Yöneticilerin biz yönetilenlere biçtiği şu hayatta hangi meseleyi eşelesek aynı “musibetin” kokusu çıkıyor: İktidar!

“Nasıl anlatsam nerden başlasam?”

MURAT MÜFETTİŞOĞLU mmufettisoglu@gmail.com

‘Bodrum Bodrum’ MFÖ’nün en sevdiğim parçalarından biridir. Dışarıdan makul görünen, içiyse maraz dolu bir konu hakkında yazmaya başlamadan önce şarkının sözleri de kafamda dönmeye başlar: ‘Nasıl anlatsam, nerden başlasam?’ Böyle durumlarda meselenin köküne inmek çoğu zaman işe yarar.

Kuram
Yöneticilerin biz yönetilenlere biçtiği şu hayatta hangi meseleyi eşelesek aynı “musibetin” kokusu çıkıyor: İktidar! Arapça ‘kdr’ kökünden gelen ‘iktidar’ kavramının Türkçe karşılığı ‘güce sahip olmak’, İngilizce karşılığı ise ‘power’. İşin ilginç yanı, ‘iktidar partisi’ olarak kullanmaya kalkarsanız ‘ruling party’, yani ‘kuralı koyan parti’ demeniz gerekiyor. Öyle ya, güçlü olanın kuralları belirlediği; zayıfların da uymak zorunda kaldığı bir siyasal sistemin baskın öznesidir ‘iktidar’.

Doğada karşılığı olmayan, tamamen insan işi bir gerçeklikten söz ediyoruz. Aslan, ormanın kralı olduğunun bilincinde olmadan yaşar. Ona bu unvanı veren insan aklıdır. İhtiyacı kadar yer, içer, uyur, çiftleşir, tehlike karşısında savunmaya geçer ya da saldırır, kimi durumlarda da bir canlıyla simbiyotik ilişki kurar; timsahların dişlerini küçük kuşlara temizletmesi, onların da bu sayede karınlarını doyurmaları gibi. Doğada güçlü olan güçsüz olanın üzerinde sistematik baskı kurmaz, durduk yerde de saldırmaz. En vahşi hayvan da olsa, ihtiyacı olan besini aldıktan sonra çeker gider; taze eti soslasanız süsleseniz dönüp bakmaz. Besin zinciri, doğal seleksiyon, artık ne derseniz deyin, iktidar kavramıyla yakından uzaktan ilişkisi olmayan bu denge sayesinde ortak yaşam ve organik bütünlük sürer gider… Neolitik dönem sonrası ele geçirdikleri ‘artık ürünü’ ve yönetme gücünü kaybetmek istemeyenler tarafından peydahlanan ‘iktidar’ ise kökeni itibarıyla gayri meşru bir yapıdır; varlığını da kendinden güçsüz kıldıklarının varlığına borçludur. Uygulanan/dayatılan hâliyle modern siyasetin ‘iktidar-muhalefet’ karşıtlığı üzerine kurulu oluşu, ‘iktidarın meşruluğu’ sorununu aşmak için yetmez.

Peki, ‘meşruluktan’ ne anlıyoruz? Sözlük karşılığı aynen şöyle: Yasa, din ve kamu vicdanına göre ‘doğru olma’ hâli. Yasaların, iktidar(lar) tarafından değiştirildiğini, muhtelif yerlerinden delindiğini, arkalarından dolanıldığını ya da hepten hiçe sayıldığını dikkate alırsak, meşru kavramının ‘yasa’ ayağının o kadar da güvenli olmadığını kabul etmemiz gerekir. Din ayağına bakalım: Resmi kayıtlara göre memleketin %98’i Müslüman, onların da %70’i Sünni, kalanı ağırlıklı olarak Hıristiyan ve Musevi. Aynı istatistikler yaklaşık 800 kişinin Hindu olduğunu söylüyor. Arada irili ufaklı başka inanç grupları da var. Herhangi bir dini inancı olmayanların oranı % 0,9, dinin gerekli olmadığını düşününlerin oranı ise % 2,3. Yani milyonlarca insanın dinle bağlantısı bulunmuyor. Gelelim ‘kamu vicdanı’ ayağına ki, kanımca en kritik olanıdır. Yalnız ‘kamu’ ve ‘vicdan’ kavramlarını ayrı ayrı temellendiremezsek ‘kamusal vicdan’ meselesini kavramamız güçleşir. Etimolojik açıdan ‘kamu’ sözcüğünün kökleri Orta Asya dillerine kadar uzanıyor. Söz gelimi Moğolca’da ‘toplamak, yığmak’ anlamlarına geliyor. ‘Kamu’nun ‘halk’a karşılık gelmesinin esprisi de zaten bu ‘toplamak’ ve ‘yığmak’ fillerinde yatıyor. Bir önceki yazımda da değinmiştim: Sol terminolojiye göre ‘halk’(sağ terminolojiye göre ‘millet’), bünyesinde bir takım ortak özellikler barındırsa da, gerçekte değişken ve devingen topluluklardır; dolayısıyla, yerlilik, millilik, teklik vesair kıstasları üzerinden somutlanmaya çalışılmasının amacı başkadır: beşerin kontrolünün kolaylaştırılması. Bu da tek bir duruma hizmet eder: mevcut iktidarın devamlılığının sağlanması. (Tam tersi durumun, yani iktidarsız/merkezsiz yönetişim modellerinin doğrudan demokrasi zemininde ‘gönüllü beraberliklere’ ve ‘adil paylaşımlara’ dayandığı tespitini yapmakta fayda var). Ve vicdan: Toplumdaki mutlak ve tümden çözülmeleri frenleyen; mistizmin başka materyalizmin başka çözümlediği; kutsal metinlerinse ‘merhamet’ kavramıyla ikame ederek net şekilde bastırdığı; bütün bunlara rağmen “ontolojik gizemini” koruyan kilit kavramlardan biridir. Özellikle Doğu kültürlerinde (modern) aklın dolduramadığı boşlukları doldurur. Zira hayatın yeterince zahmetli olduğu kültürler kendi kolaylıklarını da bir tür “özür bonusu” gibi sunarlar; inanmak, inanmamak bize kalmış. Kim bilir, belki de bilmediğimiz bir ‘çoklu simbiyoz’ içten içe kendini var etmenin çabasındadır; el verip vermemek, o da bize kalmış. Lakin, olup bitenleri kendi akışına bıraktığınızda ‘vicdan’ kavramıyla Doğu kültürleri arasındaki “kendiliğinden” ilişki vicdanın da içinin boşalmasına neden oluyor. Yönetme gücünü elinde tutan kişi ya da grup topa giriyor ve kavramdan geriye kalan kabuğu kendi çıkarlarıyla dolduruveriyor: ‘Kamusal vicdanın’ eğilip bükülebilen yapısına yaslanarak tek taraflı yasalar ve kanun hükmünde kararnameler çıkarabiliyor; devletin kurucu değerleriyle oyanayabiliyor ya da devleti yeniden yapılandırabiliyor; kaldırılan ölüm cezasını geri getirebiliyor vs.

Durum
Meşruiyetini ve otoritesini sokaktaki ‘ikinin birine’ dayandıran bir iktidar tarafından “yönetiliyoruz”. Birlikte yola çıkmalarından 14 yıl sonra (eski) ortaklarının darbe girişimine maruz kaldılar. Neyse ki girişim başarısızlıkla sonuçlandı. Gelgelelim siyasal iktidar yanlışta ısrar ediyor: Malum kötücül girişimden sonra ‘çoğunluk diktatoryasından’ ‘herkes için demokrasiye’ geçecekleri ve toplumsal uzlaşıyı sağlayacakları yerde, otoritenin dozunu artırma emareleri veriyor. Parlamentodaki ve toplumdaki “azınlıkları” dışlayarak sadece ana muhalefetle verilen resimlerden ve düzenlenen mitinglerden çok daha fazlasını gerektiren bir sürece vurgu yapmak da, her zamanki gibi biz ‘devrimci demokratlara’ düşüyor.

“Nasıl anlatmalı, nerden başlamalı” meselesini çözdük çözmesine, lâkin asıl mesele başka: Hangi aparatını tutsak elimizde kalan bir iktidar mekaniğiyle mücadele etmek durumundayız. İktidarın falsosuz bir hamlesi neredeyse yok gibi. Vakti zamanında (eski) ortaklarına alan açmalarıysa en büyük falsolarından biri. Hâl böyleyken, kurduğumuz her cümle otomatikman meşru muhalefetin alanına oturuyor ve fakat yetmiyor; muhalifleri de kuşatan politika matrisinin kendisinde marazlar var. Bunu kanıtlamak aslında çok kolay: Siyasetin en temel kuralı; yetkinin beraberinde sorumluluğu da getirmesidir. İktidar olarak yetki kullanımlarında falsolar yaparsanız (normal şartlarda) bedelini ödersiniz. Muhalefetin uyarılarını dikkate almaz, yanlış yapmakta ısrar ederseniz; devretmeniz gerektiğinde bile iktidar koltuğuna yapışırsanız; bunlara rağmen bedel ödemez, üstüne üstlük ana muhalefeti de peşinize takmayı başarırsanız akıllara şu soru gelir: Fıtratı gereği meşru olmayan bir yapının(iktidar) yönettiği ‘temsili demokrasi’ yeterince temsili midir?

‘Bodrum Bodrum’un sözleri “Duygu, biraz duygu/Biraz deniz, biraz uyku/Bütün istediğim buydu” diye devam eder. Sarı, sıcak bir mevsimde insan başka ne ister! Gelin görün ki, kimlerle ve nelerle uğraşıyoruz.