusu bulvarın ayrı bir yeri oldu; biz Eskişehir Yolu dedik, resmi ismi uzun yıllar İnönü Bulvarı’ydı, sonra bir gün bu iktidar ismini Dumlupınar Bulvarı yapıverdi.

1980’lerin başında ODTÜ’ye gitmek için Tunus Caddesi’nden bindiğimiz mavi otobüs, Bahçelievler’deki Milli Kütüphane’ ye ulaştıktan sonra uzun bir ıssızlık başlar, şehirlerarası yolda gidiyormuş hissine kapılırdık.

1980’lerin neoliberal politikaları kentlerde yüzünü 1990’lı yıllarda göstermeye başlamıştı. Aynı yıllarda Eskişehir Yolu üzerindeki ıssızlıklar da dolmaya başladı. Açılışı Dışişleri ve Ulaştırma Bakanlığı yaptı, onları Hazine ve bazı bankaların genel müdürlükleri izledi.

2000’lerin başında sahnede yıldızı yükselen AVM’ler vardı. Zaman içinde sırasıyla Armada, Cepa, Kentpark, Gordion ve yakın zamanda Next Level, verilen yüksek imar haklarıyla sağlı sollu Eskişehir Yolu üzerine yerleştiler. Bu arada geçmişte tek tük utangaç gecekonduların mekânı Çukurambar, muhafazakâr orta sınıfla özdeşleşen arsız bir beton kütleye dönüşürken, Çukurambar’ın bulvara bağlandığı noktaya Gökçek imalatı demir kafes ve yanı başında Marriott Oteli yerleşti.

2010’lu yıllarda Bilkent kavşağından hemen sonra yolun bir tarafına Danıştay, AFAD gibi kamu kurumları yerleşirken, karşı tarafında Tepe Prime, Mahall, Mydone gibi rezidans, iş ve eğlence merkezi yoğun bloklar inşa edildi. Bilkent kavşağına hızlı biçimde bir protokol camii inşa edilirken, içeride Atatürk Hastanesi çoktan (2004) hizmete girmişti bile!

Sonra bir gün öğrendik ki, aynı alana Bilkent Şehir Hastanesi de gelecek! Bu hastane için hazırlanan ÇED raporunun trafik yüküne yönelik değerlendirmesinde, aşağı yukarı “ben gelmeden önce buranın trafik sorunu zaten içinden çıkılamaz hale gelmişti; bir sorun var ve bu benim sorunum değil, büyükşehir belediyesi çözsün,” dedi. Sonrasında maliyetin ODTÜ yeşiline ödetildiği bir dizi yol projesiyle karşı karşıya kaldık. Bu alanda sorun çözmek adına dünyanın en sorunlu katlı kavşağı inşa edildi.

Derken birkaç ay önce ölçüsüz imar haklarının mahkeme duvarlarına çarptığı TOGO Kuleleri’yle gündeme geldi Eskişehir Yolu.

Bitti mi derken birkaç gün önce, Sağlık Bakanı, Bilkent Şehir Hastanesinin bulunduğu bölgenin bir Sağlık Vadisi olacağı müjdesini verdi!

Müjdeli haberi okurken düşündüm Eskişehir Yolu’nun bugünkü sermaye düzeninin mecburiyet caddesi olduğunu! Bunca kaynağın akıtıldığı ve rantın devşirildiği sermaye düzeni, günün sonunda başkent Ankara’da bir bulvara sıkışmış durumda! Ne bulursa oraya sıkıştırıyor.

Anadolu’da devletin kıt kaynaklarla yarattığı mecburiyet caddelerinden farklı bir mecburiyet bu! Bu mecburiyet milyarlarca dolar akıtılarak yaratıldı. Bunca kaynakla bütün yaptıkları mecburiyeti caddeden bulvara taşıdılar.

Bütün bu mekânsal dönüşüm aslında daha genel bir dönüşümü anlatmıyor mu? Mecburiyet o düzenin kilit kavramı değil mi?