“Hiç kimse yasadışı değil,
Ama hepimiz birer suçluyuz,
Adalet ve suç ve ceza ve sorunlar ve çözümler gibi içi boş laflardan kaçınmamızı sağlayacak
yeni bir dil bulmalıyız!”

Birleşik Devletler ile Meksika sınırının hukuksuz Kenti Juarez’e odaklanan Dreamland kitabında böyle söylüyor Charles Bowden! Sınır bölgeleri bir toplumun geleceğini anlamak için her zaman önemli ipuçları sunar. Yeni eğilimler ve inşa edilmekte olan gerçeklik, önce gözden uzak sınırlarda sınanır.

SINIRDAN GELEN ÖDÜL

Türkiye’nin gözden uzak sınır gerçeklerini, zorlu koşullara göğüs gererek belgesel niteliğindeki yazılarıyla Hale Gönültaş son dönemde görünür hale getiriyor. Bu nedenle bu yılki Metin Göktepe Gazetecilik Ödülü’nü “İran Sınırında: Kurşunlar ve Kurtlar Arasında” başlıklı dosya haberiyle Hale Gönültaş’ın kazanması şaşırtıcı olmadı. Gönültaş, sınırların gözden ırak gerçekliğini metropollere taşımanın yanında metropollere taşınmış göçmen dramlarını da ustaca önümüze koyarak dikkat çekiyordu.

Yabancısı olduğum sınırlardan bildiğim metropollere dönecek olursak; büyükşehir belediyelerine yönelik hız kazanan merkezi yönetim düzenlemeleri dikkat çekiyor. 2019 Yerel Seçimleri’nin büyük kaybedeni AKP, art arda yaptığı mevzuat değişiklikleriyle büyükşehir belediyelerini birçok alanda (y)etkisizleştiriyor. Geri planda, (y)etkisizleştirme yanında siyasal rövanşizm ve rantı elinde tutma arzusu da var. Yapılan her değişiklik, “hukuk nerede” diye sorduruyor ve metropol hızla sınır bölgelerine dönüşüyor. Seçimleri yenilemenin sonuç vermediği İstanbul, bu dönüşümün merkezinde duruyor!

METROPOLE SINIR HUKUKU!

Ekrem İmamoğlu göreve geldikten sonra, bazı diğer başkanlar gibi belediye şirketleri üzerinde kontrol sağlamak için bir hayli mücadele etti. Tam kurduklarını sandıkları anda ise yapılan bir değişiklikle, şirketlerdeki atama yetkisi belediye başkanlarından alınıp, belediye meclislerine verildi. Ankara, İstanbul, Adana ve Mersin gibi yerlerde meclis çoğunluğunun CHP’de olmadığını ve örneğin İBB’nin tüm harcamalarının yüzde 30’luk bölümünün belediye şirketleri tarafından yapıldığını hatırlarsak, bu değişikliğin ne anlama geldiği de kolayca anlaşılır!

Büyükşehir Belediyeleri, gelir getiren bazı uygulamalar konusunda da engellemelerle karşılaşıyor. Pandemi ve depreme ilişkin toplanan şartlı bağışların meclislerden yetki alınmadığı için bloke edilmesi bir yana, uzun zamandır büyükşehirlerin yetkisindeki otopark gelirleri, Çevre Ajansı kuruluşuna ilişkin bir yasal düzenlemenin içine sıkıştırılan bir maddeyle ilçe belediyelerine devredildi.

Büyükşehirlerde ulaşımla ilgili önemli yetkileri olan Ulaşım Koordinasyon Merkezi’nin (UKOME) oluşumu da seçim sonrası değişimden payını aldı. Yapılan bir yönetmelik değişikliğiyle merkezi yönetim temsilcileri ağırlık kazandı. Bu değişimin somut sonuçlarından birini İstanbul’da taksi plakalarına ilişkin yeni büyükşehir yönetiminin yapmak istediği değişikliğin engellenmesinde gördük. İnsan soruyor, büyükşehir gibi bir otorite taksilere ilişkin düzenleme yapamayacaksa ne yapacak diye!

Bütün bunları gölgede bırakacak bir gelişme, Gezi Parkı yanında çok sayıda tarihi değeri de olan belediye mülkiyetindeki taşınmazın hiç duymadığımız bazı vakıflara devredilmesiydi. Ancak belediye taşınmazlarına yönelik niyetlerin burada kalmayacağı anlaşılıyor. Turizm bölgelerine ilişkin TBMM gündemine gelen son yasa tasarısında turizm alanlarında belediyeleri (y)etkisizleştiren bazı düzenlemeler yanında belediye mülkiyetindeki bazı taşınmazların talep gelmesi durumda girişimcilere devredilmesine yönelik düzenlemeler de var. Anlaşılan o ki büyükşehir belediyeleri, (y)etkisizleştirilirken aynı zamanda şu ünlü “mülksüzleştirme yoluyla birikim” uygulamalarının da hedefi haline geliyor!

ANAYASA’YA AYKIRIYSA, AYM’Yİ KAPAT!

Oysa Anayasa’nın 35.maddesi, mülkiyet hakkı konusunda son derece açık ve Anayasa Mahkemesi kararlarında, Özel mülkiyet gibi, kamu mülkiyeti de Anayasa’nın 35. maddesinin güvencesi altındadır. Zira, özel mülkiyeti güvenceye alan Anayasa’nın, kamu mülkiyetini güvencesiz bıraktığı düşünülemez’ deniliyor.

Ne var ki yapılan düzenlemelerde Anayasa’ya ve Anayasa Mahkemesi’nin geçmişte verdiği kararlara aykırılıklar dert edilmiyor. Anlaşılabilir nedenlerle çok kızılıyor ve tepki topluyor ama Devlet Bahçeli, “AYM’nin kapatılması ertelenemez bir hedef olmalıdır” derken, belki de içinde bulunduğumuz duruma gerçekçi biçimde bakıp, “mış gibi yapmaya” gerek yok diyor!

Artık sınırda yaşıyoruz ve Bowden’in de söylediği gibi boş laflarla uğraşmanın anlamı yok! Durumu anlatacak yeni bir dile ihtiyacımız var.