Başkanlık rejimine geçildiğinde(ki fiili durum zaten öyledir), Türkiye Sağı’nın bütünlüğü resmen güvence altına alınmış olacak. Herhangi bir sol partinin parlamento üzerinden siyasete müdahalesi ise had safhada azalacak

Muhalefet. Hemen şimdi!

MURAT MÜFETTİŞOĞLU

De facto haller

Türkiye klasiği haline geldi: Gündemdeki bir mevzuya odaklanırken, ya filanca yerde canlı bomba patlıyor ya da falanca yerde uzun namlulu silahlarla katliam yapılıyor. Bu ülkede sivillere/masumlara yönelik terörün/şiddetin politik bir saati var ve her ne hikmetse tıkır tıkır işliyor. En insaflı, en kibar üslubumuzla şu kadarını söyleyelim: Memleketi yönetenler o saati durdurmayı beceremiyorlar; daha fazla insanın ölmemesi için çekip gitmeliler. Bunun için Sağ’ın dilini kullanmayan hakiki bir Sol muhalefete ihtiyaç var. Hemen, şimdi!

Sene 2004, kasvetli bir cumartesi evdeki üçlü koltukta kestirmeye çalışıyorum. Kapı çaldı. Oflayarak kalktım açtım. Yirmili yaşlarda iki genç gülümseyerek selam verdiler. Biri çantasından çıkardığı Türk Solu dergisini uzattı. Teşekkür edip okumadığımı söyledim. Öteki kibarca nedenini sordu. Derin bir nefes aldıktan sonra, “Arkadaşlar, Sol evrensel bir kavramdır; başına etnik takı takarsanız Sağ olur” dedim. Dönüp gittiler.

Sene 2016, aylardan Aralık. Milliyetçi ve ülkücü yayın organlarının gururla geçtikleri bir haber: CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ‘CHP Uşak’ta Üreticiye Sahip Çıkıyor’ çalıştayına katıldı. MHP’ye seslenen Kılıçdaroğlu, “Siz ne kadar milliyetçiyseniz biz de o kadar milliyetçiyiz. Siz ne kadar ülkücüyseniz biz de o kadar ülkücüyüz” dedi... BirGün’den Mustafa K. Erdemol yazdığı bir makaleyle haberi (özetle) şöyle yorumladı: “Kılıçdaroğlu’nun sözleri, sağın da, düzen içi solun da ortak söylemidir. Anladığım, Kılıçdaroğlu ile partisinin ‘milliyetçi, vatansever olmalarında’ MHP’nin ‘milliyetçiliğinin vatanseverliğinin’ ölçü alınmış olduğudur.” Değerli kalem Erdemol’a katılmakla kalmayıp naçizane ufacık bir katkı da sunmak isterim: Bana göre Kılıçdaroğlu’nun sözleri basiretsizlikten kaynaklanmıyorsa, politik açıdan tükenmişliğin göstergesidir.

Peki, tükenen şey komple bir iktidar zihniyeti olabilir mi? Eğer öyleyse, dokunanın yandığı bir ateşe odun olmak niye? Politik, diplomatik, ekonomik, etik, hatta elektrik; neresinden baksanız bitikler! Hal buyken, rejimi değiştirip başkanlık sistemini dayatmaları gayet “makul”. Malumunuz böyle hallerde sağ popülizmin taktiği bellidir: Kalan pulları etnik/dini kimliklere koyup kartları tekrar karmak. Ülkenin muhalif unsurlarıyla,yani sol-sosyalistlerle, sosyal demokratlarla, Alevilerle, Kürtlerle vb. çatışma zemini yaratıp oradan devam ederler. O da kesmezse “dış mihrak” hikâyesini devreye sokarlar. Teşbihte hata olmaz: Dağılmak üzere olan koyunlar, çobanlarının naralarını duyup çevresinde toplanıverirler. İnanın, bunun da bir sonu var.

Başkanlık rejimine geçildiğinde(ki fiili durum zaten öyledir), Türkiye Sağı’nın bütünlüğü resmen güvence altına alınmış olacak. Herhangi bir sol partinin parlamento üzerinden siyasete müdahalesi ise had safhada azalacak. Zira ortanın sağına meyilli bir “halkımız” var. Diyorlar ki; "gizli muhalif pozisyonundaki AKP'liler ve MHPliler üçüncü sağ partiyi kurarlarsa başkanlık oyunu bozulur." Mümkündür. Lakin kendisine sosyal demokrat titri veren ve ortanın solunda olduğunu iddia eden bir parti, Sağ’ın dilini ve taktiklerini kullanarak bu topa girerse(ki girip duruyor), yalnızca bacaklarını değil bütün uzuvlarını kırar. Ankara Büyükşehir’e MHPli Mansur Yavaş’ın ve Cumhurbaşkanlığı’na (eski) İslam İşbirliği Teşkilatı Başkanı Ekmeleddin İhsanoğlu’nun aday gösterilmesi, milletvekili seçimleri için sağdan transferler yapılması, ucunun HDP'li milletvekillerine dokunacağı gün gibi ortadayken dokunulmazlıkların kaldırılmasına destek verilmesi, iktidarın çağrısına uyarak Yenikapı Miting'ine teşrif edilmesi vs. taktiklerinin hiçbiri tutmadı. Tutmadıkları gibi, her hamle Sağ’ın sözde meşruiyetine hizmet etti. Bütün bunlar de facto haller; işin bir de kadim teorisi var.

muhalefet-hemen-simdi-231006-1.

Kadim teori
Beşeri bilimler söz konusu olduğunda insan ister istemez somut modellemelere ve pozitif örneklemelere ihtiyaç duyuyor. Üniversite yıllarında Engels’in Doğanın Diyalektiği’ni okuduktan sonra böyle bir alışkanlık geliştirmiştim. Profesyonel siyaset bilimcilerin ülkedeki fay hatlarından bahsedip durmaları boşuna değil. Kaldı ki Doğa ve Beşer aynı ontolojik bütüne ait olgular. İç yasalarıyla işleyiş mekanizmaları arasında benzerlikler olmasına şaşmamak lazım. (Kısaca) ‘diyalektik materyalizm’ dediğimiz bu kavrayışa göre madde durağan değildir. Atomik seviyedeki devinimleri gereği sürekli bir değişim ve dönüşüm halindedir; bu yanıyla da belli bir enerjiye tekabül eder. Söz gelimi, ülkemiz sınırları içerisinde iki büyük fay hattıyla yüzlerce küçük fay barınıyor. Büyük depremler, yerkabuğunda biriken deformasyon enerjisinin kritik anlarda açığa çıkarak fayları hareketlendirmesi sonucu oluşuyor.

Aralarındaki benzerlikler bir yana, Yaşam’ın kurucu bileşenleri olan Doğa ile Beşer arasında çok önemli bir fark da var: Beşeri irade tarihin fay hatlarını büyük oranda hareketlendirebilir; bunu da günlük yaşamın sıradan ilişkilerini örgütleyerek yapar. Örgütleme işini, sadece kendi çıkarlarını düşünen bir iktidar yaparsa, siyasal, sosyal ve kültürel seviye de dip yapar.
Bugün ülkece indiğimiz seviyenin düz hesap 67 yıllık geçmişi var. Yani 67 koca yılın karşılığı Sağ bir sürekliliğe tekabül ediyor. Fakat Sol’a da haksızlık etmemek gerekir. Sonuçta gayri meşru bir tarihin, biri öz(Sağ) diğeri üvey(Sol) iki evladından biri. İflah olmaz biçimde güce ve sömürüye endeklenmiş, bunun için aklı ve sağduyuyu devreden çıkararak yerine bencil duyguları ve muhafazakâr değerleri koymuş Sağ’ın işi Sol’a göre her zaman daha kolay. İkisi arasındaki (kadim) rekabette puanlar Sağ’ın hanesine yazılsa da oyun henüz bitmedi; yalnızca haddinden fazla uzadı. Eğri oturup doğru konuşalım: Oyunun uzamasının ve topun daha ziyade Sağ’da kalmasının nedenlerinden biri; merkeze yakın durmayı (adeta) misyon edinmiş ılımlı/düzen içi Sol’un sinik muhalefetidir. Merkeze uzak Sol’a gelince; Doğa’nın ve Beşer’in bütünlüğüne katkıdan başka misyonu yoktur. Ve her bilinçli solcu, sağ iktidarların yapıp etmelerinden bağımsız bir ‘sol varoluş’ olmadığını iyi bilir; zira Sağ’ın çoğu zaman kontrolsüzleşen müdahalelerini frenlemek temel görevlerindendir. Doğrusu Sağ da frenlenmeye içten içe ihtiyaç duyar. En azından demokratik parlamenter rejimlerde oyun bu şekilde kurulur.

İdeolojiler skalasında Sol’la Sağ’ın simetrik konumlanışları, söylem ve eylem bazında kurdukları antagonistik(çatışmalı) ilişkiden kaynaklanır. Skala demişken: İçerik ve algı açısından çoğunluğun olumladığı ve Aydınlanma bağlamında felsefi bir temeli olduğunu var saydığımız hümanizmi ele alalım. Onu da, sömürünün, eşitsizliğin, hukuksuzluğun, yabancılaşmanın, doğa ve insan tahribatının; yani, akla, vicdana, sağduyuya ve etiğe ters normların olmadığı noktaya koyalım. İyi diye bilinen ve fakat korunmasız her kavram gibi hümanizm de bazı sinsi ideolojiler tarafından kuşatılıp kullanılır. Söz gelimi, kapitalistler bayi toplantılarını ‘her şeyin insan için olduğu, insanın da her şeyin en iyisine layık olduğu’ yalanıyla açarlar. Hatırlarsanız, ‘yetmez ama evet’ sloganıyla iktidara destek veren (sosyal) liberaller de, sivil anayasa ve sivil toplum, bireysel hak ve özgürlükler, sosyal devlet vs. retorikleri üzerinden hümanizme “soldan” yaklaşmışlar, bir takım sol grupları peşlerine takmışlardı. Oysa politik hedefleri ta en başından belliydi: Kutsal piyasa ekonomisi için sözde “hukuki ve meşru” bir zemin yaratmak ve onu da sürdürülebilir kılmak. Dolayısıyla skalanın en samimiyetsizleri olarak –kapitalistlerle birlikte- sağın göbeğinde dururlar. Faşizm ve siyasal dine gelirsek; bu ikisinin her zaman en kanlı, en karanlık noktada durdukları malum. Peki, Sol muhalefeti temsil ettiğini iddia eden bir partiyi nereye koyacağız? Şu iki temel soruya verilecek cevaplar belirleyicidir: 1) Doğa’nın ve Beşer’in bütünlüğüne, insanların eşitliğine, özgürlüğüne, bilimsel eğitime ve hukukun evrenselliğine yönelik pratikleri nelerdir? 2) Bütün bunların aleyhinde politika üretenlerle, yani sağ iktidarla kurdukları ilişki çatışmalı mıdır, yoksa güdümlü müdür?

Önerimiz
Sol muhalefet, sağ iktidar(lar)la kurduğu çatışmalı ilişkiyle pekişir; kendini bulur. CHP’nin bilerek yahut bilmeyerek götürdüğü denge misyonu elini kolunu bağladığı gibi, kendisinden beklenen muhalefeti de imkansız kılmaktadır. Hal böyleyken, Genel Başkan'ın “ben de ülkücüyüm” demesi, kağıttan pramidin her defasında çökmesine neden olmaktadır. Önerimiz şudur: Dünyanın bütün “halklarının” gereksinimi olan toplumsal emeğe, barışa, dayanışmaya, kamusallığa, özgürlüğe, eşitliğe, evrensel hukuka ve adalete, laik ve seküler eğitime yeterince vurgu yaparsanız, ‘Cumhuriyet ile Parti’ sözcüklerinin arasına sıkıştırdığınız ‘Halk’ kavramı bizzat 'Halk'ın kendisi tarafından fark edilir; karşıtlarınızın dümen suyunda çırpınmanıza da gerek kalmaz.