Lenin, “Ne Yapmalı?” adlı önemli eserinde 1917’ye uzanan yolda taşları döşeyecek parti ve örgüt anlayışını ortaya koydu. Sonucu biliyoruz, hepimize hala onur ve ilham veren Büyük Ekim Devrimi.

Şimdilik ülkemizde ne yazık ki devrime değil, açık bir faşizme doğru giden bir süreç yaşanıyor. Bu gidişata direnebilmek için tabii ki örgütlenmek, mücadele etmek zorundayız. “Ne yapmalı?” sorusu her zamanki gibi bugün de yaşamsal bir önemde. Ama isterseniz bu yazıda meramımızı “Ne Yapmamalı?” teması üzerinden anlatmaya çalışalım.

1) Anayasa topuna girmemeli. 12 Eylül 2010’daki gibi tuzağa düşüp, AKP rejiminin yardakçılığına sürüklenmemeli. Emek ve demokrasi güçleri açısından yeni bir anayasa talebi ancak toplumsal dengeler lehine geliştiği dönemlerde anlam taşır. Örneğin, Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez toplumsal desteği arttıkça Bolivar Devrimi’nin kazanımlarını bir dizi anayasal değişiklikle perçinledi. Bugün Türkiye’de anayasa tartışmasının toplumun ihtiyacı açısından değil, sadece ve sadece RTE’nin fiili başkanlık sistemine resmiyet kazandırma amacından kaynaklandığını tekrarlamaktan bıkmamalı.

2) Bülent Arınç, Hüseyin Çelik benzeri AKP’nin icraatlarında vebal sahibi, en az RTE kadar gerici ve mezhepçi figürlerden medet ummamalı. Bunların zeminin altlarından kaydığını hissetmeleriyle yükselen feveranları, olsa olsa AKP rejimini teşhir etmek için malzeme sunabilir. Ama gerçek muhalefet ancak AKP rejiminden yaşamı ve çıkarı zarar gören, Haziran İsyanı’nın öznesi olan kitlelerle yükselir.

3) Mücadelenin eksenine AKP rejimini ve bizzat diktatörlük heveslisini koymak hedefinden şaşmamalı. Aksi takdirde sol liberaller gibi sonunda masum AKP’yi de teslim alan soyut bir devlete saydırmak veya bir takım ulusalcılar gibi artık kendilerinin olmayan yine soyut bir devlete sahip çıkmak arasında bocalamak tehlikesi var.

4) Fethullah Cemaati’ni mağdur ve masum bir topluluk, dolayısıyla müttefik kabul etmemeli. Bir kısım “yetmez ama evetçiler “ gibi devletteki islami kadrolaşmanın bir numaralı öznesi, kumpas davalarının tasarlayıcısı bir hareketi aklamamalı. Öte yandan bu kesime dahi yönelecek hukuksuzluklara ortak olmamalı.

5) Suriye’de süren savaşın özünü unutmamalı. Esad’ın veya Putin’in sicilini, Türkiye’de artık esamesi bile okunmayan Kophenhag Kriterleri terazisinde tartmak boşboğazlığına düşmemeli. Savaşın laik ve modernistler ile arkasında ABD emperyalizmi ve Körfez monarşileri ile Türkiye’nin bulunduğu cihatçılar arasında yaşandığını görmezden gelmemeli.

6) Kürt bölgelerinde yaşanan çatışmanın onaylamadığımız pratiklerinden yola çıkarak, “demokratik özerkliğin” ilanının bize yabancı olmayan, pekâlâ sahip çıkabileceğimiz bir model olduğunu göz ardı etmemeli. Bu ülkenin yurttaşları sıfatıyla, öncelikle, sonuncusu Cizre’de yaşanan devletin insan hakları, hatta savaş hukukuna aykırı uygulamalarını teşhir yoluna gitmeli. Batı’da Kürtlere yönelik saldırı ve aşağılamaların, “Bir arada yaşamı savunmak” misyonu altında doğrudan muhatabı olduğumuzu hatırlamalı.

7) Laiklik, Bilim ve Aydınlanma’nın bugün en fazla sahip çıkılacak değerler olduğu konusunda bir an bile tereddüt göstermemeli. Muhafazakâr kitlelere şirin görünmek hüsnükuruntusuna kapılıp, gerici uygulamaları “makul” bulan zihniyetten uzak durmalı. Hem toplumun, hem çocuklarımızın geleceğini ilgilendiren laik ve bilimsel eğitim çağrısını yinelemekten bıkmamalı.

8) Toplutaşım ücretlerine, elektrik, su, doğalgaza yapılan zamlara karşı tepkiyi örgütlenmeyi küçümsememeli. Sonunda iktidarı sallamanın daha büyük ekonomik sarsıntılara bağlı olduğunu bilsek de, ekonomik talepler etrafında bugünden oluşacak mikro tepkilerin yarının isyanlarının nüvesini oluşturabileceğini ıskalamamalı.

9) Joe Biden; Angela Merkel gibi emperyalizmin has temsilcilerinde demokratik duyarlılıklar tevehhüm etmemeli. Bizler enternasyonalist sorumluluklarımızı bir an bile ihmal etmesek de, Yunan Başbakanı Cipras’ın, Erdoğan’ın korumaları deplasmanda bile saldırganlıklarını sürdürene kadar Ekvador Devlet Başkanı Correa’nın bile RTE’yi “devletlerinin ali çıkarları” bağlamında bağrına bastığını es geçmemeli. Öncelikle kendi gücümüze güvenmeli, Türkiye’de anti-faşist güçlerin en geniş birlikteliğine bel bağlamalı.

10) Asla ve asla umutsuzluğa, karamsarlığa, yılgınlığa kapılmamalı. Haziran Direnişi’nin bize bir kez daha öğrettiği gibi bu ülkede onurlu, özverili, kararlı insanların bulunduğunu akıldan çıkarmamalı, toplumsal parlamaların yeri ve zamanının kolay kestirilemeyeceğinden hareketle enseyi karartmamalı…

Not: Bir Fenerbahçeli olarak sevgili Enver Aysever’e ve sevgili Selçuk Candansayar’a teşekkürler, bana söz bırakmamışlar…