NEW YORK- Hayır hayır, memleketin eğitim sorunları beni New York'a kaçırmadı, Eğitim Sen'e yönelik davaya isyan edip kıta da değiştirmedim. Dostları görmek için bir gezideyim...

NEW YORK- Hayır hayır, memleketin eğitim sorunları beni New York'a kaçırmadı, Eğitim Sen'e yönelik davaya isyan edip kıta da değiştirmedim. Dostları görmek için bir gezideyim...

Bu nedenle eğitim gündemine ara verip sizi biraz uzaklara götüreyim. Öncelikle şunu söylemeliyim, ''Nasıl başlarsa öyle gider'' sözünün bir yalancı tarafından söylenmiş olduğuna eminim. En azından öyle olmasını diliyorum. Çünkü sorunsuz bir yolculuk değildi. New York'a gelişimizde, her zamanki şaşkınlığımı kıtalararası da çalıştırarak, uçakta bize dağıtılan formdaki soruların bazılarını yanıtlamayı unutmuşum. Bu unutma, çeşitli ülkelerden çıkıp saatler süren uçak yolculuklarından sonra New York'a giriş yapmaya çalışan yüzlerce insanın havaalanında bir süre daha beklemesine neden oldu. Formun eksik kısımlarını nasıl dolduracağımı anlamaya çalışırken herkes bana bakıyordu, hem de gergin gergin. Anlayacağınız uluslararası bir hoşgörüsüzlük vardı, sıradaki bazı terbiyesizlerden homurtular bile yükseldi. O an bir kez daha anladım, dünya barışı dediğimiz olayın gerçekleşmesi pek mümkün değil. Aslında bu hatada giriş yapmaya çalıştığımız devletin de kusuru yok değildi. Küçük çaplı form krizinin beni karşılayacak olan New York Eğitim Bakanlığı yetkililerinin devreye girmesiyle çözüleceğini boş yere umdum. Çözemediler, çünkü gelmemişlerdi bile! Yani, buradaki eğitim bakanlığının da kusursuz çalıştığı söylenemez. Form işi ancak, şaşkınların işlerini çabuk halletmeleri için ortalıkta dolaşan görevlilerin yardımıyla hallolabildi.

***

Havaalanında fiyasko yaşansa da, Birgün'de yaptıklarımızın en azından New York caddelerinde yürüyenler tarafından takdir edildiğine tanık olmam uzun sürmedi. Gelişimin ikinci gününde, Broadway'de Times Square Meydanı'nda yürürken, çevredeki insanlar yine bana bakmaya başladılar. Ama havaalanındaki kızgınlıklar uçup gitmişti bu kez. Hafif gülümseyerek, beni orada görmekten şaşkınlığa düşmüş şekilde bakıyorlardı. O kadar olur tabii... Ne bilsinler New York'a geleceğimi... Hemen hepsi fotoğraf makinelerine sarıldı. Karşısında belki yüz kişilik fotoğraf çeken bir grup olunca insan biraz tuhaf oluyor. Kimi politikacıların bir şey söylemeden bitirdiği basın toplantılarının ardından, gazetecilerin sorularına verdikleri anlamsız yanıtların nedeninin, art arda patlayan flaşlar olabileceğini düşündüm o an. Sonra bir grup gelip yanımda da fotoğraf çekmeye başladı. Fakat beni ıskalayıp arkamdaki bir şeyleri çekmeye başladıklarını görünce ben de döndüm: Cadedede çıplak bir kovboy vardı. Evet, Times Square Meydanı'nda, binlerce insanın geçtiği caddenin ortasında, arabaların geçişine engel olmayacak bir şekilde duruyordu, kovboy. Üzerinde sadece donu vardı. Tabii şapkasını ve süslü çizmelerini unutmamak gerek. Uzun saçlı kovboy elinde giter şarkı söylüyordu. Donunun üzerinde de ''naked cowboy-(çıplak kovboy)'' yazıyordu. Karşımda gerçek bir kovboy vardı! ABD sinema endüstrisinin bir balonu daha böylece patlıyordu. Western filmlerinde bize giyinik adamları kovboy diye yıllarca yutturanlar, çıplak kovboydan çok daha fazla utanmalıydılar. Bu gerçeği Türkiye'ye duyurmak da New York'taki ikinci günümde bana kaldı.

Kovboyun yanındaki trafik polisi, sakin sakin işini yapıyordu. O zaman anladım ki New Yorklular kovboyu tanıyor, fotoğraf çekip şaşkınlıkla bakanlar benim gibi turistler. Dona kalmış izlediğim donlu çıplak kovboy, gitarıyla barış şarkıları çalıyordu. Barışı savunmak da hep baldırıçıplaklara düşerdi zaten. Nedense kovboyun derdimi anlatacağım karakterde biri olduğu hissine kapıldım. Yanına gidip AKP'nin kaçak Kuran kurslarını desteklediğini, eğitimi özelleştirmeye çabaladığını, görülmemiş bir kadrolaşmaya imza attığını filan anlattım. Adam şarkı söylemeyi bırakmadığı gibi, bana deli muamelesi yapan bir bakış fırlatınca, en azından bir New Yorklu tarafından keşfedilme umudum da hüsranla sonuçlandı. Şimdilik... Biraz daha buralardayım, belli olmaz.