Genç bir yazar, Nermin Yıldırım, MİSAFİR adını verdiği son romanında kara mizaha kayan distopik bir olay kurgulamış. Alman mallarına boykot var diye Alman malı bozuk blendırı tamir etmeyi reddeden bir tamirci.. Hükümet İtalya’ya kızdı diye raflardan yok oluveren makarna paketleri.. Bu yüzden eriştenin yeniden keşfi.. Falan.
Nermin Yıldırım romanını yazıp bitirmiş. Yayınevi matbaaya göndermiş. Kitap tam basılacak.. O da ne!
Koca koca adamlar ABD’Yİ protesto için akıllı telefon parçalıyor. Amerikan mallarına ambargo ihtimalleri ciddi ciddi yazılıp konuşuluyor. Bu arada, erişte değilse bile bazı “yerli ve milli” malların yıldızı yükseliyor.

Nermin Yıldırım -ne tesadüf!- akıl hastanesinde geçen kitabıyla ilgili bir röportajında durumu şöyle anlatıyor:

“Deli yaftası gayet politik bir işleve sahip ve toplumların anormal tanımı, normal sayılanı meşrulaştırmaya yarar her şeyden önce. Normların karşısında duran ne varsa, sakat yahut tehlikeli sınıfına konuverir. Misafir’de derdim, bir toplumun normalini kaybedişini sorgulamak, normalin kimler tarafından nasıl tanımlandığıyla ilgili bir hikâye anlatmaktı.”

2018 Türkiye’si için ne kadar da cuk oturan bir yorum.

Siyasi parti kadrolarından medyaya.. Kimi akademisyenlerden kimi hukukçulara.. Okumuş yazmış, dünya görüp mürekkep yalamış ne kadar insan varsa, memleketin anormal hallerini “normalleştirme” peşinde.

•••

İş Bankası tartışması mesela.. Ortada Medeni Kanun ve bu çerçevede miras hukuku diye bir gerçek var. İktidarın umurunda değil. Alacak yanına çözüm ortağı Bahçeli’yi, çıkartacak yasayı, el koyacak bankaya.

Yapacak bunu. Ve ne kıyamet kopacak ne de iktidarın façası bozulacak. Hayat, akıl hastanesinin başındakilerin çizdiği yolda akıp gidecek. Çünkü artık hiçbir şey anormal değil. Normal sürekli “güncelleniyor”. Yeni sürümleri çıkıyor. Bugün bize anormal gelen, yarın normalleşiveriyor. Üstelik, farkında değiller belki ama, muhalefetin katkılarıyla normalleş-tiril-iyor.

Brunson vakası.. Davanın kendisi başlı başına sorunluydu. Akla ziyan iddialarda bulunup, final duruşmasında “Siz beni yanlış anlamışsınız, papazın dua evinde gördüklerim (Kürtler / Fetöcüler falan değil) Korelilerdi” deyiverdi mesela.
Ne hukukçuyum, ne kahinim, ne dahiyim.. O duruşmadan günler önce “Yattığına karşılık gelecek bir ceza verip Brunson’u tahliye edecekler” dedim. Benim gibi pek çok kişi de bunu söyledi, yazdı.

Dediğimiz çıktı mı? Çıktı!

Trump Beyaz Saray’da Brunson şov yaparken “Uzun zamandır müzakere ettik, kesinlikle fidye ödemeyeceğimizi söyledik. Serbest bırakılmazsa çok kötü şeyler olacak dedik” diye durumu açık etti mi? Etti!

Ya iktidar ne dedi? Gözümüzün içine baka baka yalan söyledi. “Yargı kararı” dedi.

Hukuk, adalet vs. adına “anormal” ne varsa gerçekleşmişti. Ama o kadar kanıksamış, o kadar alışmıştık ki, bunu da anında normalleştirdik.
Sanki normal bir dava süreci yaşanmıştı.. Sanki gizli tanıklar PKK bayraklı pastalarla aklımızla alay etmemişti.. Sanki Brunson, tutukluluğun devamı kararının hemen ertesi -hem de tatil- günü ani bir ara kararla ev hapsine çıkartılmamıştı.. Sanki Trump tehdit etmemişti.. Sanki bu yüzden hasta yatağındaki ekonominin ateşi çıkmamıştı..

Dava normaldi. Sonuç da doğal olarak NORMAL olacaktı. Olmalıydı. Olmuştu.

Nitekim, CHP lideri Kılıçdaroğlu aynı gün görüşünü soran gazetecilere “Gerekçeli kararı görelim de öyle konuşuruz” yanıtını veriyordu.

Normal bir sistemde, normalde olması gerektiği gibi!!!!

•••

Bu fotoğraf bile ayağa kaldırmadı / kaldıramadı siyasi / toplumsal muhalefeti.

Emine Erdoğan İlim ve Kültür Merkezi isimli bir Kuran kursundaki TEK TİP tesettürlü 6-10 yaşındaki çocukların hali kimseye dert olmadı. O yaştaki -yani henüz adet görmemiş ve dolayısıyla kadın kimliğinin söz konusu olamayacağı- çocukların kapatılmasının, İslam çerçevesinde bile “anormal” olduğunu söyleyen çıkmadı.
Nasıl çıksın ki zaten!

Levent Gültekin Medya Mahallesi’nde anlattı. Abant toplantısı sonrasında “Sağın diliyle konuşmalıyız” minvalindeki rapor üzerine Kılıçdaroğlu’nu aramış. Tepkisini dile getirmiş. Kılıçdaroğlu da, “asla sağın dili demediklerini, raporun / tartışmaların yanlış aksettirildiğini” söylemiş. Peki, doğrusu neymiş?
Levent Gültekin anlattı: “Toplumun diliyle konuşacaklarmış.”

Hangi toplumun? Ya da toplumun neresinin? Ben çözemedim.

Belki olan bitene ve fotoğrafa bakınca siz çözersiniz!!!!