RTE Galler’in Newport kentinde düzenlenen, NATO Zirvesi’nden ağzı kulaklarında döndü. Yandaş basın, “Gülen Yolda” benzeri başlıklarla “paralel yapı” konusunda ABD ile anlaşıldığını müjdelese de, bu konuda hiçbir somut adım atılamadığı ve atılamayacağı pek açık

RTE Galler’in Newport kentinde düzenlenen, NATO Zirvesi’nden ağzı kulaklarında döndü. Yandaş basın, “Gülen Yolda” benzeri başlıklarla “paralel yapı” konusunda ABD ile anlaşıldığını müjdelese de, bu konuda hiçbir somut adım atılamadığı ve atılamayacağı pek açık. CIA’in ve Pentagon’un bilgisi dışında, desteği bulunmaksızın, belki daha da önemlisi bir misyon yüklenmeksizin Pensilvanya’dan “paralel faaliyetler” sürdürebileceğine inanmak için herhalde fazlaca safdil olmak gerekiyor. Kendi beyanından da anlaşılıyor ki, Obama “bilgi belgeleri gönderin bir bakalım” diyerek topu taca atmış.

Çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı, NATO devlet ve hükümet başkanlarından reklamı yapıldığı gibi hüsn-ü kabul görmese de, açıkçası itibarsızlaştırıldığına ilişkin bir belirti de hissedilmiyor. Bir hatırlayalım Washington ve Brüksel’in Putin’e yönelik eleştirilerini : muhaliflerine baskı uyguluyor; insan haklarını, basın özgürlüğünü, demokrasiyi hiçe sayıyor; adil ve bağımsız yargıyı ortadan kaldırıyor… Şu cürümlerin hangisi eksik RTE’de! Zaten savaş örgütü NATO ve benzeri zeminlerin bir “maskeli baloyu” andırdığının, emperyalizmin çıkarları, para ve güç ilişkilerinden başka bir değerin esamesinin okunmadığının, demokrasi ve insan haklarına ilişkin çifte standartların farkındaydık. Sadece bildiklerimiz Newport’ta bir kez daha teyid edildi, o kadar.

RTE dönüş yolunda medya mensuplarına yaptığı açıklamalarda, Obama’ya atfen, “Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) verilen insani yardımlar noktasındaki destekle bize şükranlarını ifade ettiler” diye böbürleniyor. Bir orduya insani yardım yapmak garabeti bir yana, aslında Ortadoğu’da yaşanan trajedi konusunda kendinin ve taze Başbakan Davudoğlu’nun vebalini bir kez daha itiraf etmiş oluyor. Wall Street Journal 5-7 Eylül tarihli sayısında Türkiye’nin güney sınırlarının nasıl kevgire döndüğünü bir haritayla belgeliyor. Kilis’in doğusundaki sınır bölgesi tamamen İŞİD’in kontrolündeyken, sadece Öncüpınar ve Cilvegözü sınır kapıları ÖSO’nun elindeymiş. İnsani yardım kılıfında, TIR’larla sınır kapılarını eline kolunu sallayarak geçen silah ve mühimmatlar şimdi IŞİD’in cephaneliğinde. Zaten o silahları tutan militanların çoğu da İslam Devleti’ne intisap ettiler. Yıllardar TSK’nin asli görevlerine dönmesi gerektiğini, ülkenin sınırlarını korumakla yetinmesini söyledik durduk. Anlaşılıyor ki şimdiki Genelkurmay’ın öyle bir derdi bile yok…

NATO zirvesinden, IŞİD bahanesiyle Rusya’ya da kılıç şakırdatmak anlamına gelen “yeni bir öncü güç” kararı ve silahlanma harcamalarının artırılması yönünde bir uzlaşma çıktı. NATO, üye ülkelerin GSMH’lerinin %2’sini savunma bütçesine ayırmalarını öngörüyor. İlk bakışta ABD’nin (%4.4), Britanya’nın (%2.4) Yunanistan’ın (%2.3) ve Estonya’nın (%2.0) ile bu oranı geçtikleri söylenebilir. Türkiye ise %1.8’le yedinci sırada bulunuyor. Yıllık savaş harcamaları en yakın iki rakibi Çin ve Rusya toplamının üç katını aşan ABD bunu NATO üyeliğine sadakatinin bir nişanesi olarak değil, dünya hegemonyasını elinde tutmanın bir gereği olarak yapıyor. Dünyada silahlanma yarışının hızlanması, en büyük silah sanayine sahip ABD’nin Askeri Sanayi Kompleksi’ni harekete geçiriyor; hem Pentagon’a, hem de başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerine silah ve mühimmat satışlarını hızlandırıyor. Silah lobilerinin ellerini ovuşturmasını sağlıyor.

Sovyetler Birliği’nin dağılması, I. Soğuk Savaş’ın bitimiyle birlikte dünya silah harcamaları göreceli olarak gerilemeye başlamıştı. Derken 2007’de tetiklenen küresel krizle birlikte, “kapitalist küreselleşmenin” insanlığın dertlerine çare olabileceği, “tarihin sonunun” gelip çattığına ilişkin iyimserlik kayboldu.

BRICS ülkeleri tabir edilen Brezilya, Rusya, Çin, Hindistan başta olmak üzere Güney ülkelerinin “kolektif emperyalizm” diye adlandırabileceğimiz ABD-AB-Japonya ekseninden geçici de olsa kendilerini ayrıştırmaları, en azından küresel krizi daha yumuşak geçiştirmeleri, Amerikan hegemonyasını tartışılır hale getirdi.

Küreselleşmenin ekonomik mekanizmalarının artık yeterince çıkarına işlemediğini gören ABD Soğuk Savaş’ı dirilterek, askeri üstünlüğünün öne çıkacağı bir yönelime girdi. İlk hamlesini, askeri ağırlığını Pasifik’e kaydırarak Çin’i kuşatma stratejisiyle gerçekleştirdi. Yeni stratejinin ekonomik ayağında ise, askeri müttefikler arası ticaret ve yatırım ortaklıkları yoluyla Çin’i yalnızlaştırma girişimi bulunuyordu.

Bugünkü Rusya, ABD’nin sekizde biri büyüklüğündeki ekonomisi, yedide biri savunma bütçesiyle Sovyetler Birliği’nin I. Soğuk Savaş’taki iddialarının çok uzağında. Nostaljik esintilerin ötesinde bütünlüklü bir ideolojisinden söz edilememesi, teknolojik atılımları yakalayamaması nedeniyle de, Moskova’nın tek başına bir küresel iddiası bulunmuyor. Ne var ki, diplomatik tecrübesiyle yaptığı bir hamleyle Suriye’ye askeri müdahaleyi önlediği gibi, İran’dan Irak’a, hatta Mısır’dan Suudi Arabistan’a kadar Ortadoğu’da ciddi bir kaldıraç sahibi oldu.

Her ne kadar yolsuzluklara bulaşmış da olsa, Ukrayna’nın seçilmiş Başkanı Yanukoviç’in Batı kaynaklı bir darbeyle yıkılması, cephenin Doğu Avrupa’ya kaydırılması, Rusya’nın haddinin bildirilmesi anlamında, kritik bir dönemeç sayılabilir. Zamanında Gorbaçov ile varılan uzlaşmanın aksine, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Baltık ülkeleri derken, NATO’nun Ukrayna üzerinden Rusya’nın sınırlarına dayanması, hatta ezelden beri tarafsız Finlandiya-İsveç’e kanca takması bir anlamda II. Soğuk Savaş’ın ilanı anlamına geliyor.

AB’nin Rusya’ya uyguladığı ekonomik yaptırımlar, DTÖ kurallarının çiğnenmesi; jeostratejik hedefler uğruna, onca reklamı yapılan ekonomik küreselleşmenin askıya alınması diye de okunabilir. Ukrayna operasyonlarının ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland tarafından yürütülmesi, “neocon” parmağı iddialarını güçlendiriyor, dolayısıyla endişeleri artırıyor. Bu arada Çin ile Rusya arasında imzalanan doğalgaz işbirliği anlaşması ise, kuşatılan ülkelerin tahmin edilebilecek bir refleksle birbirine yanaşabileceğinin, yeni bir blokun tetiklenebileceğinin alameti sayılabilir.

Unutmayalım neoconların manifestosunun başlığı Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’ydi. 21. yüzyıla daha yeni adım attığımız düşünülürse, korkulur ki emperyalizmin heybesinde yeni melanetler bulunuyor…