Anjel Dikme’yi eskilerin tanımıyla “ruberu” görmedim.

Anjel Dikme’yi eskilerin tanımıyla “ruberu” görmedim. Sanal Dünya dediğimiz İnternetin “nimetleri” vesilesiyle tanı(ş)dım.

Metinlerindeki olgunluk ve duygu yükü, ilk okunuşta hissedilen bir üsluba sahipti.  “Yazı” ile başlayan yol arkadaşlığımız takdir edilmeli ki, zamanla pekişti. Deneme, anı, anlatı ve mektup türü edebi metinlere yakınlığı olanlar bilirler ki, kalemini sevdiğiniz şahsiyetlerin istersiniz ki, kitapları varsa okuyasınız, yoksa yazdıklarının kitap olması için tetikleyesiniz, okurla buluşması için vesile olasınız!

İfade etmeliyim ki; “Keşke kitap haline dönüşebilse” diye içimden geçirdiğim hatta paylaştıklarımdandı Anjel Dikme’nin edebi metinleri / yazdıkları.

Deneme tadı ve kıvamında mektuplar yazdıkları. Fransa’da radyo programı yapmasından olsa gerek dili, salt yazı dili değil! Yazı dilini de aşan kıvrak bir hitabet dili benim okumalarımdan algıladığım. İçe işleyen, dokunaklı, okuyanı kendisiyle hesaplaşmaya, yüzleşmeye yönlendiren bir yanı var Anjel Dikme’nin kaleminin…

Zulmedenlere ve zulmünde “ısrar edenlere” dahi “insan” muamelesini içselleştiren naif bir “derviş” tavrı, bugün neredeyse asırlar öncesinde kalmış bir eski çağ bilgeliğinin “Cibran”vari çağrısı gibi. Metinleri okuyunca, ziyadesiyle içselleşiyor ki; bu “eda” ziyadesiyle Anjel’in kaleminde mevcut. “Empati” kavramına sürekli vurgu yaparken tıpkı “Yüzleşme” ve “Hesaplaşma” gibi. Tıpkı “İnsaniyet halleri” gibi…

Sıkça, daha önce çok ama çok az kalemde rastladığım üç nokta yanyaya, ünlemli, soru işaretli ve noktalara rağmen büyük harfle başlamayıp süren kimi cümleler var metinlerde. Bunlar yazarın tercihi ve zorunlu. Sanki sadece “okumakla kalmayın ve düşünün” ya da “benim düşündüklerimi hatta yaz(a)madıklarımı siz hissedin ve kendi iç dünyanızda siz yazmayı deneyin” der gibi…

Metinlerde içsel bir bütünlük var. Kimi kez kendi toplumu ile bir “Amira” hesaplaşması. Ama hesaplaşırken de Mezopotamya Ermenilerinin gururlu başı dikliğinin ders verir edası hâkim kaleme. Kimi kez de ötekileştiren egemen kavime “insani” ders verme bilgeliği…

Temo-Xaçadur Dede’nin eşi Emo (Evan) Diyarbekir’de Hıristiyan mezarlığına defnedilir. Sonra “Temo Dede” hem karısını hem de çok sevdiği Dikranagerd’ini geride bırakıp soluğu İstanbul’larda alır. Dayanamaz hastalanır. Surp Pırgiç Ermeni hastanesinde tedavi olurken, Avrupa’ya yerleşmek durumunda kalan oğlu Ohannes’in hasretiyle oğlunu “son bir kez görüp öleydim”i diline dolayınca “vatansızlık” belgesine rıza gösterip fotoğrafı hastanede çekilir sonu ölümle biten Avrupa sürgünlüğünün noktası, gidişinden bir ay sonra Brüksel’de oğlu Ohannes ile yan yana bir mezarda sonlanır. Atalarının binlerce yıl boyunca mekân bellediği topraklardan “vatansız” bir kimlikle giden Temo Dedenin ardından aynı zamanda “lanet olsun kimliğinize” diyen bir belge kitabıdır “Kimlik İstemem”…

Onca zulüm ve yoketme’lerden sonra akıbeti Fransalarda çıkan bir Dikranagerd Ermeni kızının “istemem” dese de kimlik belgesi sayılmalı “Kimlik İstemem”* kitabı...

Soy adındaki “YAN” ekinin ne kadar önemli ve anlamlı olduğunu Mıgırdiç Margosyan’ın Tespih Taneleri kitabındaki kendi soyadı hikâyesinden bilirim.

Bir kez daha hem de kendi kavminden biri, bir İstanbul Ermenisine kendi diliyle “Mer YAN’eri ci minats” bizim YAN’larımız kalmadı ki! diyen Anjel Dikme…

İçerden ve onurlu bir dert dökme ve “kin” yerine “insani yan”ımıza sıkça gönderme yapan anlama ve algılama kitabı Anjel Dikme’nin “Kimlik İstemem” kitabı…

*Anjel Dikme, Kimlik İstemem, Lis-Red Yayınları, 2011 Mart Diyarbakır