Türkiye’de de piyasa ekonomisini doğal bir düzen olarak kabul etmeyenlerin, daha fazla rekabetin insanlığın sorunlarına çözüm olacağına aklı kesmeyenlerin; çağdaş-tutucu, bir bilen-cahil kalan ikilemleri arasında, adeta entelektüel bir cendereye sıkıştırılmaya çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz. Yapısal uyum programlarını, “piyasa toplumu” tasarımını, IMF hegemonyasını eleştirmenin egemen çevrelerde itibar kaybına yol açacağını sezmenin, medya erişimini zorlaştıracağını bilmenin kinikleri çöküyor kimi aydınların, akademisyenlerin politikacıların üzerine. Giderek neoliberalizm karşısında sükut, muteber solculuğun teminatı haline geliyor.

Bu satırları 2007’de İletişim Yayınları tarafından yayınlanan, “Neoliberalizmin gerçek 100’ü” kitabının önsözünde kaleme almışım. Aradan geçen sekiz yılda köprülerin altından çok sular aktı. Şimdi RTE ve avenesinin dile getirdiği egemen söyleme göre; küresel güçlere, paranın baronlarına, faiz ve döviz lobisine karşı direnen, dış mihrakların oyunlarını boşa çıkaran bir “Yeni Türkiye” tasarımı var. IMF’ye artık borç verir hale gelen, yeni köprüler, hava alanları, kanal İstanbul derken imar hamlesinde sınır tanımayan yükselen bir güç söz konusu.

Bu mesnetsiz tezlerin, hayasızca tezgâhlanan yolsuzlukların, hırsızlıkların üstünü örtmek için dolaşıma sokulduğunu biliyoruz. Ufku bina dikmekten, yandaş müteahhit zengin etmekten ileri gitmeyen bir büyüme modelinin artık sonuna gelindiğini de görüyoruz. Ne var ki, insanın canını acıtan bu iptidai anlayışın alternatifinin, hala giriş paragrafında resmedilen neoliberal modelde aranması.

El altından Ali Babacan-Mehmet Şimşek- Erdem Başçı üçlüsünün, “ekonomik aklı” temsil ettiği izlenimi yaratılmak isteniyor. “Yapısal reformlardan” taviz vermeyen, piyasalarla inatlaşmayan, uluslararası sermayeyle barışık bu “pırıl pırıl” ekibin kadrinin bilinmediği tezi pompalanıyor. Nitekim geçtiğimiz haftaki Beştepe buluşmasında Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın 130 sayfalık “ders gibi” sunuşu göklere çıkarıldı. Başçı, rakamlarla, grafiklerle, dünyadan sıcak istatistiklerle, “faizleri indirin” dayatmasının mesnetsizliğini ispat etmişti.

Doğru, serbest sermaye akışlarına dayalı bir ekonomik rejimde, sıcak parayı “kesen” bir faiz öneremezseniz, döviz kurları fren tutmaz. Öte yandan uluslararası sermayenin yüzünü dolara çevirdiği bir küresel konjonktürde, dövizi tav edecek ölçüde yüksek bir faiz, zaten mecalsiz büyümeyi zınk diye durdurur, yüzde 10’u geçen işsizliği daha da sıçratır.

Erdem Başçı’nın malum sunuşunun 24üncü sayfasında, “Piyasa faizlerini düşürmenin yolu” başlığı altında önerdiği ekonomik reçetenin köşe taşları şöyle sıralanıyor:
-İstikrar ve güven artırıcı adımlar,
-Mali disiplin (kamu borç yükünün hafifletilmesi),
-Fiyat istikrarına odaklı bir para politikası duruşu,
-Bu yolla enflasyon beklentileri ve enflasyon risk primi düşeceğinden piyasa faizleri kademeli olarak düşebilir.

Bu reçete tam da, Yunanistan’a emekçi halkı perişan eden “Troyka” zihniyetini temsil ediyor. Zaten bu politikalar yüzünden “avro bölgesi” bir türlü belini doğrultamıyor. Mali disiplini sağlayıp, kamu borç yükünü hafifletmek nasıl mümkün olacak? Tabii ki kamu çalışanlarının ve emeklilerin reel gelirleri aşağı çekilecek. Sağlık, eğitim, sosyal güvenlik harcamaları kısılacak. Pekala vergiler artırılarak da mali disiplin sağlanamaz mı? Teorik düzlemde mümkünse de, “istikrar ve güven artırıcı adımlar” ifadesi, uluslararası sermayeye mavi boncuk olarak yorumlanmalı. Kârlara, özellikle finansal kazançlara yönelik bir verginin dövize tavan yaptıracağı unutulmamalı.

Çözüm, egemen blok içerisindeki çatlaklara taraf olmakta değil, ekonomiyi “yüksek faiz, yüksek döviz” cenderesinden çıkaracak radikal alternatiflerde aranmalı. Neo-liberalizmi doğal bir düzen, sessizce kabullenilecek bir kader kabul edenlerden ne yazık ki bu refleks beklenmemeli.

Örnek mi? CHP’nin ekonomi politikalarından sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke. Düşünün ana muhalefet partisinin ekonomi sözcüsü, 2002’den beri ekonominin dümenindeki şahsiyet için, “Ali Babacan’ın adeta CHP’li olduğunu düşünüyorum” diyor. Üstelik Babacan’ın, “hukukun üstünlüğü, özgürlükler, eğitim, kadının iş gücüne katılımı” konusunda isabetli şeyler söylediğine ilişkin ham hayaller besliyor.

Naçizane görüşüm: Selin Hanım’ın bu “gerçekçi” söylemi seçim kazandırır; ama ne yazık ki CHP’ye değil, bir kez daha AKP’ye…