Yakın dönemde Erdoğan liderliğinde AKP iktidarı geleceğini üç ayak üzerinde kurmayı hedefledi. Türkiye’nin rejimi, yönetim yapısı ve jeopolitik konumu açısından önemli sonuçları olan bu stratejisinin en önemli ve vazgeçilmez unsurunun başkanlık sistemi olduğunu biliyoruz.

Başkanlık sistemine eşlik edecek yönetim yapısına ilişkin öne çıkan modelin federalizm olduğunu da yakın zamanda yapılan değerlendirmelerden anlıyoruz. Kuşkusuz federalizm başkanlık sisteminin mantığına en uygun alternatif olarak öne çıkıyor. Dahası geçtiğimiz dönemde iktidar bu tür bir modeli Kürtlerin başkanlık sistemine desteğini kazanmak için de önemli bir koz olarak gördü.

Ancak genellikle atlanıyor; federalizm başkanlık sistemi ya da Kürtlerin geleceği açısından önemli olmanın ötesinde, iktidar kurgusunun üçüncü ayağı olan yeni-Osmanlıcılık açısından da yaşamsaldı. Öyle ya da böyle, topraksal genişlemeyi hedefleyen bir stratejinin kontrol ya da etki ettiği topraklarda, ulus devlet benzeri bir model ile çalışması mümkün değildir. O nedenle Osmanlı da, diğer genişlemeci imparatorluklar da federalizm ya da türevi bir takım yönetim modelleri aracılığıyla yerel üzerinde iktidar tesis edebilmiştir. Dahası, Osmanlı döneminde de, günümüz koşullarında da bu türden jeopolitik maceralarda başarı elde etmenin en önemli koşulu girdiğiniz topraklarda ittifaklar kuracağınız güçlü dostlarınızın olmasıdır.

Tam da bu noktadan, Kürt Siyasal Hareketi ile başlatılan çözüm süreci sadece başkanlık sistemi açısından değil, yeni-Osmanlıcı yayılmacılık açısından da önemliydi. Daha açık bir anlatımla, kendi topraklarında Kürtlerle sorun yaşarken, öyle ya da böyle aynı kesimin ve ittifak içinde olduğu diğer Kürt örgütlerinin ana askeri ve siyasi aktörlerden biri olduğu Irak ve Suriye’de yeni-Osmanlı stratejinin tutunabilmesi mümkün müydü? Mümkün olmadığını izleyen dönemde gördük.

Yeni-Osmanlıcılık Suriye’de olduğu kadar Irak’ta da hoş karşılanmadı. Çünkü üzerine emperyal düşler kurulan bu topraklarda, yeni-Osmanlıcı anlayışın ittifak kurabileceği güçlü dostları yok. Suriye’de Bayırbucak Türkmenleri ve kim oldukları şüpheli rejim muhalifleri, Irak’ta ise Barzani ile bu işlerin olmadığı geçtiğimiz günlerde açık hale geldi.

Kürt Hareketi bu tür bir senaryonun parçası olur muydu, çözüm sürecinde kapalı kapılar ardında ne sınırın bu tarafına ne de öbür taraflarına ilişkin neler konuşuldu bilmiyoruz. Çözüm süreci başarıya ulaşsaydı, bunun sınır ötesine yansımaları neler olurdu, artık bilmek mümkün değil.

Ancak bugün itibariyle görüyoruz ki; Güneydoğu kentlerinde yaşanan savaş durumu sadece federal (ya da öz-yönetim) beklentilerinin çöküşüne işaret etmiyor, aynı zamanda yeni-Osmanlıcılık arayışlarının da kazılan hendeklere saplanıp kaldığını gösteriyor.

İktidar, bu üç ayaklı stratejiden elinde tutmakta ısrar ettiği başkanlık sistemi ile vidaları büyük ölçüde gevşetilmiş ulus devlet iktidar geometrisine geri dönmüş bulunuyor. Şimdi bu geometrinin kaymış merkezine başkanlık sistemini oturtmayı deneyecekler.

Yukarıda başkanlık çalışması sürerken, aşağıda da ilginç gelişmeler yaşanıyor. Belediyelerin, Güneydoğu’dan başlayarak, ciddi bir yetki kaybı yaşayacakları anlaşılıyor. Büyükşehirlerde İl Özel İdareleri kapatıldı bile.

Bu durumda, valileri saymazsak, geriye ne kalıyor? Ne kaldığı ortada; muhtarlar! Anlaşılan o ki, muhtariyet beklentileri büyük olasılıkla muhtarlıkların güçlendirilmesi ile sonuçlanacak. Bunca muhtar toplantısı boşuna yapılmıyor. Başkan yerelle ilişkilerini doğrudan kuruyor. Daha açık bir ifadeyle; federaller yoksa, Başkanın adamları var!