Stanford’dan Michael Rosenfeld ve ekibinin "How Couples Met and Stay Together" araştırması giderek daha fazla insanın online dating uygulamaları ile partnerleriyle tanıştığını, hatta online dating’in 2010’lu yıllarda bar/kafe ve iş yerini geçerek çiftlerin bir numaralı tanışma vesilesi olduğunu gösteriyor.

Modern zamanlarda aşk…

Damdaki Kemancı (Fiddler on the Roof) müzikali, kapitalizmin çöpçatanlık kurumunu dönüştürmeye başladığı modern öncesi dönemde, Rusya’daki bir Yahudi kasabasında geçer. Sütçü Tevye’nin beş kızından en büyüğü olan Tzeitel evlenme çağına gelmiştir. Kardeşler, büyük ablanın evlenip sıranın kendilerine gelmesini bekledikleri için kasabanın çöpçatanı Yente’nin Tzeitel’e artık bir kısmet bulması gerektiğini Matchmaker (Çöpçatan) şarkısıyla anlatırlar: Matchmaker, matchmaker make me a match, find me a find, catch me a catch…

Fakat Tzeitel’in tereddütleri vardır. Yoksul bir aile oldukları için kızların çeyizleri yoktur ve çeyiz (dowry) o dönemin evlilik piyasasında bireylerin sosyoekonomik statülerini yansıtan en somut belirleyicidir (bkz. Austen dünyasının adabımuaşeret kuralları). Dolayısıyla çöpçatanın kızlara bulacağı adaylar ya genç ama yoksulca ya da biraz varlıklı ama yaşlı adamlar olacaktır (bkz. Bihter ve Adnan). Nitekim Yente’nin Tzeitel için bulduğu ilk aday kasabanın hali vakti yerinde, ama Tevye’den bile yaşlı, olan kasap Lazar Wolf olur. Tabii ki Tzeitel’in yaşlı kasaba varma niyeti yoktur; çünkü o, çocukluktan beri görüştüğü terzi Motel ile evlenmek istemektedir.

Tevye büyük kızını, çöpçatanlık gelenekleri doğrultusunda yaşlı kasapla evlendirip ekonomik olarak biraz nefes mi almalıdır??! Yoksa modernizmin topluma empoze etmeye çalıştığı ne idüğü belirsiz şu “flört” kurumu sayesinde gizlice anlaştığı terziyle mi evlendirmelidir?!? Hikâyenin geri kalanı gelenekler (ki bence "Tradition" en az müzikalin yıldız şarkısı olan "If I Were a Rich Man" kadar iyidir) ve modernizm arasında sıkışan Tevye’nin ikilemini mizahî bir şekilde anlatır. Modern dönem öncesi ilişkilerin bireysel ve toplumsal dinamiklerini daha iyi anlamak için Damdaki Kemancı’nın yanı sıra Austen, Brönte kardeşler, Forster ve Flaubert’in romanları da yol göstericidir.

Kapitalizmin olgunlaşması, liberal paradigma ve serbest piyasaların hayatın her alanını işgal etmesiyle birlikte Austen dünyasının kültürel kodları da birer birer yok oldu. Modernizm (yani bireycilik, teknoloji, ilerleme, tüketim, bilim vesaire) batı toplumlarından başlayarak dünyanın büyük bölümüne yayıldı. Toplumsal değerler ve gelenekler kıymetlerini yitirirken bireysel kararlar ve tercihler ön plana çıkmaya başladı. Nitekim [spoiler] Tevye’nin ikileminde galip gelen taraf da modernizm oluyordu. Bütün kızları çöpçatan Yente aracılığıyla değil, kendi rızalarıyla flört ettikleri adamlarla tanışarak evlendiler [spoiler]. Günümüzde modernleşme, ilerleyen teknoloji ve hızlı kapitalizmin bir sonucu olarak çöpçatan Yente’nin yerini Tinder aldı.

Soğuk yakınlıklar

Stanford’tan Michael Rosenfeld ve ekibinin "How Couples Met and Stay Together" araştırması giderek daha fazla insanın online dating uygulamaları ile partnerleriyle tanıştığını, hatta online dating’in 2010’lu yıllarda bar/kafe ve iş yerini geçerek çiftlerin bir numaralı tanışma vesilesi olduğunu gösteriyor. Bu dönüşümün hem arz hem talep tarafından açıklamaları yapılabilir. Arz tarafından; amaçları para kazanmak olan şirketler bu uygulamaları geliştirip App Store’a koyduğu için kullanıyoruz. Coca-Cola gibi; içerik kalitesi değil, reklam satıyor. Talep tarafından; kapitalizmin dayattığı bireyci, meritokratik, rekabetçi ve kariyerist yaşam tarzı insanlar arasındaki sosyal ilişkileri giderek aşındırıyor. Daha yüksek bir yaşam standardı için kariyer yapmak ya da belki sadece geçinmek için didinen insanlar sosyalleşmeye daha az vakit ayırıyorlar. Büyük şehir hayatı, güvenlikli siteler, iş trafiği, internet, Netflix vesaire de yeni insanlarla yüz yüze tanışıp flört etmeyi kolaylaştırmıyor. Dışarıda sosyalleşecek vakti, alanı ve hevesi kalmayan insanlar için bu uygulamaların, kısmen de olsa, bir ihtiyacı karşıladığı da düşünülebilir.

Online dating uygulamalarını ikiye ayırıyoruz. Bir; Match.com ve OkCupid gibi sözüm ona bir algoritmayla, sizi mükemmel eşinizle buluşturarak ömürlük bir ilişki kurmanızı amaçlayan uygulamalar. İki; Tinder ve Bumble gibi size altı fotoğraf gösterip hızlı bir şekilde seks yapmanızı amaçlayan uygulamalar. Ama tabii Türkiye’de Tinder kesinlikle "amacına uygun kullanılmaz." Amacına uygun kullananlar sola kaydırılır. Evet…

Romansın algoritması

Son yaptığı satın almalarla birlikte, aralarında Tinder, Match.com, OkCupid, Hinge ve PlentyOfFish’in de olduğu yirmiden fazla online dating uygulamasına sahip olan Match Group, toplamda 10 milyondan fazla aylık abonesi ve yüzde 30’a yakın pazar payı ile sektörün uzak ara en büyük şirketi. Yani bu sektörde de bir konsantrasyon ve tekelleşme eğilimi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Match Group, ilk hizmeti olan Match.com’un kurulduğu yıl olan 1995’ten bu yana 517 bin ilişki, 92 bin evlilik ve bir milyona yakın bebeğe vesile olduklarını söylüyor (2014 verisi).

modern-zamanlarda-ask-799634-1.

Algoritmalı uygulamalara girerken, dünyanın önde gelen psikologları ve evlilik terapistleri tarafından hazırlanan 250-300 soruluk, tamamlaması saatlerinizi alabilecek karakter testleri ile (sanal) profilinizi oluşturuyorsunuz. Vücudunuzdaki yara izlerinden haftada kaç kez spora gittiğinize kadar, kendinizi tanıtan ve potansiyel partnerinizde olmasını istediğiniz onlarca detayı mümkünse nümerik, değilse sözel ifadelerle sisteme girdikten sonra bir algoritma sizi eşleştirmeye başlıyor. Bir nevi dijital Yente ya da Emma. Ardından eşleşmelerin uyum oranına göre (yüzde 93 uyumlu gibi) size bir sıralama sunuyor (bkz. Black Mirror – Hang the DJ bölümü). Siz de bu listedeki profillerin resimlerini inceleyip tanıtım yazılarını okuduktan sonra beğendiğiniz kişilerle iletişim kuruyorsunuz. İktisatçı Dan Ariely ve ekibinin yaptığı veri analizi, ilk buluşma için tarafların ortalama altışar saat yazıştıklarını gösteriyor. Bu da, İstanbul – Edirne arası üç saat olduğuna göre, bir kahve içmek için Edirne’ye gidip gelmeye tekabül ediyor. Bu açıdan bakınca, online dating’in aslında ne kadar verimsiz olduğu anlaşılıyor. Halbuki tam tersi olduğu öne sürülmüştü.

İşin arkasındaki sözde bilimsel yöntem bir pazarlama taktiğinden ibaret. Hepimiz biliyoruz ki romantik ilişkiler çok karmaşıktır, matematiksel denklemler ve algoritmalarla açıklanamaz. Billy Wilder’in, kanımca kadri az bilinen romantik komedilerinden olan, Love in the Afternoon filminde, Audrey Hepburn’in oynadığı Ariane, milyoner Frank Flannagan (Gary Cooper) ile bir öğleden sonrası kaçamağı yaparken "Frank, baksana ben biraz fazla zayıfım galiba, değil mi? Hem kulaklarım kepçe gibi… Dişlerim biraz çarpık… Ayaklarım kocaman… Boynum da çok uzun, zürafa gibi…" minvalinde kendini olumsuzlayarak sevgilisini yoklar. Gerçekten Ariane’nin her dediği iltifat olsun diye aksi söylenemeyecek kadar doğrudur. Fakat Frank, "Belki öyle ama hepsi bir arada sende çok güzel duruyor" der ve öpüşürler (kalp).

Frank Flannagan haklı… Biz karşımızdaki kişiyi holistik, yani "bütünsel" olarak değerlendiririz. O bütünselliğin içinde hoşlandığımız kişiyle ilgili ufak tefek sorunları görmeyiz. Sosyolog Eva Illouz’un Cold Intimacies kitabında dikkat çektiği üzere, yüz yüze görüşmeler birtakım tekil özelliklere indirgenemez, bu görüşmelerde geniş bir yelpazedeki özelliklerin birbirine bağlı bütünsel bir etkileşimi izlenir. Buna "cazibe" ya da "karizma" deriz, yani kişinin hareket halindeki sosyal bağlama (konser izlemek, kafede sohbet etmek, okulda ders çalışmak vb.) entegre bir şekilde size çekici gelmesi durumu… Fakat algoritmalı uygulamalar, modellemelerini insanların fiziksel ve davranışsal özelliklerini mikro departmanlara ayırarak yapıyorlar. Bu ölçümler "yanlış bile değil," hiçbir anlamı yok. Zira insan, fiziksel ve kişisel özelliklerin matematiksel toplamından ibaret değildir, tıpkı toplumun insanların toplamından ibaret olmadığı gibi.

Öte yandan, geleneksel dönemde flört önce karşılıklı bakışmalar, fiziksel ve biyolojik (feromonlar) etkileşim ile başlardı. Sonraki aşamada belki bir yürüyüşe çıkılır (bkz. Austen dünyası), çay üzeri yapılan sohbette taraflar birbirlerinin eğitimlerini, mesleklerini, aile geçmişlerini, ilgi alanlarını, gelecek beklentilerini vs. öğrenirlerdi. Önce biyolojik ve fiziksel etkileşim, sonra metinsel bilgi gelirdi. Fakat dijital dönem ilişkilerinde yüzlerce yıllık bu sekans tersine dönüyor. Online dating uygulamalarında, ve hatta genel olarak sosyal medyada (sonuçta DM’den yürümek diye bir şey var), önce metinsel bilgi geliyor; yani insanlar önce yazışarak birbirlerinin CV’lerini öğreniyorlar. Sonra, bir buluşma olursa, biyolojik çekim var mı yok mu diye bakılıyor. Bu da, elbette, ilk buluşmalarda müthiş hayal kırıklıkları doğuruyor. Çünkü online dating uygulamasında ya da Instagram’da yazıştığınız profiller abartılı, resimler en iyileri, hayal gücünüz kuvvetli ve en önemlisi sosyal bağlam yok. "Çok düzgün, eğitimli, yakışıklı, esprili" dediğiniz adam konserde herkes gibi eğlenmiyor, restoranda masanıza geç bakan garsonu tersliyor, Daktilo1984 tayfasını takip ediyor… Oysa bu buluşma liberal dogmanın ayetlerinden biri olan "tercih ve seçim" himayesi altında, IKEA kataloğundan mobilya seçer gibi hiper-rasyonel bir davranışla yapılmıştı. Ama evdeki hesap çarşıya uymuyor. Zira bir algoritma kullanarak cinsel arzuyu tahmin etmek ayrı, kişiler arası uyumu tahmin etmek ayrı… İlki çok kolay. İkincisi değil.

modern-zamanlarda-ask-799635-1.

Zaten müthiş bir "rekabet" de var. Online dating piyasası tam bir kurtlar sofrası. Zamanla başarılı profiller taklit edildiği için rekabet standartlaşma getiriyor ve bir süre sonra farksız profiller arasında gezindiğinizi hissetmeye başlıyorsunuz. Benzer resimler, benzer tanıtım yazıları, spor yapan kaslı erkekler, ördek dudak yapan dekolteli kadınlar… Mesela Match.com’da bir milyondan fazla kişi profiline seyahat etmeyi sevdiğini, yüzbinlerce kişi de "I’m down to earth" (mütevazi, ayakları yere basan) yazmış. Tabii sizinki de bu klişe profillerden biri olduğu için, aradığınız aşkı bulamayınca bu sefer yedi maddede online dating’in inceliklerini anlatan yazılar okumaya, dünyayı kurtaran TED konuşmaları izlemeye, ilişkiler üzerine özlü sözler paylaşan tüccar psikologların Instagram hesapları takip etmeye, Migros’taki sepetlerde ₺9,90’a satılan kişisel gelişim kitaplarını okumaya, terapötik söylemlerle kafa şişiren motivasyon konuşmacılarının atölyelerine para yatırmaya başlıyorsunuz. Unutmayın, liberal ideolojiye göre serbest piyasalarda başarılı olamıyorsanız sorun sizdedir. Yardıma, yönlendirmeye ve terapiye ihtiyacınız vardır. Böylece kurtuluş vaatleri de gösterinin bir parçası haline gelir.

Tinder, Bumble ve diğerleri

Tinder’da algoritma falan yok. Çerçeve belli… Bir nevi ilişkilerin fast-food hali. Takılma kültürünün para basan oyuncağı. Statista’nın aktardığı veriye göre Tinder kullananların yüzde 72’si erkek, yüzde 28’i kadın. Tabii böyle asimetrik bir piyasada demokratik bir flört kurumundan bahsedemeyiz. Yani kadınların kaçtığı (karar verdiği), erkeklerin kovaladığı, dolayısıyla kadınların daha avantajlı olduğu bir "piyasa" burası. Erkeklerin yüzde 19’u, kadınların da yüzde 6’sı Tinder Plus, Gold ve Platinum’a parayla abone oluyorlar. Bu rakamlara göre hesaplayınca Tinder’ın abonelik hasılatının yüzde 89’unun erkeklerden, sadece yüzde 11’inin de kadınlardan geldiği ortaya çıkıyor. Dolayısıyla Tinder esas parayı erkeklerden kazanıyor. Kadınların çoğu Tinder’a para vermiyor çünkü gerek yok. Ne de olsa kadınların her sağa kaydırdığı "match" oluyor. Para veren kadınlar da genelde profillerini gizleyip eski sevgililerini stalklamak için abone oluyor zaten. Peki erkekler ne için Tinder’a para veriyor? Daha fazla kadın profili sağa kaydırmak için. Böyle düşünecek olursak, aslında Tinder kadınların profillerini erkeklere satarak para kazanıyor. Tinder’ın iş modeli bu, dijital muhabbet tellallığı… Böyleyken böyle…

Tinder’da erkeklerin önünde oldukça dar bir "piyasa" var. İlk kez Tinder yükleyen erkekler bir heves bütün profilleri inceleyip hoşlarına gidenleri sağa, gitmeyenleri sola kaydırıyorlar. Aradan geçen birkaç haftada hiçbir "match" çıkmayınca seçici davranmayı bırakıp bir elinde kumanda televizyonda maç izlerken diğer elinde cep telefonuyla, fotoğraflara dahi bakmadan, zikirmatik kullanır gibi herkesi sağa kaydırmaya başlıyorlar. Kaydırma hakkı bitince de 12 saat sonraya alarm kuruyor. Daha fazla kaydırmak için Match Group sizden para istiyor. Daha güzel (seçkin profiller) kadınları kaydırmak için ayrı, mesaj atarak kaydırmak için ayrı, kendi profilinizi öne çıkartmak için ayrı paralar istiyor. Altı aylık Tinder Platinum aboneliği 470 lira. Pavyona gidin daha iyi, 120 liraya konsa Miller açtırıp konfeti patlatırsınız, ortamda şekliniz olur. Hayır, Tinder dediğin dünyanın en basit yazılımı, anlamlı bir maliyeti yok. Kaydırmanın ya da süper like göndermenin marjinal maliyeti sıfır lira. Yaptıkları resmen seks komisyonculuğu (ötekini dememek için ikidir lâfı çevirdiğimi fark etmişsinizdir). Bu arada Tinder’ın tekel konumunu korumak için kaydırma özelliğinin patentini aldığını, bu yüzden aynı özelliği kullanan Bumble (feminist Tinder diye de geçiyor) ile davalık olduklarını da ekleyeyim. Saçma sapan işler…

Bu oyunda seçen taraf olan kadınlar erkeklerin profillerini genelde daha dikkatli inceliyorlar. Kısa tanıtım yazısını okuyorlar, resimlerdeki detayları kesiyorlar, hop oradan Google açıp stalklamaya başlıyorlar, Instagram hesabına, Spotify listelerine, LinkedIn profiline bakıyorlar. Rekabetten ötürü erkekler profillerini renklendirmek, tanıtım yazılarını ve resimleri daha dikkatli seçmek zorundalar. Ama kadınların profilleri genelde boş oluyor; iki satır yazmaya tenezzül bile etmiyorlar çünkü gerek yok, nasılsa her ay bin beş yüz tane match geliyor. Bazısı sadece ">175" yazmakla yetiniyor (sınırdan kurtarıyorum). Bazısı yüzlerce match ve yağan mesajlar ile özgüven tazeleyip üç gün sonra uygulamayı siliyor. Tabii Tinder’da detaylı envanter olmadığından erkeklerin sosyoekonomik statüleri tam olarak belli olmuyor. Bu noktada eğitim durumu, fotoğraflardaki araba ve kol saati önemli göstergeler haline geliyor. Mesela konuyla ilgili görüştüğüm bir kadın öğrenci "Hocam Boğaziçi, Koç, Sabancı’dan aşağısını bakmadan sola kaydırıyorum, Marmara’nın falan hiç şansı yok" demişti. Muhtemelen Marmara’daki de İstanbul Üniversitesi’ndekileri sola kaydırıyor. Hal böyleyken, Yozgat Bozok Üniversitesi erkeklerine online dating piyasasında bol şanslar diliyorum, ihtiyaçları olacak…

Romantik ütopyayı tüketmek

Eva Illouz, Consuming the Romantic Utopia kitabında, ilişkilerin kapitalizm altında deregülasyona maruz kaldığını göstererek liberal dönüşümün romantizmi tükettiğini öne sürüyor. Ancak bugün pek çok kişi geleneklerin, toplumsal normların ve adabımuaşeret kurallarının insanların özgürlüklerini kısıtlayan boğucu, bunaltıcı ve sıkıcı dayatmalar olduğunu düşünerek bu deregüle piyasayı daha eğlenceli buluyor. Ya da belki eğlenceli bulmak zorunda hissediyor… Çünkü gençlerin, en azından bir bölümü, bir yandan Friends, Coupling, Sex and the City (dede olduğum için yeni dizileri bilmiyorum) dizilerindeki gibi geleneklerin geçerli olmadığı kuralsız bir arkadaşlık, flört, seks ve evlilik ortamına öykünürken diğer yandan da içine düştüğü bu deregüle piyasada seri hedonik ilişkilerin yüzeyselliğinden yakınıyor. Belki bir denge kurmaya çalışıyorlar ama nafile…

Bize çok iyi şeylermiş gibi pazarlanan bireycilik, teknoloji, büyük veri, optimizasyon, sosyal medya vesaire sıcak romantik ilişkileri soğuk yakınlıklara dönüştürüp ekonomik bir sektör haline getirdi. Giderek daha fazla sayıda insan flört etmek, romans yaşamak ya da seks yapmak için bir Silikon Vadisi şirketine, su faturası öder gibi, her ay abonelik ücreti ödüyor. Herhalde hiçbir teknoloji (ve ideoloji) insan ilişkilerini gerçek bir "piyasa" haline getirip romansı bu kadar metalaştırmamıştı. Hızlı kapitalizm, her şeyin içini boşalttığı gibi ilişkilerin, aşkın, tutkunun da içini boşaltıyor. Artık Jane Eyre ya da Tiffany’de Kahvaltı romanlarında gördüğümüz cinsten tutkulu ve romantik aşklar yaşanmıyor (belki de sadece ben yaşamıyorumdur, üzgün surat). Belki biraz da bu sebepten ötürü insanlar Grinin Elli Tonu gibi dandik romanlara ve BDSM fantezilere yöneliyorlar. Bu yarı-gotik BDSM dünyası insanların romantik ilişkilerindeki sorunları çözme konusunda terapötik bir kişisel gelişim öğretisi işlevi görüyor (bkz. Hard-core Romance).

modern-zamanlarda-ask-799636-1.Tabii burada online dating uygulamaları ile toplum arasındaki menfaat çatışması da düşünmeye değer. Zira herkesin ruh eşiyle mutlu mesut yaşayarak aynı yastıkta kocadığı bir dünyada online dating ekonomisi durma noktasına gelecektir. Bu yüzden Match Group’un uzun vadeli ekonomik çıkarı bizim gerçekten kalıcı mutluluklar bulmamıza aracılık etmekte değil, anlık hazlar ve geçici birliktelikler ile sürekli yeni partner arayışına girmemizi sağlamak üzerine kuruludur.

Hasıl-ı kelam… Eski İstanbul’da hanımefendilerin beyefendilere olan ilgilerini yere mendil düşürerek gösterdiği zamanlardan geriye bize plastik ilişkilerin yaşandığı dijital, liberal ve algoritmik bir distopya kaldı. Reb Tevye’nin dediği gibi, hepimiz birer kemancı olduk; sevdiğimiz bir şarkıyı, (modernizm ile gelenekler arasındaki) dengemizi kaybedip damın tepesinden düşmeden çalmaya çalışan birer kemancı…