Normal ve olağanüstü siyaseti kentler üzerinden anlayabiliriz. Kent merkezleri ve özellikle meydanları siyasetin kalbi gibidir. Olağan dönemlerde meydanların bir işleyişi vardır. İnsanlar ve araçlar belli bir ritim içinde azalıp, artarak akarlar. Meydana açılan dükkanlar, kafeler, lokantalar yanında parklar, banklar ve tezgahlar bu akışkanlıklar içinde soluk alma yerleridir.

Sonra bir gün bir olağanüstü hareketlilik başlar; belediyenin araçları, müteahitleri alana girer, kaldırımlar, parke taşları, heykeller sökülmeye başlanır. Meydanın kenarına bariyerler konulup, girişler sınırlanır. Anlarız ki, iktidar meydanı yeniden düzenleyecek.

AKP iktidarı belli bir güce ulaştıktan sonra sembolik ve gerçek anlamda böylesi bir yıkıma girişti. Gerekçe hazırdı; “meydan seçkinci, halka hizmet etmiyordu, heykeller, anıtlar onların zevkini yansıtıyori yollarında ve parklarında yürünmüyordu”. Meydana yapılana destek ve eleştiri sesleri yükselirken, bir de gördük ki yıkım meydandan öteymiş! Meydana açılan yollar, üzerlerindeki binalar ve derken kentin her yerine yayılan bir büyük yıkım başlarken, iktidarın bir yıkım makinesi olduğu da ortaya çıktı.

Bir başka anlatımla, AKP iktidarının yıkımla özdeşleşen bu olağüstü durumu sona erdirmeye niyeti yok; çünkü kendisini yeniden üretebilmesi olağan siyaset koşullarında mümkün değil. Bir yıkım makinesine dönüştüğü ölçüde, nereye kadar giderse, oraya kadar gidecekler.

İktidarın yarattığı yeni düzen(sizlik) giderek artan biçimde savaşın yıkıp, tahrip ettiği kentleri anımsatıyor. Üstüne üstlük bu yıkıntıların arasından yeni bir kentin yükselmeyeceği de artık açık. Kısaca, iktidarın damgasını vurduğu düzen(sizliğ)in kendini yeniden üretemediği, ancak yeni bir düzenin de doğamadığı bir siyasal krizle karşı karşıyayız.

Bundan sonrası AKP’den çok muhalefetin ne yapacağına bağlı görünüyor. Muhalif kesimlerde bugüne kadar izlenen stratejilerin başarısız kaldığı açık. Kürt Siyasal Hareketi geçtiğimiz dönemde, meydan yıkılıp, Cumhuriyet’in anıtları, büstleri kaldırılırken, kendisini dışlayan bu düzenin yıkılışından fayda umdu; yıkıntıların arasında kendi meydanını, anıtlarını, sokaklarını ve hatta kentini kurabileceğini düşündü. Ancak gelinen noktada Kürt Hareketi için de bu stratejiye ilişkin soru işaretleri var. Benzer biçimde, liberal solcuların baskıcılıkla özdeşleştirdikleri meydan yıkılırken duydukları heyecan, yerini endişeye bırakmış bulunuyor.

Öte yandan iktidar karşısında ulusalcı/laik refleksin de işe yaramadığı geçtiğimiz dönemde ortaya çıktı.  Görüldü ki, bu büyük yıkım karşısında Cumhuriyet’i temsil eden anıtlara, büstlere kitlenen bu anlayış, etkin muhalefet yapabilmek bir yana, iktidarın söylemine meşruiyet kazandırdı.

Kentin yıkımından müzdarip kitlelerin büyük bölümünün umut bağladığı CHP geçtiğimiz dönemde isminin başına yeni ekleyerek içeriksizleşmiş ulusalcı/laik mantığın bir yere götürmediğini kabullendi. Ne var ki izleyen dönemde CHP geniş kitlelere seslenebilecek kapsamlı ve heyecan yaratabilecek yeni bir strateji geliştirmeyi de başaramadı.

Gezi başkaldırısı, yıkıma uğrayan kentin dört bir tarafından kitlelerin meydana yönelmesiyle ortaya çıktı. Siyasetin tıkandığı noktada, toplumsal alanda rahatsızlıkları biriken kitleler, örgütlü ama görece güçsüz muhalefetin yarattığı küçük bir kıvılcımı kocaman bir ateşe dönüştürdü. Birleşik Haziran Hareketi bu ateşi söndürmemek için “meydana” çıktı.

Gezi başkaldırısının kentin meydanında yaktığı ateş bütün kenti aydınlatırken, yaşanan yıkımın büyüklüğünü de gözler önüne serdi. Yıkımın büyüklüğüne ve hala işleyen yıkım makinesine bakınca anlaşılıyor ki; bu krizden çıkış “olağanüstü” bir çabayı gerektiriyor.

Bu çabanın önceliği kuşkusuz bu savaş/yıkım makinesinin durdurulması. Bunu başarabilmek, savaş koşullarında olduğu gibi, iyi koordine edilmiş geniş bir cephe oluşturmayı gerektiriyor. Siyasal ve toplumsal alanda çok farklı kesimleri bir araya getiren böylesi bir cephenin bu farklılıklarından ortaklıklar üretebilmesinin yolu ise açık; yıkılıp, tahrip edilmişliğin ortasında, herkese onurlu bir yaşam alanı sağlayacak yeni bir kent düşünü inandırıcı biçimde siyasetin merkezine yerleştirmek!

Seçim önümüzde!