Gelişim ve değişimin her evresinde olduğu gibi yerleşik düzene geçişin de olabilmesi için nicel birikimler tamamlanmalıdır. Bu nicel birikimler nitel dönüşüme yol açacak düzeye erişmeden nitel dönüşüm olamaz.

Nicel birikimlerin nitel dönüşümü mekanizmasının Göbeklitepe’deki yansımaları

Oktay Kaynak

Göbeklitepe’de yaşayan insanların kafatası hacimleri ortalama ne kadardı?

Çok ayrıntıya girmeden insanın türleşme sürecini kısaca özetlersek, 6-7 milyon yıl önce radikal bir şekilde değişen ekolojik çevre, beslenme ve barınma koşulları bir primatı iki ayaklı olmaya zorladı. Yer değişimini iki ayak üstünde yapmak zorunda kalan bu canlının gövdesi de dikleşmek zorunda kaldı. Gövde dikleşmesinin belirli bir düşeyliğe ulaşmasından sonra ana rahmindeki embriyo-fetüs 180° takla atarak döndü. Bu dönmedir ki iki ayak üstünde yürümek zorunda kalarak modern insana doğru değişmeye ve dönüşmeye başlayan bu canlının kafatası büyümesini tetikledi. Bulunan australopithecus, homo habilis, homo erectus… homo neanderthalensis fosillerinin kafatası hacimleri incelendiğinde, yaklaşık 2 milyon yıl öncesine rastlayan bir dönemde kafatasının büyümeye başladığı görülür. 350-450-550-650-750cc… günümüzden 400.000 yıl önce 1500-1600 cc.lere ulaşıyor. Burada şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; Göbeklitepe’de 12.000 yıl önce bu yapıları yapanların kafatası hacimleri bizimkilerle aynıydı. Zaten orada bulunan 3 kafatası da bunu doğrulamaktadır.

Kafatası hacmi belirli bir nicel birikime ulaştığında(700-800cc), o güne dek dönem dönem ve geçici olarak kullandığı taş ve sopayı kendisine tekrar gerekli olabileceğini öngöremediği için kullandığı yerde bırakan bu canlı, beyin dokusunun nicel birikimi belirli bir düzeye ulaştıktan sonra bu taş ve sopanın çok işine yaradığını kavrayıp, yine ve her zaman lazım olabileceğini öngörüp, sürekli yanında bulundurmaya başladı. Bu süreç ve olgu, beyin dokusunun nicel birikimlerinin nitel sıçramalara (dönüşümlere) götürdüğünün kanıtıdır. Biz bu nicel birikimlerin nitel sıçramalar yaptığını doğada türleşmelerde görüyoruz; bir tür diğer bir türden ayrıldığında (allopatric) ya da bir türün içindeki belirli bir grubun beslenme sistemlerini, yaşam biçimlerini (sympatric) değiştirerek farklılaşmaya başladığında ve bu farklılaşma belirli bir nicel birikime ulaştığında nitel bir dönüşüme neden oluyor. Ayrılmış olan gruplar artık birbirleriyle çiftleşmiyor ve iki ayrı tür olarak biyolojik yolculuklarına devam ediyorlar.

Aynı nicel birikimlerin nitel değişimlere yol açma olgusunu, insan beyninde de izliyoruz. İnsan beyninin büyümesi tek başına akıllı canlı olmaya yetmiyor. O büyümüş ve kapasiteli beyin sayesinde bilgi biriktirdiği, bu bilgilerle teknoloji ürettiği, o teknolojiyle alet ve aygıt yaptığı için insan akıllı canlı olarak tanımlanıyor.

Bu nitel dönüşüm insan beyninde nasıl oluyor?

İnsan türünün en az 1-1,5 milyon yıldır aynı zihinsel kapasiteye sahip olduğunu düşünürsek aklımıza şu soru gelebilir: peki neden homo habilis değil de, homo erectus değil de, homo neanderthalensis değil de homo sapiens sapiens aya gitti, atomu parçaladı ve bugün yapay zeka üretmek üzere yola çıktı? Aynı nicel birikimlerin nitel sıçramalar (dönüşümler) yarattığını insan zihninde de izleyebiliriz. İnsan beynini biyolojik bir bilgi işlem cihazı olarak görebiliriz. Yani bilgi olmalı ki cihaz da bu bilgiyi işlesin! İnsansı ve insan türünün 25-50 kişilik kabileler halinde yaşadığını düşünürsek, o sopanın ve taşın en önce bir kabilenin içinde sürekli taşınmaya başladığını çok rahatlıkla söyleyebiliriz. O kabilenin içinde de küçük bir grubun bu işi başlattığını düşünebiliriz. Küçük grubun içinde de bir kişinin başlatmış olabileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü o güne dek biriktirilmiş bilgi, bir bireyin beyninde çözümleniyor, ilişkilendiriliyor, sentezleniyor ve yeni bir nitel sıçrama yapılıp ve yeni bir bilgi üretiliyor. Bu olguya ‘’akılsal çıkarım’’ diyoruz. İnsanlığın yazılı tarihinde de yeni bilgilerin tek tek bireylerin beyninde sentezlenip ortaya çıktığını görüyoruz. Günümüzde kolektif araştırma kurumları var. Yeni bilgiler kolektif olarak sentezlenip üretilebiliyor. Buna rağmen bazı bireylerin ismi öne çıkıyor. Çünkü sonuçta yeni bilginin sentezlendiği yer, insan beyni yani bir bireyin beyni. Nicel birikimler kolektif olarak biriktiriliyor ama bir insan beyninde çözümlenip, ilişkilendirilip yeni bir üst bilgi sentezleniyor. Örneğin; şempanzeler taşı ve sopayı dönem dönem geçici olarak kullanıyorlar. Ama ‘’bu bana gerekli olabilir’’ deyip sürekli yanlarında bulunduramıyorlar. Sürekli yanlarında bulundurmayı akıl edemedikleri gibi, o sopa ve taşı birbirine bağlayıp bir taş baltası üretmeyi de asla akıl edemiyorlar. Bunun nedeni beyin sığalarının (kapasitelerinin) sınırlı olmasıdır.

İnsana gelince; sopanın ve taşın sürekli bir silah olarak yanında bulundurulması, insanlığın aya gitmesi kadar önemli bir nitel bilgi sıçramasıdır. Hele ki milyon yıldır biri bir elinde, biri diğer elinde bulunan iki ayrı parçayı (taşı ve sopayı) ilişkilendirip, birbirine bağlayıp ilk taş baltayı (el baltası değil) üreten bireyin insanlık tarihine katkısı Einstein’in insanlık tarihine katkısından hiç de az değildir. Yine bir sopanın ucuna sivri bir çakmaktaşı yapıştırıp bağlayan o bireyin insanlığa katkısı Galileo Galilei’nin katkısından hiç de az değildir. Çünkü o güne dek insanlığın biriktirdiği bilgi birikimi olmasa, ne Galilei’nin ne Einstein’in ne de mızrağı ve baltayı ilk kez yapan bireylerin zihinlerinde bu nitel bilgi sıçramaları olamazdı. Yani nicel bilgi birikimleri oluşur, bu nicel olarak birikmiş bilgiler belirli bir doygunluğa ulaştığında, bir bireyin beyninde çözümlenir, ilişkilendirilir ve sentezlenip yeni bir bilgi sıçramasına ulaşır. Neden o bireyde değil bu bireyde olduğu konusu ayrı bir araştırma ve tartışma konusudur.

Göbeklitepe’ye gelirsek; o güne dek onların öncülleri tarafından biriktirilmiş nicel bilgi birikimleri olmasaydı, Göbeklitepe’yi yapanlar asla o taş işlemeciliğini yapamazlardı. Elbette şu ana dek bildiklerimiz doğrultusunda, orada ilk defa yapılan önemli sanat yapıları var. 400.000 yıl önce neandertallerin yaşadığı mağara duvarlarında sanat değeri olan figürler, av sahneleri hatta kaya kabartmalarının varlığını düşünürsek, Göbeklitepe hiç de şaşırtıcı olmamalıdır. Hatta günümüzden 14.000 yıl önce Fransa’da neandertallerin yaşadığı mağara içinde küçük bir kayaya yaslı, çamurdan yapılmış iki kabartma bizon heykeli bulunmuştur.

Göbeklitepe’de (ören yeri ve Şanlıurfa müzesi) sergilenen tahıl öğütme taşları var. Üstelik bunlar çok sert olan granitten üretilmiş. Graniti şekillendiren Göbeklitepe insanları, kireçtaşını çok daha kolay şekillendirmiş olmalı. David Chapman zaten kireçtaşından flat relief (alçak kabartma) üretilmesinin nasıl mümkün ve kolay olduğunu göstermek üzere yaptığı çalışmada (deneysel arkeoloji) 6 saaatte bir yaban domuzu rölyefi yaparak göstermiştir. Ayrıca 50-60 kişi birlikte çalışırlarsa, her Göbeklitepe ünitesini 6 ay ile 12 ay arasında bitirebileceklerini söylemiştir. Bu 50-60 kişinin bir kabile (klan) kişi sayısına denk geliyor olması önemlidir. Çünkü her Göbeklitepe yapısını ayrı bir kabilenin yaptığı düşünülmelidir.

Böyle bir sanat yapısı ancak ‘’ yüce ve ulu bir duygu ve dürtü tarafından yaptırılabilir’’ diye iddia edilmektedir. Bu insanların dilleri var ve konuşarak iletişim kurup organize olabiliyorlar. Son derece basit bir dil bile yeterli olur bu iş için. Günümüzde Amazon’daki yerlilerin yaşamlarını çok az kelimeyle sürdürdüklerini biliyoruz. Düşünün ki, kabilenizin içinde bazı erkekler var. Bu erkekler çok güzel avlanıyorlar, yabani hayvan saldırılarına karşı sizi koruyorlar, çocuklarınızı kartalın elinden ya da yırtıcılardan kurtardılar. Kabilenin varlığını sürdürmesi için son derece önemli, hayati ve kritik çözümler üretiyorlar. Bu erkeklerden biri ölüyor ve siz bütün kabileyle birlikte, onun cesedinin vahşi hayvanlar tarafından parçalandığını, hırpalandığını seyrediyorsunuz. Harran ovası yabani tahıl tarlalarının olduğu geniş bir düzlük, yani ölülerin vahşi hayvanlarca parçalanmasının görülmesi kaçınılmaz. Şempanzeler de bile klanın alfa erkeği var. Klan içi ve dışı sorunlara müdahale ediyor, klanı bir şekilde yönetiyor. İnsan kabilesinde böyle bir fonksiyonerlik (sorunlara çözüm üretme) hiyerarşisi neden olmasın? Göbeklitepe’deki kabilelerin içlerinde ‘’hayatımızı bu erkeğe ya da erkeklere borçluyuz, onun ya da onların sayesinde yırtıcılardan korunuyoruz, onun ya da onların sayesinde karnımız doyuyor, güvendeyiz’’ denilebilecek insanlar niye olmasın? İşte bu erkeklerden biri ya da birkaçının kendi analarının, babalarının, çocuklarının ölülerinin vahşi hayvanlarca örselenip, parçalandığını izlemiş olabileceklerini düşünürsek; kabilenin bilgelik derecesinde öncüsü olan bu erkeklerin kendi ölülerinin vahşi hayvanlar tarafından paramparça edilmesini istememiş olabileceklerini varsayabiliriz. Hatta bu bilgelik derecesinde kabilenin hayatını borçlu olduğu saygın önderlerin ölülerinin, vahşi hayvanlarca parçalanmasının kabilenin geri kalan üyeleri tarafından istenmeyeceği de düşünülmelidir.

İnsan ne zaman ve neden ölülerine farklı davranmaya başladı?

Nasıl beyin dokusu belirli bir nicel birikimini tamamladığında bir eline taş bir eline sopa alıp avına ve avcısına silah olarak kullandıysa, nasıl bilgi birikimi nicel birikimini tamamlayıp yüzbinlerce yıldır birini bir elinde diğerini öbür elinde taşıdığı ve asla ilişkilendiremediği sopayla taşı birbirine bağlamayı akıl ettiyse, bilgi birikimi ve zihinsel kapasitesi belirli bir düzeye geldiğinde ölülerine de farklı davranmaya başladı. İnsanın ölülerini akbabalara, sadece akbabalara yedirme gibi bir tercihi var. Bunun nedeni daha sonra belirli dinsel gruplar tarafından havayı, toprağı, suyu ve ateşi kirletmemek olarak açıklansa da, bu tercihin başlangıç nedeni ölülerinin yırtıcılar tarafından hırpalanmasını engellemek olarak düşünülebilir. O birbirine bağlı taş ve sopadır ki, insanlığın ilk teknolojik devrimi olarak kabul edilmelidir. Çünkü ilk defa iki ayrı materyal (parça) bir araya getirilip, yeni bir fonksiyonel alet (taş balta) üretilmiştir. Hele ki esnek bir ağaç parçasının iki ucunu bir deri şeritle birbirine bağlayan ve bunlara bir de oku ilave eden o birey belki de insanlığın ürettiği çok parçalı en sofistike aygıtların babasıdır. Bu alet binlerce parçadan oluşan uzay mekiğinin ve bilgisayarın atasıdır.

Bir zamanlar diğer bütün canlılarda olduğu gibi insansı ölüleri de öldüğü yerde kalıyordu. Daha sonra insanın ölülerine farklı davranmaya başladığını biliyoruz. Bu farklılığın başlangıcından beri insanda bir akbaba tercihi var. Büyük olasılıkla bunun nedeni; ölünün hırpalanmadan ve eziyet edilmeden bir şekilde ortadan kaldırılmasıdır. Bu akbaba tercihi hala sürmektedir. Himalaya’larda yaşayan bazı Budist gruplar ölülerini, Himalaya gibi yüksek bir yerde yaşamalarına rağmen daha yüksek bir yere çıkarıp orada akbabalara yedirtmektedirler. Arkeolojik kayıtlardan biliyoruz ki Bereketli Hilal’in kuzeyinde yaşayan kabileler ölülerini akbabalara yedirmişlerdir. Göbeklitepe sütunlarındaki vahşi hayvan kabartmalarından anlaşılacağı gibi insan kabileleriyle birlikte vahşi yırtıcılar aynı yaşam alanını paylaşıyorlardı. Ve bu kabileler ölülerine vahşi hayvanların ulaşamayacağı bir yapı dizayn etme ihtiyacı içine girdiler. Zaten Göbeklitepe yapılarından bu ihtiyaç anlaşılmaktadır. İlk yapılan yapıların girişleri, girilmesi zor bir labirent olarak yapılmıştır. Daha sonra bir insanın zor geçebileceği küçücük kapılar yapılmış, daha sonra da hiç kapı bırakılmamıştır. İki metre yüksekliğindeki çepeçevre bir duvarı olan ve kapısı olmayan bir yapı, girilmesi istenmeyen bir yapı demektir. Kendilerinin ağaç merdivenle duvarın üzerinden atlayıp daha sonra merdiveni içeri aldıkları düşünülmelidir. Klaus Schmidt yapılara girince ‘’sanki ölüler evine giriyorsunuz’’ demiştir. Klaus Schmidt’in eşi Çiğdem Köksal Schmidt ve arkadaşlarının birlikte yayınladıkları makalede‘’ yapıların üstü adeta bir mezar gibi kapatılmıştır’’ (1) denmektedir.

Çatalhöyük’te bulunan bir duvar resminde ahşaptan yapılmış iki yüksek kule var. Bu kulelerin birinin üzerinde bir kafatası diğerinde ise kafatası olmayan bir iskelet yatmaktadır. Ben bu duvar resmini aynen Göbeklitepe yapılarındaki iki ana sütunu açıklamaya çalıştığım gibi, kulenin birisi ölümü diğeri ise doğumu sembolize ediyor diye açıklıyorum. Çatalhöyük evlerinin zeminlerine gömülü ölülerin, etleri akbabalara yedirilmiş, ayıklanmış iskeletler olduğu söylenmektedir. Buradan anlaşılıyor ki, o kulelerde ölülerin etleri önce akbabalara ayıklatılıyor, belirli bir süre güneşte kurutulduktan sonra derlenip toplanıp evlerin zeminine gömülüyordu. Bu uygulamanın Göbeklitepe usulü yani gömme olmaksızın akbabalara yedirmeyle, akbabalara yedirmeden direk gömme arasında bir geçiş uygulaması olduğu anlaşılmalıdır. Zaten Çatalhöyük sonrası bu grupların ölülerini direk toprağa gömdüğü biliniyor.

James Mellart (Çatalhöyük kazılarının ilk kazı başkanı) Anadolu neolitik dönem figür ve figürinlerinin analiz ve yorumlarını yapmıştır. Alacahöyük figür ve figürinlerini bile James Mellart yorumlamıştır. Yani James Mellart neolitik dönem figür ve figürin uzmanı olarak kabul görmektedir. Çatalhöyük’te bir evin duvarında bulunan dört tane boğa başı ve her başın altında bulunan duvara saplanmış ve üstleri alçıyla kapatılmış hayvan boynuz ve kemiklerinden oluşan bir grup duvar kabartmasını doğum- ölüm döngüsü olarak yorumlamıştır. Boğa başlarını ölümün, alçıyla sıvanmış boynuz ve kemikleri de kadın memesi olarak yorumlayıp doğumu simgelediğini önermiştir. Ben boğa başlarının ölümü simgelediğini ama alçıyla sıvanmış boynuz ve kemiklerin kadın memesi değil ereksiyon pozisyonunda erkek cinsel organı olduğunu düşünüyorum. James Mellart yaşasaydı ve Göbeklitepe dikilitaşları üzerindeki saldırı pozisyonundaki vahşi hayvan figürlerinin ölümü simgelediğini, ereksiyon biçimindeki erkeklik organının doğumu simgelediğini önerirdi diye düşünüyorum. Çünkü Mellart’ın figür yorumlarında doğum-ölüm döngüsü ana temayı oluşturmaktadır.

Göbeklitepe’de hayvan boynuzları, bazı ağaçlar ve bazı kemikler üzerine çakmak taşı yerleştirilerek yapılmış oraklar var. Granitten tahıl ezme taşları var. Buradan Göbeklitepe’deki insanların yabani tahılları (emmer buğdayı, einkorn buğdayı, arpa) işledikleri biliniyor. Buradan yabani tahılların tanelerini topladıkları ve stokladıkları sonucuna varılabilir. Göbeklitepe kazılarında bulunan üç tane büyük boy, kireçtaşından oyma taş kabın tahıl stok kapları olduğu düşünülmelidir. Bu yabani tahılların başaklarının gövdeye bağlantıları çok zayıf olduğundan, olgunlaşır olgunlaşmaz yere döküldüğü bilinmektedir. Her ne kadar orakla hasat edilmeye çalışılsa da, tanelerin büyük çoğunluğunun yerden tek tek toplandığı düşünülmektedir. Islah edilmiş tahılların başaklarının gövdeye bağlantıları daha güçlüdür. O nedenle tarıma ve hasata uygundurlar. Taş kabın birisinde bulunan mayalanmış arpa kalıntıları belki de bilinçli olarak değil, alan gömüldükten sonra içinde kalan tahıl atıklarının nemli ortamda kendiliğinden mayalanmış halidir. Ezdikleri buğdayları hamur yapıp küçük ocakların hemen yanı başına koydukları geniş yüzeyli kızmış taşların üzerine koyarak pişirdikleri bilinmektedir. Hiçbir zaman yarın yerleşik düzene geçiyoruz, yarın tunç çağına geçiyoruz, yarın demir çağına geçiyoruz….diye tarihsel geçişler olmaz. Göbeklitepe’de yabani tahılları kullanmışlar ama yerleşik değiller. Çatalhöyük’ün kazı başkanı Ian Hodder Göbeklitepe döneminde derme-çatma barınaklarda geçici yerleşimlerin mümkün olduğunu söylemektedir. (2)

Gelişim ve değişimin her evresinde olduğu gibi yerleşik düzene geçişin de olabilmesi için nicel birikimlerin tamamlanması gerekmektedir. Bu nicel birikimler nitel dönüşüme yol açacak düzeye ulaşmadan nitel dönüşüm olamaz. Belki de bizim gözlemleyebildiğimiz değişimler henüz başlangıçtaki nicel değişimlerdir. Ve biz buradan hareketle nitel dönüşüm olmuştur sonucuna varamayız. Yani bir buğday ezme taşı, bir tahıl biriktirme kabı orada yerleşik düzene geçildiği sonucunu vermeye yetmez. Çünkü yerleşik düzene geçişin olabilmesi için başka bir yığın nicel birikimin olması, başka birçok parametrenin çalışıyor olması gerekmektedir.

Göbeklitepe ve piramitlerin nasıl yapıldığına şaşıp kalmamak, onlara sebep olan nicel bilgi birikimlerinin izlerini sürmek gerek….

Kaynakça:

Ç. Köksal-Schmidt, Oliver Dietrich, Cihat Kürkçüoğlu, Jens Notroff, Klaus Schmidt, Göbekli Tepe. Dünyanın en eski anıtı. Insanlığın ilk tapınağı, New Discoveries, Aktüel Arkeoloji 27, Mayıs Haziran 2012, 60-77.

https://www.youtube.com/watch?v=zKwSg7OyvoE