CHP üzerinde yapacağım değerlendirme, “bugünkünden daha geniş bir kesimin desteğini kazanacak bir açılım nasıl sağlanır” sorusuna eleştirel bir gözle bakmayı hedefliyor.

Bu tür bir arayış sadece bugüne değil, CHP’nin tarihsel birikimine de bakmayı gerektiriyor. Çünkü ne bugün karşı karşıya kaldığımız toplumu saran muhafazakârlık ve bundan beslenen siyasal davranış, ne de bu durum karşısında CHP’nin iktidarın uzağına düşmesi yeni durumlar.

Çok partili hayata geçiş sonrasında, merkez partisi kimliği ile CHP’nin çok kısa bir sürede içinde iktidarı muhafazakârlığa yaslanan Demokrat Parti’ye yitirdiğini biliyoruz. Askeri müdahale sonrası tekrar çok partili hayata geçildiğinde, bu kez benzer bir yenilginin Adalet Partisi karşısında yaşanışı da akıllarda. Kırsal kesimden olduğu kadar, büyük kentlere yığılan göçmen nüfusun da desteğini alan sağ partiler karşısında CHP’nin kimlik bunalımının 1960’ların ortasına kadar sürdüğünü de hatırlayalım.

Nasıl çıktı CHP bu krizden? Çok açık; yüzünü sola dönerek. Ortanın solu olarak başlayan dönüşüm, 1970’lere taşınarak, adım adım sola yöneldi. Ecevit çizgisiyle daha da belirginleşen bu arayış, CHP’nin kadrolarına katılan orta sınıf aydınların da etkisiyle, hem kentlerde, hem de kırda hedefine muhafazakâr toplum kesimlerini koydu. Kentlere yığılan göçmen nüfus, gecekondusu, işsizliği, kent yaşamından dışlanmışlığıyla, CHP’nin siyasal programının merkezine geldi. Benzer biçimde, tarım ve kırsal kesimin kendini yeniden üretmekte karşı karşıya kaldığı sorunlar etkili bir söylemle (kalkınma köylüden başlayacak) CHP’nin programında önemli yer tutmaya başladı.

1960’lı yılların ortalarından itibaren bu stratejinin muhafazakâr sayılan kentli-kırlı toplum kesimlerinde önemli karşılık bulduğunu biliyoruz. Kentlerde göçmen nüfusun adım adım CHP’ye yöneldiğini, 1973 yerel seçimlerinde CHP’yi başta büyük kentler olmak üzere, belediyelerin önemli bir bölümünde iktidara taşıdığını biliyoruz. Aynı süreçte CHP’nin, kırsal kesimde değişen siyasal davranışların da etkisiyle %42 düzeyinde bir oy oranını yakaladığı hatırlanacaktır. Kuşkusuz bu değişimi CHP tek başına başarmadı; daha solda TİP’in, büyük kentlerde gençliğin merkezinde olduğu sosyalist hareketlerin verdiği mücadelenin siyasal dengelerin sol lehine değişmesine önemli katkısı olduğu söz konusu dönemin tartışma götürmez gerçekleridir.

Bu çerçevede CHP’nin muhafazakârlaşma eğilimini kırıp toplumsal tabanını genişletmeyi başarmasında en azından dört temel konuda zamana yayılan bir strateji değişikliğinin etkili olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi, yukarıda da belirttiğimiz gibi, siyasal-ideolojik tercihler üzerine inşa edilen parti “projesinin” merkezden sola kaymasıdır. Bu değişim muhafazakârlığa yatkın kent ve kır yoksullarına, karşı karşıya oldukları sorun ve eşitsizlikler çerçevesinde seslenebilme olanağı yaratmıştır. İkincisi, parti kadrolarının yenilenmesine olanak sağlayacak bir açılımın sağlanması ve başta yerel yönetimler olmak üzere farklı alanlarda yeni siyasi kadroların siyasal alana giriş yapmasıdır. Üçüncüsü kentlerde yükselen siyasal mücadeleler ve bu mücadelelerin taşıyıcı gücü olan gençlikle dolaylı ve yer yer sorunlu da olsa bir ilişkinin kurulmasıdır. Dördüncü olarak, 1973 yerel seçimleri sonrasında CHP belediyelerinin parti programı ve söyleminin ötesine geçen projeleri uygulamaya sokarak, toplumsal tabanın CHP’ye yönelik beklentilerini ete kemiğe büründürebilmesidir.

Bugünden bakarak “ama bugün koşullar çok farklı” diyeceklere, o dönemin de kendi bağlamı içinde önemli zorluklarının olduğunu, örneğin CHP’li belediyelerin hemen her projesinin önüne muhafazakâr hükümetlerce sayısız güçlük çıkarıldığını, Milliyetçi Cephe Hükümetleri tarafından siyasal güç ve şiddetin 1970’li yıllarda da rutin biçimde kullanıldığını, patronaj ilişkilerinin sağ partiler elinde o zaman da yaygın bir oy devşirme aracı olduğunu hatırlatalım.

Üstelik, bugün AKP’ye oy veren geniş kitleleri de içine alan olumsuzluklar, dışlanma, kaynaklardan pay alamama durumunun geçmiştekinden çok daha dramatik boyutlara ulaştığı da bir gerçek. Bu nedenle CHP ve daha genel olarak solun içinde bulunulan koşulları, bir engel olarak değerlendirmek yerine, dönüştürücü siyasetinin toplumsal zemini olarak görmesi gerekiyor; tıpkı geçmişte olduğu gibi, projeleriyle, yeni kadrolar devşirip örgütünü güçlendirerek, belediyelerini projesinin taşıyıcı gücü haline getirip kendi dışındaki sol kesimlerle etkileşim kanalları açarak. Hepsinden önemlisi, siyasetin, toplumsalı veri olarak alması gerektiğini, ama asıl işinin toplumsalı dönüştürmek olduğunu unutmadan. “Nasıl” sorusunu düşünmeye devam edeceğiz.