AKP kendisini iktidarda tutan muhafazakâr popülist hegemonya projesini revize ediyor; yitirdiği iktidarı ne pahasına olursa olsun tekrar ele geçirmek için düğmeye basıldı. Yeni popülist stratejinin kilit unsuru milliyetçilik!

Geçen 13 yıl boyunca AKP çok farklı alanlardaki sorunlar ve bunlardan doğan talepleri dinci-muhafazakârlık içinde eritip, şekillendirdi. Azımsanmayacak bir başarı elde ettikten sonra, Gezi başkaldırısıyla başlayan süreç açık hale getirdi ki, AKP iktidarının “gerçekleri” muhafazakârlık torbasına sığmıyor. 7 Haziran seçimleri AKP popülizminin tutarlılığını yitirip, ihtiyaç duyduğu toplumsal desteği artık alamadığını gösterdi.

Bu gerilemeyi seçim öncesinde gören Erdoğan çevresinin AKP popülizmini yeniden formüle etmeye yöneldiğini biliyoruz. Toplumda muhafazakârlık gibi kökleri olan Türk milliyetçiliği seçim sonrası dönemde hızla AKP’nin popülist projesinin parçası haline getirilmeye başlandı. Bu bir hayatta kalma mücadelesi olduğu ölçüde Erdoğan ve AKP’nin, memlekete ödetebileceği bedelleri dert etmeden, milliyetçiliğe yaslanan yoğun şiddeti bir devlet politikası olarak öne çıkarışına şahit oluyoruz.

Milliyetçiliği muhafazakârlıkla (bir kez daha) sentezlemeyi hedefleyen bu yeni arayış AKP’yi %40’lık bir toplumsal tabandan %60’lık bir kesime hitap edebilir hale getirmeyi hedefliyor. %40’lık bir toplum kesimini gözden çıkaran bu projenin MHP ile bir ittifak yoluyla mı, yoksa MHP’nin tabanın bir bölümünü kendine çekerek mi ilerleyeceği ise bir ayrıntı.

Asıl mesele dışarıda kalan %40’ı temsil eden siyasal güçlerin şiddetle bezenmiş milliyetçi-muhafazakâr projeye nasıl yanıt vereceği. Bu yanıtın dikkate alması gereken temel veri şu; eğer AKP’nin muhafazakârlık ile iç içe geçmiş milliyetçiliği için gerekli enerji sağlanırsa, AKP popülizminin bu yeni sürümü toplumda çok çeşitli nedenlerle destek bulup, AKP’yi içine düştüğü derin kuyudan “şimdilik” çıkarabilir. O nedenle, AKP ve MHP dışındaki siyasal güçlerin “biz ve düşmanımız” kutuplaşmasını besleyecek olanağı AKP’ye tanımaması gerekiyor.

CHP son dönemde izlediği stratejiyle AKP’nin bu tür bir alanı sömürmesine olanak sağlamamaya gayret gösterdi. Ancak CHP’nin önümüzdeki dönemde artan milliyetçilik dalgasına ne derece göğüs gerebileceği önemli. CHP kendi tabanını koruyabilme kaygısına düşüp bu dalga karşısında duramazsa, daha önce muhafazakârlık dalgasında olduğu gibi, bu süreçten kayıpla çıkmakla kalmaz, AKP’nin işini de kolaylaştırabilir.

Öte yandan, HDP ve Kürt siyasal hareketinin durumu ve alacağı tavır, şiddetin büyük ölçüde Kürtleri hedeflediği dikkate alındığında, daha kritik bir hale gelmiş bulunuyor. AKP stratejisinin başarısı büyük ölçüde ilan ettiği düşmanın şiddete vereceği yanıt tarafından belirlenecek. AKP’nin oyununun bozulması da, Kürt Hareketi’nin son seçimde başarılı biçimde uyguladığı Türkiyelileşme projesinin sürdürülmesi de AKP popülizminin milliyetçilik üzerinden ilan ettiği savaşta Kürtler için tanımladığı düşmanımız pozisyonunun reddine bağlı. Kadın gerillanın çıplak bedeninin fütursuz ve gayri ahlaki sergilenişi tam da bu yanıtı keskinleştirmeye yönelik bir çaba olarak görülmeli.

Demirtaş’ın uzun süredir yaptığı ateşkes çağrısı, PKK’ya yönelik şiddetten kaçınma çağrıları ortaya koyulan oyunu görmüş olduğunu gösteriyor. Ancak bu çağrıların PKK tarafında beklenen karşılığı bulmadığı ve her asker, polis cenazesinin Türkiye’nin batısında AKP’nin yelkenlerini şişirmeye başladığı ortada.

Bunca yıl savaş üzerinden kendini var etmiş, edebilmiş PKK’dan böyle bir sağduyu beklemek aşırı iyimserlik olacaktır. Bu duruma Demirtaş ve çevresinin ne derece direnç gösterebileceği ise büyük bir soru işareti.

Savaşı boşa düşürmek eğer savaş ilan edenlerin düşman yaratmaması üzerinden mümkün olmayacaksa, o zaman, Doğan Tılıç’ın bugünkü yazısında da altını çizdiği gibi, bu güçlerin dışında bir üçüncü güce ihtiyaç var. Soru bu kaotik ortamda

Türkiye’de böylesi bir gücün var olup olmadığı!

Gezi’de öyle bir irade ve gücün var olduğunu gördük. Bu birikimin daha örgütlü bir direnç oluşturması önümüzdeki derin karanlığı yırtabilmek açısından önemli. Önümüzdeki günler CHP ve HDP’nin Gezi sürecinden neler öğrendiğini görmemize de bir fırsat sağlayacak.

Siyasal ve toplumsal sağduyunun test edileceği bir döneme girmiş bulunuyoruz.