EURO 2016’da ikinci haftamın ilk gününe Fransa’nın turizm şehri Nice’de uyandım. Sahile inip işlerimi, Akdeniz’i izleyerek yapmaya niyetlendim. Otelden dışarıya adım attığımda esen rüzgâr odama geri dönmek konusunda oldukça ikna ediciydi. Öğlene kadar bilgisayar başı işlerimi bitirip Allianz Riviera’ya doğru yola çıktım.

Önceki tecrübelerden ders aldığım için otelimi stada yürüme mesafesinde tutmuştum. 20-25 dakikalık bir yürüyüşün ardından ulaştığım stada ilk bakışımda dikkatimi çeken iki şey vardı; her fotoğraf karesine girmeyi başaran Fransız TOMA’sı ve rüzgârın oynanan oyunu da izlemeye gelenleri de etkilememesi için stadyumun brandaya benzeyen şeylerle kaplanması. Memlekete yabancı kavramlar bilim ve estetiğin birlikte ürettiği basit, akıllıca ve işlevsel bir çözüm… İster istemez insanın aklına İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadı geliyor. Projesi Stade de France’nin mimarları tarafından çizilen stadı yapan gâvurlar elbette rüzgârı da hesaba katmışlardı. Kale arkası taraflarına kurulacak iki rüzgâr kesici paneli gereksiz ve pahalı bulan büyüklerimiz, altı üstü branda diyerek Antepli bir çadır üreticisine Fransızların talep ettiğinin yanında neredeyse bedavaya gelen bir maliyetle yaptırmış, ancak ilk kuvvetli rüzgârda paneller uçmuştu. Statta o gün bir etkinlik olsa faciaya yol açacak kaza ucuz atlatıldıktan sonra kimse bir daha rüzgârı kesmeye çalışmamıştı. Bir branda için o kadar para verdirmeyen büyüklerimiz sayesinde şu anda elimizde 140 milyon dolara mal olmuş bir çöp tesis var.

milli-hezimet-150568-1.

Bana İkitelli çilelerimi hatırlatan stadyuma ulaşıp Medya Merkezi’ne girdiğimde İtalya – İsveç maçı başlamıştı. İki maçta kaleyi tutan şutu olmayan İsveç milli takımının yıldızı Zlatan İbrahimoviç, 4 Avrupa Şampiyonası’nda da gol atan ilk oyuncu olma fırsatını yine değerlendiremedi. Belçika galibiyetiyle morallenen İtalyanlar, 88’de en iyi yaptıkları şeyi yaparak hızlı ve etkili kontra atağa çıktılar ve Eden ile golü buldular. İki de iki yapan Gök Maviler grup liderliği için önemli avantaj yakaladılar.

Sırada Çek Cumhuriyeti-Hırvatistan maçı vardı. Ali Murat Hamarat’ın baba ve oğul Srna’ları anlattığı leziz yazısını okumamış olsaydım, iki maç arasında babasının cenazesine gidip gelen Srna’nın ulusal marşlar okunurken tutamadığı gözyaşları gene içime akar mıydı, emin değilim. Memleketin havasını solumuş Çekler’den Sivok sahada, Kadleç ve Necid kulübedeydi. Hırvatistan ikinci maçında da iyi olan taraftı, öne geçmeyi de farkı ikiye çıkarmayı da başardı. Ancak Çekler’in vazgeçmeye niyeti yoktu. 76’da Skoda farkı bire indirdi. Puan getiren golü son dakikalarda kazanılan penaltı vuruşunu kullanan Bursasporlu Necid attı.

Türkiye – İspanya maçını izlemek üzere yerime geçtiğimde tribünlerdeki büyük boşluklar dikkatimi çekti. İlk çeyrek saat bittiğinde boşluklar epey azalsa da EURO 2016’da ilk kez tribünlerde gözle seçilebilir boş koltuklar görüyordum. Milli takım oyuncularına, teknik ekibine ve takımı takip eden gazetecilere sirayet eden rahatsızlık ve umutsuzluk havası tribünlere de yansımıştı.

Türkiye’nin ilk yarım saat Hırvatistan maçına göre daha derli toplu gözükmesinin aslında bir illüzyonla olduğunu anlamak fazla uzun sürmedi. İlk golden sonra gardı düşen milliler oyunun kontrolünü tamamen kaybettiler. Televizyon yayınıyla gerçek zamanlama arasında 30 saniyelik bir fark olduğunu keşfettiğim için artık maçın benim açımdan, “Milli Hezimet” adlı whatsapp grubumuzdaki arkadaşlarıma yediğimiz golleri önceden haber vermek dışında bir eğlencesi kalmamıştı.

İkinci yarıda da milli takımın ne mücadele etmeye ne de top oynamaya niyeti vardı. Sabrını kaybeden tribünler de Arda topu her ayağına aldığında onu yuhalamaya başladı. Bana kalırsa taraftarın tepkisi bir kişiye değil, bir duruma ve bir sistemeydi. Arda’nın bu durumun kaptanı ve sistemin en büyük yıldızı olması, onu tepkilerin merkezine yerleştirdi. Kendi taraftarından tepki gördüğü dakikalarda İspanyol taraftarların Arda Turan diye bağırması ve hemen ardından Meksika dalgası başlatarak tepkinin şiddetini azaltması da özel bir deneyim. Arda’nın tepkileri kişiselleştirmeyip cevabını futboluyla, oynadığı takıma sınıf atlatan futboluyla vermesi gerekir.

Nice Allianz Riviera’da görevini eksiksiz yerine getirenler de vardı. Maç boyunca hiç susmayan Bando EsEs, tribünlerin yarısının boşaldığı, kalanların da stadı terk edemeyecek kadar büyük hayal kırıklığı yaşadığı dakikalarda sazı eline aldı. Her yaştan her meslekten gönüllülerden oluşan bando kötü futbol ve kötü sonuçlarla bir sezon geçiren ancak her kötü sonuçta daha da kenetlenerek takımı küme düşen ama kendisi şampiyon olan taraftar topluluğuna yakışanı yaptı. Stadyumda kalan taraftarlara bunun bir festival olduğunu ve tuttuğu takım kaybetse de eğlenebileceğini hatırlattı. O yüzden kalan taraftarlar bitiş düdüğü çaldıktan sonra dahi Türkiye kazanmışçasına şarkılar söylemeye devam ettiler. İşte şimdi Avrupalı olduk diye içimden geçirirken önce torpiller patladı ardından meşaleler yandı. Gülümsedim...